Bana kalırsa Türkiye siyasi rekabet açısından en şanssız dönemini yaşıyor. Çünkü önümüzdeki seçimlere rakipsiz giren AKP, referandum sonuçlarından aldığı güç ve muhalefetin üzerine atılmış ölü toprağın etkisiyle son sürat hedefine ilerliyor…
Hiçbir dönemde muhalefetin bu kadar cılız olduğunu hatırlamıyorum. Çünkü hatırladığım kadarıyla on yıl öncesine kadar, gerçekten de muhalefetin ne demek olduğunu bilen siyasetçiler, bu toplumu bilinçlendirebiliyordu. Şimdiyse muhalefet kimi zaman hedefi şaşırıp birbirini eleştirebiliyor, kimi zamansa parti içinde kendi adamına sahip çıkmaksızın fütursuzca birbirlerini yerden yere vurabiliyorlar.
Yazmak istemiyorum ama hep aynı noktaya onlar kendilerini taşıyorlar. Esas mesele, CHP’de yoğunlaşıyor, çünkü ana muhalefet partisi. Hal böyle olunca bizlerde bu ülkede demokrasinin temelleri oynamasın ve tek parti diktatörlüğüne bir kayma olmasın diye muhalefet partilerinin de yeterli düzeyde kendilerini gösterebilmelerini bekliyoruz. Fakat ne MHP ne de CHP, kendilerinden beklenilen verimliliği gösteremiyorlar.
CHP’de genel başkanlığı alan KILIÇDAROĞLU, öncelikle kendisini oraya taşıyan Önder SAV’la yollarını ayırdı. Bu kriz geçiştirildikten sonra, partiye ilk önce Süheyl BATUM gibi bir genel sekreter kazandırılmıştı. Bir şekilde bu görev başkasına devredildi. Fakat gelgelelim bu kişi geçenlerde kameralara yansıyan bir sohbetinde TSK için, “ABD içini oymuş, meğerse KAĞITTAN KAPLAN’mış” deyince yer yerinden oynadı… Üç yıldır sürekli Ergenekoncu diye TSK mensuplarının içeri tıkılmasına seyirci kalanlar, birdenbire TSK’yı savunmaya başladılar ve Süheyl BATUM’un TSK’yı aşağıladığını iddia ettiler. AKP’yi anlıyoruz, açığı yakaladığı yerden saldırıyor ve muhalefet ediyor. Fakat hiç anlayamadığım kişi olan KILIÇDAROĞLU’na ne demeli? O da kendi adamını eleştiriyor, uyarıyor. Mesela şunları söyleyemiyor:
-Bülent ARINÇ, TSK için “Bunlarla mı savaşa gideceğiz” dediğinde, AKP neden sessiz kaldı?
-Bület ARINÇ’a suikast iddiasıyla “kozmik” oda didiklendi. 15 ay geçti, bir şey çıkmadı, ortada suçlu filan da yok ama o dönemde yine TSK mensupları zan altında bırakıldı.
-Geçtiğimiz günlerdeki BALYOZ krizi yeniden nükseden paranoyaklar tarafından TSK neden aşağılanıyor? İkide birde bir general önce tutuklanıp, sonra neden serbest bırakılıyor?
-Bazı TSK mensupları neden intihar ettiler? Neden PKK itirafçılarının ifadeleriyle askerler göz altına alındılar? Tüm bunlar TSK’yı aşağılamak değil de nedir?
-Süheyl BATUM’un ettiği bir cümlesi mi TSK’ya zarar veriyor? Yoksa aylardır suçlarının ne olduğunu bilmeden askerleri Hasdal’a yollayan zihniyet mi?.. Yani SÖZ mü zararlı, FİİLİYAT mı? Yani hangisi DEMOKRASİ’nin gereği, hangisi değil?
Genel Yayın Yönetmenimiz, Ahmet Sirac’a katılıyorum. Bu milleti daha çok uyuturlar… Aman Muhalefet!.. Sakın sen uyuma olur mu?...