Hepimizi bıktıran tek merkezli siyaset anlayışından biraz uzaklaşmak hiç de fena olmaz. Zaman zaman sinema, kitap veya tarihsel bir yolculuğa da çıkabiliriz… Cumartesi geceleri denk düşürebilirsem izlediğim, izlerken de hem tarihsel yönü, hem de görsel efektleriyle hayranlık duyduğum Spartacus isimli yabancı dizinin yakışıklı başrol oyuncusu Andy Whitfield, geçen hafta lenf kanserine yenik düşerek öldüğünde, sadece 39 yaşındaydı. Bu nedenle dizinin ilk serisi sanıyorum son ki buldu, bir sonraki sezon için yeni bir Spartacus aranıyor… Ve kaderin garip bir tecellisi olmalı ki M.Ö. 71 yılında ölen gerçek Spartacus’un da aynı yaşlarda öldüğü tahmin ediliyor.
Günümüzde artık böyle kahramanlar çıkmasa da Spartacus, Antik Roma Cumhuriyeti’nde köleliğe ve keyif için dökülen insan kanına karşı çıkmış bir kahraman. Howard Fast’ın yazdığı roman, 1960’larda sinemaya aktarıldığından beri değişik versiyonları üretilmiş. Fakat ben sonuncusunu çok sevmiştim doğrusu. Dizi izleme alışkanlığım yok aslında ama tarihsel bir yönü varsa ve o anda müsaitsem, aklıma da geldiyse izlerim. CNBC-e’de yayına giren bu film serisi her açıdan etkileyiciydi. O tarihlerde gladyatör isimli dövüşçüler, zevk için arenada dövüştürülür ve soyluları mutlu ederlermiş. Şimdiki Dünya’da durum farklı mı acaba? Günümüzün soylu devletleri, minicik ülkelerin kanını emiyor, iliklerini sömürüyorlar, toplumları birbirine kırdırıyorlar. Sonuçta sadece kavramlar ve şahsiyetler değişmiş, o kadar.
Spartacus’un hayatı Roma ordusundan kaçıp, yakalandıktan sonra gladyatör okuluna köle olarak satılmasıyla değişiyor. Soyluların eğlencesi için kendi arkadaşlarını dahi öldürmek zorunda kalan gladyatörlerin lideri Spartaküs, Capua’daki gladyatör okulundan 77 arkadaşıyla kaçarak bir dağa sığınırlar. Kendilerine katılan köle ve gladyatörlerin sayıları 100 bini bulan gladyatör ordusu, Roma’dan kaçıp kurtulmak yerine savaşmayı tercih eder. Kendi topraklarında özgürce yaşamanın mücadelesi ölümle bitse de Spartacus’un tarihe ve sosyal yaşama etkileri yüzyıllarca sürecektir.
Tıpkı Sparta Kralı Leonidas gibi... 2007’de gösterime giren 300 Spartalı filmiyle ekranlara taşınan Leonidas’ın ülkesini Perslerden korumak için, çok az sayıda askeriyle verdiği insanüstü mücadele de tarihe geçmiş durumda… Söz sinemadan açılmışken, Kore dizilerini de unutmamak lazım: Sarayın Rüzgarı ve Efsane Prens(Jumong) gibi; çünkü bunlar yozlaştırılmış arabeskle harmanlanıp, izleyicinin karşısına çıkarılmıyor. Onlar gerçekten de sanat için yapıldığı belli olan yapıtlar. Üstelik çıplaklığı da ön planda tutmamışlar. Aşkı ve sevgiyi gözlerden kalbe çok dokunaklı ifadelerle aktarabiliyor ve izleyiciye de geçirebiliyorlar…
Buradan yerli “sinema veya dizi” yapımcı ve yönetmenlere şunları söylemek isterim: Bir toplumun gelişimine katkıda bulunmak istiyorsanız, önce o insanları koyunlaştırmaya hizmet etmekten uzaklaşmanız gerekiyor. Sulu gözlü ve ağlamaklı, duygu sömürüsüne hizmet eden veya çıplaklığı sömürü amaçlı kullanan aptal dizilerle embesile çevirdiğiniz insan kitleleri, bugün tarihi doğru dürüst algılayamadığı için, günümüzdeki gelişmelere de müdahil olamıyor. Genel olarak aptal DİZİLERLE kadınları, salakça FUTBOL fanatikliğiyle de erkekleri birer boş kutuya çeviren medyanın ve devlet yöneticilerinin bizim gibi az gelişmiş ülkelere ancak bu kadar zararı olabilir.
İnsanların hayatı “medyaya endeksli” olmamalı, tam tersine “yaşam” esas olmalı ve insanlar boş vakitlerinde ancak eğlence olsun diye veya bilgi edinmek, haberleri izlemek için medyaya başvurmalıdır. Kısacası metal veya dijital bir takım maddeler bizleri neden yönetsin ki? Birey kendini merkez alırsa ancak hayata odaklanır. Aksi halde televizyonun düğmesiyle başlayan yaşamı, filmin içindeki oyuncunun matemiyle ya da hiçbir düşünce sistemine hizmet etmeyen boş futbol tartışmalarıyla son bulabilir. Kısacası hayatın oyuncusu değil, seyircisi olur.