Nefesimizi tutup ekrana kilitlendik. 2020 Olimpiyat Oyunlarının Türkiye’de olacağı düşüncesi heyecan vericiydi. Aklıma çocukluğumda siyah-beyaz TRT ekranlarından pür dikkat izlediğimiz müsabakalar geldi. Nasıl da televizyonun başına oturur, çoluk-çocuk, konu-komşu heyecanla izlerdik. O günlerden bu günlere geldik ve olimpiyatların Türkiye’de yapılmasını tüm kalbimizle istedik.
2020 Olimpiyatlarının İstanbul’da olması adına, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi müthiş bir sunum yaptı. Belli ki çok büyük emekler vermişler, ellerinden gelen her şeyi yapmışlar. Arjantin-Buenos Aires’te bir salon, salonda İstanbul, Madrid ve Japonya şehirlerinin kazanması adına yapılan bir mücadele. İlk sunumu yapan Türkiye ekibi sahnenin sağında, yönetim kurulu solda ve aşağıda delegeler ve sporcular. Bizim heyette TMOK başkanı ve ekibi ile sporcular, ayrıca İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Kadir Topbaş ile bakanlardan Ali Babacan ve Suat Kılıç da var. Herkes tavrıyla, duruşuyla, giyim-kuşam ve konuşmalarıyla tam anlamıyla 2020 olimpiyatlarına ev sahipliği yapma ve Türkiye’yi en iyi şekilde temsil etmeye adapte olmuş durumda. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan da orada, en önde oturuyor. Kamera bazen yakın çekime alıyor, Başbakanın yüz ifadesi yorgunluk emareleri gösteriyor. Evet, yorgun ve bitkin…
TMOK başkanı, adaylık komitesi başkanı, sporcular, bakanlar konuşuyor ve hatta gelişen Türkiye’nin kurucusu ATATÜRK’ten bahsediyorlar. Hazırlanan tanıtım filmi ve müziği çok güzel, aralarda görüntüler geçiyor ve içimizden: Evet İstanbul, sen tarihinle, kültürünle, birikiminle ve eşsiz güzelliğinle olimpiyatları çoktan hak ettin, diyoruz…
Nihayetinde, Başbakan Tayyip Erdoğan kürsüye geliyor. O da ne? Barış mesajları veriyor. Bu olimpiyatlar İstanbul’da yapılırsa, barışa katkı sağlarmış! Çoğunluğu Müslüman olan bir ülke olduğumuzu “her zamanki gibi” vurguluyor. Yahu siyasi arenada değiliz, bari “spor” söz konusuyken “din işlerine” girmese diye içimden geçiriyorum, neyse uzatmıyor. Bölgenin “barışa susadığını” filan söylüyor…
Söylüyor da; Gezi olaylarında beş kişinin öldüğünü, gençlerin gözünün çıktığını, binlerce kişinin yaralandığını unutmuş. Tutuklu gazetecileri, bilim adamlarını, sahte delillerle hapislerde çürütülenleri ve intihar eden askerleri de unutmuş…
Kanlı terör örgütü PKK ile masaya oturduğunu, Suriye’ye karşı muhalifleri kışkırttığını, sonunda ABD, AB ve cahil Arap ülkelerini savaşa kışkırttığını da unutmuş…
Bütün bunları Dünya her gün naklen izliyorken, Başbakan çıkmış kürsüye bölgeye barış getirmekten bahsediyor. Yerine oturunca da Kadir Topbaş’ın cevaplaması gereken soruları da kendi cevaplıyor, Gezi Parkı meselesinden alışık olduğu gibi…Ve çıkışta arkasında kirli sakallı biri beliriyor, kameralara görünmek için yaylanıyor: Yiğit Bulut(Mustafa Mutlu’yu içki içtiğini yazdığı için, Vatan gazetesinden kovduran adam)…
Üstüne üstlük her ne hikmetse “koşu” dalında birinci gelen kızlarımız sürekli olarak “doping” testinden sınıfta kalıyorlar, bunu da bizim heyete soruyorlar, doping komitemiz iki yıllıkmış…
Bunun ötesinde lisanslı sporcumuz gelişmiş ülkelere göre oldukça az. Elbette olmaz! Bizimkiler bütün yatırımı “futbol” denilen tek bir spor dalına yapmışlar. Memleket her gün bununla yatıp kalkıyor, futbol fanatizminde gelişmiş bir ülkeyiz. Diğer spor dalları çerez niyetine işlem görüyor.
İstanbul’un ulaşımıyla ilgili sorulara cevap, metro ve diğer master planlardan bahsedilerek veriliyor…
Ortada bu gerçekler varken, Türkiye Milli Olimpiyat Komitesi ağzıyla kuş tutsa, Dünya’ya daha fazla yaranamazdı.  İspanya’yı vuran ekonomik kriz halkın Olimpiyat yatırımlarını desteklemediğini gösterirken, Japonya Fukuşima’daki nükleer sızıntı tehlikesi dahil her türlü konuda delegelere güvence vermeyi başardı. Maalesef Türkiye’de “terör- savaş-ulaşım” gibi problemler aşılabilmiş gibi görünmüyor. Nükleer tehlike mi? Terör ve Savaş tehlikesi mi? Şu hale bakın ki olimpiyat delegeleri bu iki tehlikenin yaşandığı ülkelerden birini seçmek zorunda kaldılar. Suriye ile hiçbir sorunumuz yokken ülkemizi savaşın eşiğine getirenler utansın!