Mizah Türk toplumunun kendini en iyi ifade ettiği söyleyiş biçimlerindendir.
Babamın anlattığı bir Ramazan nüktesi vardır ki ne zaman anlatsam dinleyenlerin yüzlerindeki tebessüm beni hep mutlandırmıştır. Hikâye şöyle…
Eski çok eski Ramazanlarda Anadolu’daki medreselerin bazın hocaları cerre çıkarlarmış… Özellikle İstanbul’a… Bu hocalara “cer hocası” denilirmiş.
(Cer hocaları için “Taşrada imamlık veya müezzinlik yaparak para ve erzak toplayan genç medrese öğrencisi” ve “Üç aylarda medrese öğrencilerinin dolaşarak para toplamaları” tanımları yapılmaktadır.)
İki cer hocası iftar için bir zengin konağına giderler. İftarlıklara oruç açılır. İftarlıklar da iftarlık ama… Hurma ile zeytinin en kalitelisi… Peynirler, reçeller, pastırma, sucuk, bal kaymak… Ve yanında sıcacık pide…
Sıra yemeklere gelir. Çorba, etli yemek, pilav, börek, yanında hoşaf ve güllaç…
Konak sahibi sorar, “Doydunuz mu efendiler?”
“Doyduk ağam, kesene bereket”, der iftar sofrasındakiler. İşte tam bu esnada bir hizmetkâr ellerin bir tepsi baklavayla odaya gelmiştir.
Konak sahibinin, “Tepsiyi götür, herkes doydu… Onu da sahurda yeriz…” demesi üzerine iki cer hocası mırın kırın etmeye başlarlar.
Konak sahibi sorar, “Doymadınız mı hocalar?”
Hocanın bir cevaplar, “Efendi ağa, zatıâlileriniz kapılara kadar dolu bir meclise girseniz, şanınıza uygun bir yer açmazlar mı?”
Konak sahibi “Açarlar zahir…” der.
Cer hocası, “Biz de baklavaya yer açarız…” der.
Baklava tepsisi sofraya konur ve iki cer hocası iki koldan baklavaya girişirler. On dakika geçer geçmez baklava tepsisi tertemiz olmuştur.
Kahveler içilir… Ardından şerbetler gelir… Sohbetten sonra sıra diş kiralarına gelmiştir ki konak sahibi diş kiralarını dağıtır.
Sıra veda vaktidir. Konak sahibi arabacıyı çağırarak hocaları istedikleri yere bırakmasını söyler.
Hocalar arabada giderken çatal bir yola gelindiğinde arabacı sorar, “Hocalar, buradan ne yana döneceğiz?”
Hocalardan ses gelmez. Arabacı meraklanır. Arabayı durdurarak iner. Bir de ne görsün… Hocalardan biri gitmiş… Öteki gitti gider…
Arabayı hemen mahalledeki çeşmenin önüne çeker. Hocayı kucaklayıp çeşmenin önüne yatırır. Yüzüne su serper… Konuşturmaya çalışır.
Bir yaz Ramazan’ıdır. Yıldızlı bir gökyüzü… Tepsi gibi bir dolunay…
Hoca gözlerini açar, “Hey cenabı Rabbül âlemin,  şu gökyüzüne bak, iri taneli üzüm hoşafı gibi” der ve gider.