Mübarek devrilince “Arap Baharı” diyeceksin, Musri devrilince “Darbe” diyeceksin… Kaddafi’yi devirmek için emperyalist devletlerle işbirliği yapacaksın, petrolden pay koparamayınca Fransa’ya “ayıp” diyeceksin… Kadim dostun ESAD’ı bir gecede ESED’e çevirip düşman ilan edeceksin, ciğer yiyen ve Hıristiyan rahibin kafasını kesen El-Kaideyi sözde “demokrasi” mücadelen için kullanacaksın…
Bir yıl önce Tunus’ta, Mısır’da, Libya’da ayaklanan halka “demokrasi istiyorlar” diyeceksin,
Taksim’deki Gezi Parkı’ndan tüm Türkiye’ye yayılan eylemlerde, kendi halkına” biber gazı” yedireceksin…

İkide birde Dersim yumurtlayacaksın, dönemin başbakanı Celal Bayar’ı ağzına almayacaksın… 
Kenan Evren darbesinin başbakanı Turgut ÖZAL’ı demokrasi kahramanı ilan edeceksin, Kurtuluş Savaşı kahramanı ve Lozan fatihi İsmet İNÖNÜ’ye her gün sövecek ve sövdüreceksin… Zenginleşen aile eşrafından bahsetmeyeceksin, her gün din-iman edebiyatıyla çocuk kandırır gibi halkı zehirlemeye çalışacaksın. Camide içki içildiği yahut türbanlı kadının dövüldüğü yalanlarını papağan gibi tekrar edeceksin, yandaşlarını bile artık bunlara inandıramayacaksın…

Senin demokrasi kahramanın Adnan MENDERES’e gelirsek: ABD’nin peşine takılıp Kore’ye Türk askerlerini gönderen ve bunun sonucunda Türkiye’yi NATO’ya sokan, 50 yıllığına kendi topraklarımızdan petrol çıkaramayacağımız anlaşmaları yapan, 15 kişilik Tahkikat Komisyonu’yla ülkeyi yöneten, kendisine muhalefet eden 250’ye yakın gazeteciyi hapse tıkan, 600 milyon dolarlık dış borcunu ödeyemeyeceğini açıklayarak IMF’nin kucağına ilk düşen, Özel Harp Dairesi’ni kurup içine yabancı ajanları doluşturan, yerli tank ve silah fabrikalarını NATO’ya uymaz diye kapatan kişidir kendileri… MENDERES döneminde % 52 oyla partisi DP’nin 420 milletvekili, ama % 39 oyla CHP’nin ancak 63 milletvekili çıkarttığı “korkunç demokrasi yıllarına ve partizanca kadrolaşmaya” da değinebiliriz… Şimdiki iktidarın takip ettiği yolların “demokrasinin canına okuyanlarla” ne kadar benzeştiğini de görebiliriz…

Irak’ta ABD’ye direnen SADDAM gittikten sonra ülke 3’e bölündü, kan ve gözyaşı dinmedi, hâlâ bombalar patlıyor. LİBYA’da KADDAFİ gittikten sonra ülkenin parasına el koyan emperyalist devletler, o paraları geri vermediler ve petrol kuyularına el koydular. Peki 10 yılı aşkındır iktidar olan AKP ne yaptı? ABD ve NATO’nun yanında yer alarak bu Müslüman devletlerin parçalanmasında veya sömürülmesinde, Batılı güçlere destek sağladı. Tıpkı Menderes’in kurtuluş mücadelesi veren Cezayir halkı yerine Fransa’yı desteklemesi gibi…

Sınır komşumuz Suriye ile ilişkileri bozarak ABD’yle işbirliği yapan Tayyip ERDOĞAN, ESAD’a karşı Özgür Suriye Ordusu denilen ama beyni El-Kaide üzerinden ABD’ye tutsak teröristleri Türkiye sınırlarından takviye ederek ESAD’a karşı savaştırdı. Türkiye sınırlarını tehlikeye atan AKP hükümeti, son olarak Reyhanlı’da patlayan bombalarla 53 vatandaşımızın ölümüne sebebiyet verdi. Her ne yaptıysa ESAD’ı deviremedi, yerinden oynatamadı. ESAD izlediği politikalarla arkasını Rusya ve Çin gibi güçlü devletlere dayayarak şu ana kadar ayakta kalmayı başardı. Olan Türkiye’nin vatandaşlarına ve devletin dış politikadaki itibarına oldu. Her şey allak bullak oldu. 

17. Uluslar arası Akdeniz Olimpiyatlarında yuhalanmamak için 15 dakikada bütün biletler satın alınıp, yandaşlara dağıtılsa da muhalif medyanın dilinden kurtulamadı Tayyip. Bir tarihte “wait a minute” yerine “one minute” diyen Başbakanımız, bu defa da Akdeniz’e “Mediterranean” yerine “White Sea” demişti. Çok üstüne gidiyordu artık herkes. O herkese “çapulcu” demişti ancak kimi gençler “çapulcu”, kimi insanlar da “ayyaş” olduklarını kabul etmişlerdi. Mizahın biri bin paraydı. Her gün şarkılar besteleniyor, espriler ve karikatürler üretiliyor, bütün bunlar da Tayyip’i öfkelendiriyordu. Sıkılan biber gazını bile dalgaya alan gençler “sık bakalım” şarkısını besteleyince, “halkı kışkırtma” kapsamında değerlendirilmeyi hak etmişlerdi. Dünya’ya yayılan bu en demokratik halk direnişi nedeniyle geniş kapsamlı bir cadı avı başlatılmış, iç ve dış mihraklar, dış basın, sanatçılar, yerde sürüklenen avukatlar, kıskananlar, çatlayanlar ve bilimum görünmeyen düşmanlar yakın takibe alınmıştı…

