Adalet nasıl çöktü? Koskoca bir ülkenin insanlarını güvensizlik ve endişeyle yaşamaya mahkum eden dar kafa yapısı devletin kurumlarına nasıl egemen oldu? TERÖR vekalet savaşlarıyla güç kazanırken, insanlık nasıl öldü? Ortadoğu’da iç savaşlar artarak büyürken, Türkiye kendisini vuran büyük GÖÇ dalgasına nasıl direndi?
Ve REFERANDUM! Geçtiğimiz yıl 15 Temmuz’da yaşanan Fethullahçı-Amerikancı Darbe girişiminin ardından, fırsatçılar tarafından şansa çevrilmeye çalışılan kaosun etkileri devam ediyor. Türkiye’de zaten etkinliği kalmamış olan YARGI, kimilerince yüceleştirilen Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın eline nasıl teslim edilmek isteniyor? Yeni Anayasa ismiyle piyasaya sürülen, Atatürkçü ve çağdaş Türkiye Cumhuriyeti Rejimini değiştirmeye dönük referanduma sadece bir gün kaldı…
SADECE BİR GÜN; belki her şeyin sonu ya da yeni bir başlangıç olacak. Vatandaşın darbe üstüne darbe yediği yetmezmiş gibi 15 Temmuz’dan sonra OHAL ilan edilen Türkiye, komşuları Irak ve Suriye’deki iç savaşa ve kendisine olumsuz etkilerine rağmen sandığa gidiyor. Bu arada TURİZM ciddi bir darbe aldı, ekonomi alarm sinyalleri veriyor. Dış politikada neredeyse dost ve güvenilir ülke sayısı sıfırlandı.
Suriye’de TSK’nın güvenlik gerekçesiyle yaptığı Fırat Kalkanı Harekatı, AKP Hükümetinin siyasi yanlışları ve Suriye Devleti’yle yaratılan kopukluk nedeniyle sahada kazanılıp “masada kaybedilen” bir başarı hikayesine dönüşebilir mi? Tanıdık bir tarih sayfasına geri dönmemeyi umuyoruz: Tıpkı 1915’te sahada canları pahasına düşmanı püskürten Çanakkale şehitleri ve Türk askerlerinin kurtardıkları toprakları 1918’de Mondros Mütarekesi ve 1920’de Sevr Antlaşması’yla işgalcilere teslim eden Osmanlı Devleti gibi…
Bu REFERANDUM sürecinde gözlemlenen en önemli şey ADALET kavramının büyük ölçüde çöktüğüdür. Örneğin, geçtiğimiz hafta cumartesi günü Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Yenikapı’da “evet mitingi” yaptı. Yasal olarak tarafsız olması gerektiğinden, kılıf olarak genellikle “toplu açılış törenleri” yapan Erdoğan, pratikte tüm konuşmalarında muhalefet partilerini eleştirmekte ve dış politikayı da mitinglerinde kullanmaktadır. Yenikapı’daki mitinge giden insan sayısını artırmak için, Belediye otobüsleri ve vapurlar seferber edildi, mitinge gidenlere yol ücreti BEDAVA oldu.
Ben şahsi işlerim için, 8 Nisan günü Taksim tarafına geçmek üzere, İstanbul’un malum trafiğine takılmamak için metroyla aktarmalı olarak Asya yakasından Avrupa yakasına geçmek için yola çıktım. Pendik’teki Tavşantepe Metrosu’na binmeden önce her vatandaş gibi, İstanbul içi vasıtalarda geçerli olan İstanbul Kart(Akbil) basmak üzere turnikelere yöneldim. Turnikelerin sağ tarafında sivil bir görevli düşük tonda bir sesle: “Mitinge gidenlere ücretsiz” diye sürekli aynı cümleyi tekrar ediyordu. Yanına yaklaşıp bir daha dinlediğimde anladım ki AKP’nin Yenikapı mitingine gitmek isteyen yolcuların “bedava” gidebileceklerini ve kart basmalarına gerek olmadığını vurguluyordu. Ben de kartımı basarak ücretimi verirken kendisine döndüm ve: “Biz mitinge gitmiyoruz. Suçumuz ne?” diye sordum, cevap vermedi.
