30 Mart yerel seçimlerine dört gün kaldı. 
Bir kader seçimi yaşayacağız… 
Bu seçim, 2023 yılına gidecek iki yolun temel taşlarından ilkini oluşturacak;
Ya laik, demokratik bir hukuk devleti olarak Mustafa Kemal Atatürk’ün açtığı gerçek muasır medeniyet yolunda devam edeceğiz, ya da teokratik temeller üzerine kurulmuş, baskıcı ve nurjuvazi bir anlayışın hüküm sürdüğü, hukukun yerle bir edildiği bir çıkmaza gireceğiz.
Bu iki yoldan birini seçmek bizim elimizde…
Yaklaşık 16 yıldır İstanbul’u ve tüm Türkiye’yi yönetenlerin bugüne kadar yaptıkları, gelecekte yapacaklarının teminatı olacak gibi görünüyor… 
Şöyle geçmişe bir bakarsak;
“Cumhuriyet’in sonu gelmiştir” sloganıyla işbaşına geldiler…
Yırtık ayakkabılarla siyasete atıldığını söyleyenler, dünyanın en zengin siyasilerinin arasına girdi... Çocukları milyon dolarlarla ve gemiciklerle oynuyor… O kadar zengin oldular ki, paraları bir türlü sıfırlayamıyorlar... Villacıklar gırla gidiyor… Kupon araziler şahsi mülk haline getirildi…”Usta”nın haberi olmadan Türkiye Cumhuriyeti topraklarında tek bir çivi bile çakılamıyor…  
Atatürk Orman Çiftliği’nin yüzlerce ağacı, onlar saraylarda otursunlar diye,  White House (Beyaz Saray) yapmak için söküldü... 
Baskı o hale geldi ki, ağzını açan kendisini Silivri’de buldu. Eski Genel Kurmay Başkanı’nı bile içeri attılar. İstediklerini istedikleri zaman hapsettiler, istedikleri zaman da çıkarttılar… 
40 Bin kişinin katili beslenip, palazlandı; Oslo masasında siyasi partisine “özerk”lik kapısı açıldı… 
Taksim Gezi Parkı’nda bir gece sessizce sökülen ağaçlar için ayağa kalkan gençlik, daha sonra “hayatıma karışma” sloganlarıyla yürüdü. Yürüdü yürümesine de,  canından oldu…
Dış borç saatli bombaya döndü, işsizlik ivme kazandı…
Halk hem borçlandırıldı, hem de fakirleştirildi. Sadaka siyaseti halkın gururunu yerle bir etti… 
Memleket sözde çılgın projelerle alttan, üstten delik deşik edildi. Müteahhit iktidar, kendi “Ağa” larını yarattı. Yeşil düşmanlığı hız tanımadı, SİT alanlarına “Sittir” çekildi...
Türkün ay yıldızlı al bayrağı, siyasi reklam malzemesi oldu; şehitlerin kemikleri sızlatıldı…
The İmam’ların çatışması sonucunda 17 Aralık 2013 tarihi geldi ve bal küplerinin ağzı açıldı. Küpün içinde birikenlerin bir kısmı küpün dışına taştı. Bakan çocuklarının da karıştığı iddia edilen uluslar arası rüşvet trafiği, bakan kollarını süsleyen ve en az dört gariban aileyi ev sahibi yapacak yüz bin dolarlar değerinde kol saatleri ortalığa saçıldı. Boyumuz uzunluğunda para sayma makineleri ile sayılan milyon dolarlar ağzımızın bir karış açılmasına, ayakkabı kutularından çıkan trilyonlar, gözlerimizin yuvalarından fırlamasına sebep oldu. Çikolata kutularına rüşvet kokuları sindi…
Sonunda gördük ki, iktidar zenginleşirken bizler fakirleşmişiz…
Bir taraftan din, iman, Kuran, türban dediler, diğer taraftan mübarek Bakara Suresi ile alay ettiler... Google’dan Kuran ayetlerini “salladılar”…
Küpün ağzından taşabilecek olası bal peteklerinin üstü örtülsün diye Twitter’ı yasakladılar. Özgürlük ve barış güvercininin kanatlarını koparttılar…  
*
Başkalarının doğrularıyla değil, kendi doğrularımızla hareket edelim… 
Kaderimizi değiştirmek bizim elimizde…
Hırsızlık, rüşvet ve yolsuzluk zulmüne ortak olmayalım…
Oy’larımızı ayakkabı kutularına değil, geleceğimize atalım… 
Çocuklarımızın geleceğine ve ülkemize sahip çıkalım…