Dönek solcu Ertuğrul GÜNAY da ancak bakanlık koltuğundan olunca muhalefete başlamış, Tayyip ERDOĞAN’ı cami yalanı nedeniyle yerden yere vurmuştu. Timsah gözyaşları döken Ertuğrul, Kültür Bakanlığı koltuğunda otururken heykellere “ucube” denilerek yıkılmasını seyretmişti. Milletvekilleri, gazeteciler, askerler, bilim adamları sahte delillerle Silivri ve Hasdal’da çürütülmüş, PKK lideri terörist cani APO’yla açıktan pazarlık masalarına oturularak ülke bölünmenin eşiğine getirilmiş ve özgür basın büyük ölçüde susturulmuştu. Bunların hiçbirine içerlemeyen ve pişmiş kelle gibi yerli yersiz sırıtma özelliğine sahip Ertuğrul, birdenbire AKP’deki suyu ısınınca seçim dönemlerine az bir zaman kala kendince vızıldamaya başlamıştı. Umarız Türkiye’deki hiçbir siyasi parti, artık böyle sol gösterip sağ vuran cambazlara koltuk çıkmaz ve bu kişiler tarihin kara çöplüğünde layık oldukları yeri bulurlar.

Sulu göz Bülent ARINÇ ise 10. Yıl Marşı’ndan rahatsız olmuşlar. Malum, kendi ordusuna düşman iktidar, Deniz Kuvvetlerinde atayacak komutan bulamıyor artık. Doğu ve Güneydoğu’da askerî helikopterlerimize ateş açılıyor, askerî karakolların içine molotof kokteylleri atılarak işçilerin çadırları yakılıyor, bu ülkenin topraklarına tonlarca uyuşturucu(hint keneviri) ekiliyor. Asker düşmanı Taraf gibi gazeteler de devenin altında buzağı arıyor, askeri suçluyor, devlet bir zamanlar yatırım yapmamış gibi gerekçelerle terörü meşru kılıyor. 
Bu esas “beton-taş-nato kafalılara” önce şunu söylemek isterim. Devletin geçmişte yaptığı bir takım uygulamaların cezasını bugünün günahsız insanları ödemek zorunda değildir. Şehirlerde atılan bombalarda gencecik kadınların bacakları koptu. Onların hiçbirisi geçmişte yaşamamıştı, bugünün bebekleri ve gazileri de öyle. Doğu’da elektrik ve suyu kaçak kullansalar da faturayı önce devlet, sonra da vatandaş ödüyor. Türkiye en büyük göçü Karadeniz’den vermişti ancak buna rağmen Karadenizliler terör örgütleri kurmadılar, anadilde eğitim gibi dertleri de yok. Doğu ve güneydoğuya PKK korkusundan şirketler yatırım yapamıyorlar. Yatırım için son 25 yıldır devlet GAP gibi devasa projelere girişse de PKK terörü nedeniyle bitirilemedi. Geçmişin hesabını terörle soruyorlar. Peki terör nedeniyle ölen 40 bin kişinin ve binlerce yaralının hesabını yarınlarda başka insanlar da “terörle” PKK’lılara ve yandaşlarına karşı sorarsa ne olacak? Dolayısıyla geçmişin hesabını sonraki kuşaklar ödemeyecek mi? PKK kuyrukçuluğu yapanlar, kan ve ölümden beslenmekten vazgeçsinler, düşman oğlu düşman basın da onlara çanak tutmadan önce bunları düşünsün…

Bu ülkede genetik olarak birbirine karışmış insanların barış içinde yaşaması yerine onları kışkırtanlar, şu meşhur kanlı BOP’un uzun vadeli ortağıdırlar. Sömürücü ve bölücü emperyalist ülkelerin “petrol tutkusu” yüzünden oynanan oyunlar artık bir son bulmalı, onların maşası PKK gibi örgütler tamamıyla bertaraf edilmelidir. Adına çözüm dedikleri şey ise bu ülkenin canla-kanla-kaynaşmakla birbirine geçmiş insanlarında zaten vardır. Bunu anlamayanlar ancak ve ancak ufku dar olan ahmaklardır. Ve bu ahmaklar yüzünden yeryüzünde yüzyıllarca “etnik-mezhep” eksenli savaşlar yaşanmıştır, yaşanmaktadır…

Son olarak şunu söylemek yerinde olacaktır: 10 yılı aşkındır iktidarda olan, ülkeyi içerde ve dışarıda tam bir kaosa sürükleyen ve kaynağı belirsiz sıcak paralarla ekonomiyi iyileştirdiğini sanan AKP ve onun “cemaat lobisi”nin maskesi Türk halkı nezdinde düşmüştür. Gezi Parkı protestolarıyla bütün Dünyadan destek gören halkımız, “cadı avına” rağmen son derece çağdaş bir direniş sergiliyor. Tarihe geçen günler yaşıyoruz. Yıllardır vatandaşların sabır damarlarını çatlatan AKP Hükümeti ve onun “yandaş medyası” artık halkın tokadıyla yere düşmüştür. Vatandaşlar artık kendi televizyonları olan HALK TV ve ULUSAL KANAL’ı izliyor ve satış rakamları artan CUMHURİYET, SÖZCÜ, AYDINLIK, YURT gibi gazeteleri okuyorlar. Malum TMSF’nin en son AKŞAM gazetesini eski AKP’li vekile devredip Gezi olayları lehine yazan yazarları işten atmasıyla artık çok az “gerçek gazete” kaldı. Dolayısıyla vatandaşlar bu gazeteleri peynir-ekmek gibi tüketiyorlar. Bunun ne anlama geldiğini, artık sonun başlangıcındakiler düşünsünler…