Sovyetler Birliğini dağılmasından sonra ilk bağımsızlığını ilan eden kardeş ve akraba topluluğu Kırgızistan; ilk tanıyan da Türkiye olduğu malumunuz.  Türkiye Diyanet Vakfı da bölgedeki ilk resmi ilahiyat fakültesini 1993 de açmış. Şimdiye kadar 400 üzerinde mezun vermiş. Dini hizmetler, Kırgızistan’da tamamen sivil inisiyatif eliyle yürütülüyor.  Başkente “Müftiyat”, bölgelerde “Kadıyat” adı altında organize ediliyor.  En alt birimden en üst birime kadar bütün aşamalar seçimle yapılıyor ve din hizmetlerinde görevli olanlara devletin hiç bir maddi katkısı ve/ya müdahalesi yok. Özerk kurum deneyimini aktarırsam belki, Türkiye’deki diyanet ve din hizmetlerinin resmi statüsü, lağv edilmesi veya tamamen sivilleşmesi, özerkleşmesi müzakere edilmesine Atayurt’tan bir katkı olur.
ÖZERK BİR DİYANET NASIL OLUR? 
Temelde siyasi alanla ilgili olan özerklik, yani otonomi (autonomy), bir toplumun ve/ya bir kuruluşun kendi kuralını, yasasını (nomos) koyma halidir. Burada bir kurum olarak Diyanet, yani din hizmetleri alanında çalışanların kendi karar verme süreçlerinden sorumlu olmaları, kendi yönetim ilkelerini, yöneticilerini seçme durumudur. İdare hukuku açısından “bağımsız siyasi otorite” olarak isimlendirilir, kendi idari/mali özerkliği vardır. Gözetim ve denetim, yaptırım ve bunları uygulama yetkilerine sahiptir. 
Türkiye’de bu anlamda bir çok özerk kurum vardır. Kamu İhale Kurumu, Rekabet Kurumu vb) Konumuza gelirsek, Türkiye’de Diyanet’in konumu, resmi statüsü, laik devlet içinde işlevi üzerine olan tartışmalar malum. Buraya ilk gelmeden önce diyanet görevlilerin resmi atama ile yapılması ve maaş almaları hususunda ciddi eleştirilerim vardı. Alevi kesimin bir kısmı ve liberal ya da laikliği bir (dinsel) ideoloji gibi benimseyenler bu tür bir kurumun resmi olmaması, tabiri caizse özelleşmesi gerektiğini söyledikleri de malum. 
Mesela bazı alevi köylerine imam atanması, ama buradaki görevlilerin sadece bankamatik memuru olması hususunun ciddi rahatsızlık yarattığı ve/ya hiç iş yapmadan (burada namaz kılmak ve kıldırmanın bir iş olarak görüldüğüne dikkat buyurunuz) bizim vergilerimizden maaş alınmasına itirazlar olduğu, hatta sizin teriminizle bu haram kardeşim dediklerini birinci elden biliyorum. Bu nedenle özelleşmenin, dini gruplar, cemaatler arasındaki gerilimi nasıl artıracağı, riskler oluşturacağı tezine karşı idari bir kurum olarak özerklik söz konusu olabilir diyenler de var.  
15 ARALIK ÖNEMLİ GÜN, çünkü Müftü, yani Diyanet İşleri Başkanı seçilecek. Kırgızistan yedi bölgeye ayrılmış durumda. Her birinde Kadıyat denilen birim tarafından dini hizmetler veriliyor. Buralarda görev yapan din görevlileri yirmi delege seçiyor. Bişkek ve Oş en büyük şehirler olarak kendilerine ait yirmi delege seçiyor.  Toplam yüz seksen delege doğrudan imamlar tarafından seçiliyor. Bişkek’teki İslam Üniversitesinin özel bir kontenjanı var, yirmi delege de onlar gönderiyor. 
İki yüz delege önce, 35 kişiden oluşan Ulema kurulunu seçecek. Bu kurulun bizdeki karşılığı Din İşleri Yüksek Kurulu. Ama yetkisi daha fazla, sadece fetva ve din hizmetlerinin nasıl olduğunu müzakere etmeyecek, gerekli gördüğü zaman beş yıllığına seçilen Müfti’yi yani Diyanet İşleri Başkanını görevden alabilecek. Bu durumda ve/ya herhangi bir ölüm, kaza ihtimallerinde aynı kurul, bir Müfti seçecek, ama bu ancak diğerinin kalan hizmet süresi içinde görev yapabilecek. Beş yılda bir kurultay yenilecek  ve Müftü seçilecek. 
