Şu çiçeklerle böceklerle kutlanan Dünya Kadınlar Gününde kendimi hep ezik hissetmişimdir. Eğer ki kadınlar şu dünyada ezilmeseydi böyle bir gün olur muydu? Kadınlar erkeklerle eşit haklara sahip olsaydı, böyle bir gün olur muydu? Kadını doğurganlığıyla ölçen, kadın bedeni üzerinde tahakküm kuran eril zihniyet olmasa böyle bir gün olur muydu? Neden erkekler günü yok? Erkeklere ait bir dünyada kadın tarafından ezilen, dövülen erkek olmadığı için olabilir mi? Hep ezilenlerin, işkence görenlerin günü olması ise ayrı bir trajedi.Hayvanları Koruma Günü, Çocuk Hakları Günü, Engelliler Günü…. gibi uzayıp gider bu mağdurların günleri.

Bana göre 8 Mart Dünya Kadınlar Günü; dünyanın bir ayıbı aslında. Ezilen, dövülen, sövülen hatta öldürülen kadın psikolojinin dünyaya davulla zurnayla duyurulma furyasıdır. Zaten hakkımız olan yaşama hakkımızın bizlere lütufmuş gibi verilmesidir. Cinsiyet eşitsizliğinin resmî belgesidir. Yaratılmışların en şahanesi olan kadının halen ayaklar altında ezildiğinin resmidir. Hem “kaşık düşmanı” olarak görülen hem de “eksik etek” diye çalışma hayatından ötelenen kadının mücadelesidir. “…ve sanki hiç yaşamamış gibi ölen ve soframızdaki yeri öküzümüzden sonra gelen …(Nazım Hikmet)” kadının çırpınışıdır. Kanlı bir gündür aslında. Faciayla kazanılmış bir gün. Katliamdan hak arayışına bir yürüyüştür. Yaşamak için, eşit koşullarda çalışmak için, eşit imkanlara sahip olmak için, ayakta kalmak için daha fazla emek harcamaya itilen kadınlar için anlamsızlaştırılmış bir gündür.

Kadının kaderi hiç değişmedi aslında. Eşit şartlarda, eşit fırsatlarla insanca yaşamak için hak hukuk arayışına devam ediyor. Suçu; kadın olarak doğmak. Düşünün sokak ağzıyla edilen küfürlerin bile birçoğu kadın uzuvlarıyla ediliyor. İki erkeğin kavgasında bile ya anasına ya bacısına ya da karısına küfrediliyor. Anlayacağınız her koşulda günah keçisi kadın oluyor. Oy almak için meydanlara çıkan partiler, rant peşinde koşan örgütlerin ilk malzemesi yine kadın oluyor. Akıllarındaki başka dillerine dökülen başka gibi geliyor güvenemiyorum. Özellikle birileri çıkıp kadınlara verilen haklardan söz etmeye kalktığında“-bak o hakları biz verdik, almasını da biliriz”diyor gibi geliyor bana, korkuyorum. Ağız dolusu“-kadınlarımız” diye başlayan cümleler de bir sahiplenme psikolojisi seziyorum, irkiliyorum. Kadını iş hayatından alıp eve kapatan, kadın cinayetlerine, çocuk gelinlere, kadına şiddet karşısında “mış gibi yapan”devlet yetkililerini samimi bulmuyorum. Başarılı her erkeğin arkasındaki kadını yücelttiğini zanneden, kadını erkeğin arkasına atan zihniyeti anlamakta güçlük çekiyorum. Üzüldüğüm bir başka yönü ise 8 Mart’ta tebrikleri ve çiçekleri kabul eden kadınların çoğu, 8 Mart’ı bilmiyor. Anneler günü gibi kutsallaştırıldığımızı düşünerek kadınları kucaklayan bir gün zannediyor, kendisine verilmeyen haklarından bihaber, çiçeklere ve tebriklere teşekkür ediyor.

Kadından mürşit olur mu? diye soruyorlar, Mutasavvıf Cemalnur Sargut’a. Verdiği cevap çok manidar; -“Ne kadından ne de erkekten mürşit olmaz Ancak cinsiyetini yitirmiş kişiden mürşit olur.” diyor. Ne zamanki kadın deyince aklımıza elma yanakları, kiraz dudakları değil de, yetenekleri, başarısı gelirse bu işi başardık demektir. Ne zamanki kadın deyince belden aşağısını değil de beynini görmeye başlarsak olduk demektir. Ne zamanki kadın deyince noksanlıkları değil de iki cinsiyet arasındaki tamamlayıcı farkları görmeye başlarsak insan olabilmeyi çözdük demektir. “Erkek dişi sorulmaz muhabbetin dilinde. Hakkın yarattığı her şey yerli yerinde. Bizim nazarımızda erkek, kadın farkı yok. Noksanlık, eksiklik senin görüşlerinde” diyen Hacı Bayram Veli’yi, “-Kadınlar insandır, biz insanoğlu” diyen Neşet Ertaş’ı saygıyla anıyorum. Ve diyorum ki; kadına verilen değeri, saygıyı, hürmeti görmek isteyen lütfen Hz. Hatice gibi bir sultanın hayatını okusun ki; Efendimizden kadına nasıl muamele edilmesi gerektiğini öğrensin. Bizler artık masal prensesi olup kurbağayı öpmek istemiyoruz, külkedisi olup bizi kurtaracak beyaz atlı prensin bizi bulmasını da istemiyoruz, yedi cücelerle yaşamakta istemiyoruz. Bizler önce insan olmak istiyoruz, sonra kadın…

Hayatta mücadele etmeyi özetleyen güzel bir cümle “-Beni öldürmeyen şey güçlendirir…(Nietzsche)”Ve ben kadının bu dünyaya mücadele etmek için geldiğine inananlardanım. Bilimsel bir makalede okumuştum; gebeliklerde meydana gelen düşüklerde erkek embriyonların daha çok kaybedildiği, kız embriyonların ise rahim duvarına daha sıkı tutunduğu ve düşmemek için mücadele ettiği yönündeydi. Yani kadınların ta ki ana rahminde mücadeleye başlıyor olması asla tesadüf olmamalı diye düşünüyorum. Ve biz kadınlar mücadelemize devam edeceğiz. Cumhuriyeti kuran ve Türk Kadınını omuzlar üzerine yükselten Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde açtığı yolda başımız dik yürüyeceğiz. Bu arada Kadının toplumsal konumunu tekrar Cumhuriyet öncesi döneme götürmek için ağzı sulanan örümcek beyinler avucunu yalamaya devam etsin. Mücadele eden, hakkını arayan, Atamıza minnettar tüm Türk kadınlarının Dünya Emekçi Kadınlar Günü kutlu olsun.