Devletin bütün araçları ve parası iktidar partisinin emrine verildi. Son 15 yıldır giderek açıktan yapılan “kayırmacılık” devletin damarlarına işledi. Bütün iltimaslar ve kanunsuzluklar artık kanıksanmış durumda. Reklam panoları ve TV kanallarındaki yanlı programlar, artık TEK KİŞİ ve PARTİ için devletin bütçesinden yapılan harcamalarla donatılıyor. Üstelik o tek kişinin çelişkili politikaları ve yanlış uygulamaları sonucunda Türkiye 15 Temmuz felaketine sürüklenmiş, dış politikada yapılan yanlışlar dolayısıyla da ülke dış tehditlere açık bir hale gelmiştir. Referanduma doğru EVET ve HAYIR arasındaki keskinlik artmış, yapılan ANKETLER vatandaşların % 50 bandında fikirsel olarak bölündüğünü ortaya koymuştur. Ancak gözlemler Türk Halkının bir referandum coşkusu taşımadığını ve art arda yaşanan gerginliklerden yıldığını da göstermektedir. Az sayıdaki muhalif basın-yayın organları, iktidar tarafından yapılan mitinglere Kamu çalışanlarının zorla götürüldüğünü ispatlayan haberler paylaştılar. Uzun zamandır muhalefet partilerine ve basına yapılan inanılmaz baskılar ve halka buyurgan tavırlar had safhaya çıkmıştır.
Dış politikada ders almaz tutumlar devam etmektedir. ABD, Suriye Ordusu’nun beşte birini yok ederken, Tayyip Erdoğan yaptığı mitinglerde “yetmez ama evet” demiştir. Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad kimyasal silah kullandığı iddialarını kesinlikle reddetmektedir. Üstelik bir aydır ABD’nin hava saldırıları sonucu Irak ve Suriye’de 500’den fazla sivil hayatını kaybetmiştir. Yani nükleer silah olmaz ise, sivilleri öldürmek mubah sayılmaktadır! Keza “bombaların anası” denilen düşük nükleer içerikli ama çok güçlü bir bombayı da Afganistan’a atan ABD, Trump’ın iç politikada çizilen imajını tazelemeyi ve katliamlarına hız vererek enerji kaynaklarına ulaşan yolu hızlı geçmeyi amaçlamaktadır.
Rusya Devlet Başkanı Vladimir PUTİN, Esad’a olan desteğini sürdürmektedir. Üstelik ABD’nin Türkiye’ye karşı planladığı 15 Temmuz Darbesi’nin ardından suikasttan kurtulan Tayyip Erdoğan’ın “özür mektubunu” kabul etmiş ve yeni bir sayfa açılarak Türkiye’nin Fırat Kalkanı Harekatına zemin hazırlanmıştır. Ancak Tayyip Erdoğan’ın ABD’yi destekler nitelikteki açıklamasının ardından Türkiye dışlanmış, Rusya, İran ve Suriye dışişleri bakanlarının yaptığı toplantıya davet edilmemiştir. Suriye’de çözüme yönelik yapılan başarılı Astana görüşmelerinin ardından, yeniden ilişkiler sarsılmaya başlamıştır.
Ateş çemberinin içindeki Türkiye, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin AKP’ye desteğiyle, tüm enerjisini iç politikaya harcamıştır. Toplumda büyük bir moral bozukluğu ve gelecek kaygısı hakim olmuştur. Buna ilaveten OHAL ile beraber PKK, IŞİD, FETÖ’ye karşı operasyonlar devam etmektedir. Türkiye sandığa bu şartlar içinde gitmektedir.
Ancak aynı Devlet BAHÇELİ, referanduma iki gün kala Cumhurbaşkanı danışmanlarının yaptığı EYALET yanlısı açıklamalardan sonra, aba altından sopa gösterdi ve ülkücülerin böyle bir yapıya ve bölünmeye “evet” demeyeceğini söyledi. Kimilerince AKP’ye son anda çelme taktığının söylenmesi, geçtiğimiz yıl eski MHP’li şimdinin AKP’li bakanı Tuğrul TÜRKEŞ’in “tuzak” açıklamalarını akla getirdi. Devlet BAHÇELİ’nin geçen yıldan beri ERDOĞAN’ı desteklermiş gibi görünüp son anda geri çekilmesi mümkün mü, bilemiyorum. Ancak yarısı zaten MHP’li muhaliflerle HAYIR seçeneğini destekleyen ülkücülerin ardından, Devlet Bey’in son açıklamalarıyla beraber pek çok ülkücünün de bunu bir mesaj olarak algılayıp Evet’ ten Hayır’a döndüğü söyleniyor.
Ve geldik yolculuğun sonuna. Referandum tünelinin içindeyiz şu an, 16 Nisan gecesini bekliyoruz. Bu bekleyiş insanı düşündürüyor: EVET çıkarsa ve Tayyip Erdoğan’ın şahsı için çıkarılan Anayasa Değişiklikleri kabul edilirse, Türkiye nereye sürüklenecektir? HAYIR kararı çıkarsa, geçici bir rahatlama olsa bile bu ne kadar sürecektir? Şayet bir toplum son yıllarda hemen hemen bütün seçimlere % 50 civarında bir desteğe sahip İKTİDAR gücü ve DİĞER MUHALEFET partileri olarak, kutuplaşmayla ve rejim değişikliği endişesiyle giriyorsa ve keskinlikler günden güne artıyorsa, bundan nasıl mutlu olabiliriz?