200 delegenin yapacağı diğer önemli bir iş daha var. Üstaf, yani yönerge ve yönetmelikleri belirleyecek. Şu anda birisi Müftiyat, diğeri Teoloji Fakültesi mezunlarının ve bir de sivil bir dini hizmet kurumunun hazırladığı üç taslak metin var. Bunlar müzakere edilip, ortak bir yönetmelik çıkarılacak. Önemli olan bunların hepsinin bölgelerden seçimle gelen delegeler tarafından yine seçimle ve oylama ile yapılacak olmasıdır. Devletin herhangi bir müdahalesi yok. Tabii bu kaygısı yok anlamına da gelmiyor, bu nedenle Sovyetler Birliğinden bu yana ciddi anlamda halk nezdinde itibarı olan  Kimsanbay adlı beyefendiyi öne çıkarmış. Karşısında ise şimdiki Müfti olan Rahmetullah bey var. Ve nitekim şimdiki müftü kazandı, ama bu da soru(n)ları beraberinde getirdi, çünkü delegeleri kendi ekibinden seçtirdiği belirtiliyor. Benzer kaygılardan dolayı aday olarak ismi geçen ama çekilen, ulema kuruluna seçildiği halde görevini bırakan fakültemiz mezunlarınan Niyazali bey bu kaygıları hissedenlerden birisi.
Maaş Meselesi ve Diyanetin Gelirleri:
Devletin müdahalesi yok, maaş da vermiyor din görevlilerine. Bazıları ticaret ve ziraat ile uğraşıyor, ya da bizde olduğu gibi cemaatin düğün, ölüm, nikâh vb. etkinliklerinde aldıkları bağış ile geçiniyorlarmış. İmamlar için bu olabilir, ama müftü yani kadı bunu nasıl yapacak? Bunların bazıları da ticaretle uğraşıyorlar ama kadıyat ve müftiyatın kendine özgü bir bütçesi varmış. Hac işlerinden artan paradan bir kısmı bütçeye aktarılıyormuş. Bir de her camide toplanan gelirlerin belirli bir kısmı bu bütçelere gidiyormuş. Ayrıca zekat ve öşür de buralara verilirmiş. Bu sene kişi başı 25 som verilmiş ki, bu genel nüfusu düşünülürse oldukça iyi bir gelirmiş. Kadıların ücret sembolik, üç ile on bin som (200 dolar) arasında, oysa bunların haftalık bazılarının ise günlük harcamaları bu civarda olduğu düşünülürse, bütçenin hayli dolu olduğu anlaşılıyor.  
Bir kısmına göre bu ücret meselesinin çözülmesi şart; aksi takdirde şimdi yaşadığımız sorunlar gittikçe artacak, din bir bireysel ve toplumsal barış, uzlaşı unsuru olmak yerine çatışma unsuru olarak çıkabilecek diye kaygı var.  Bir kısmına göre ise yok, özerklik gereği devlet asla maaş vermemeli, çünkü o zaman emir de verir, görevlileri ve yetkilerini belirlemeye çalışırmış.
Denetim Sorunu
Özerk bir kurum olarak kendi teftiş başkanı ve kurulu oluşturuluyormuş. Bunların araştırması sonucunda duruma göre, görevden alınmalar oluyormuş. Cemaati biz bunu kabul etmiyoruz, nasıl olsa maaşını biz veriyoruz derse ne olacak? Bir de ne tür bir suç olursa olsun, cemaati onu temize çıkarabilir, yapılanların hepsini komplo teorisi olarak sunma ihtimali var, bunun birçok örneğini yaşıyoruz. Bunun fazla sorun olmayacağı düşünülüyor, çünkü yeni yönetmelikle Müftü yani Diyanet İşleri Başkanını görevden alabilen Ulema Kurulu bu hususu da düzenliyormuş.
Sonuç: Felsefe tanımlarımdan birisi de kaygıları paylaşmaktır. Türkiye’de Diyanetin konumu, resmi statüsü, lağv edilmesi durumunda ortaya çıkacak sorunlar veya özerk olma ihtimali tartışılıyor ya, bende bir kardeş ve akraba topluluğun yaptığı bu özgün çalışmayı aktarayım diye düşündüm. 
Bir başka yazıda siyasal sistemler ve seçimlerden bahsetmek istiyorum. Çünkü her siyasal parti, kendi çözüm önerisini sunuyor, ama seçim pusulasında bunların hiçbirisini beğenmeyen seçmenlere yer yok, ya gitmiyor, ya boş veriyor, yok sayılıyor, ya da hepsine evet diyerek, hayır diyor, yine yok sayılıyor. Oysa burada seçim pusulasında “hiçbiri” kısmı var, bu önemli bir demokratik deneyim, çünkü eğer “hiçbiri” belirli oranda oy alırsa, mutlak hakikat ve doğruluk iddiasında bulunan partiler ne yapacak, acaba? 
Diyanet işleri başkanlığının yaşanan bütün sorunlara rağmen özerk olmasını sağlayan Kırgız Cumhuriyeti, demokratikleşmede oldukça önemli olan bu özerk ve özgünlüğü sağlamış. Görüldüğü üzere birbirimizin deneyimlerinden öğreneceğimiz çok şey var.