İşte Hacıismailoğlu’nun ‘Çorum’daki Sahabîler’ konulu sunumu:
Çorum, evliya, ulema ve meşayih beldesidir. Bu güzel topraklar sahabenin iklimine yabancı bir yer değildir. Bu belde, Fatih Sultan Mehmed’in hocası  Akşemseddin Hazretlerine ev sahipliği yapmıştır. Ebu’s-Suud Efendi, Mustafa Sun’ullah Efendi, Kara Halil Efendi bu topraklardan çıkıp Osmanlı'da şeyhülislamlık görevinde bulunmuşlardır. Fahr’ul-Muhaddisin diye isimlendirilen Yusuf  Bahri Efendi Çorum’un bağrında yatmaktadır. 

Çorum'da sahabeye nispet edilen 5 kabir olduğunu biliyoruz. Süheyb-i Rumi, Kereb-i Gazi olarak zikredilen Amr İbn Ma’d-i Kerib, Ubeyd-i Gazi, Sa’d b. Ebi Vakkas ve Yayan Dede diye zikredilen zatlardır. Çorum da sahabi olduğu ifade edilenler arasında en meşhuru Süheyb-i Rumi’dir. Asıl adı Suheyb b. Sinan olan bu büyük sahabi, Suheyb-i Rumi diye bilinir. Resûl-i Ekrem ile henüz peygamber olmadan önce arkadaşlık kuran Suheyb, zaman zaman O’nunla sohbet ederdi. Gizli davet sürecinde İslâm’dan haberdar olunca Dârülerkam’a giderek İslâmiyet’i kabul etti. Mekke yıllarında çok eziyet gördü. Hz. Peygamber’in hicrete çıkmasının hemen ardından O da Medineye doğru yola çıkmış, müşrikler O’nun Mekke’den bir şey çıkarmasına izin vermek istememişlerdir. O da mallarının yerini söyleyerek hicrete devam etmiştir. Bu durumu haber alan Rasulullah; “Süheyb, ne kârlı bir alışveriş yaptın” demiştir.

Süheyb-i Rumi, Hz. Peygamber döneminde Bedir, Uhud, Hendek başta olmak üzere bütün savaşlara katılmış ve hep Hz. Peygamber’in yakınlarında olmuştur. Öyle ki Hz. Peygamber’in sancaktarları arasına girmiştir. Hz. Peygamber hayatta iken her daim onun yanında yakınlarında bulunan Süheyb, onun vefatı sonrasında 4 halife döneminde de halifelerin emrinde bulunmuştur. Şevval 38’de (Mart 659) Medine’de vefat etmiş, cenaze namazını Sa‘d b. Ebû Vakkās kıldırmış ve Cennetü’l-Baki‘ye defnedilmiştir. Ancak ünlü tarihçi Gelibolu’lu Mustafa Ali, “Künhü’l-Ahbar” adlı meşhur tarih kitabında farklı bir iddia öne sürmektedir: “Hz. Süheyb’in 38 tarihinde vefat ettiğini İbni Esir yazdı ise de kabrinin nerede olduğunu tayin etmedi.

Gülabibey’de korkutan yangın! Gülabibey’de korkutan yangın!

Zahir budur ki Rumiyye-i Suğra’ya (Anadolu’ya) tabi olan Çorum namındaki kasabada medfundur. Orada yatan odur, derler” ifadelerini kullanmıştır. Son dönem alimlerinden Mehmed Zihni Efendi ise Suheyb-i Rumi’nin Medine’de medfun olduğunu söyler ve “Çorum’da ziyaret ettiğimiz Suheyb-i Rumi mezarı Suheyb b. Numan’ın olsa gerektir. Çünkü onun vefat tarihi ve yeri belli değildir” demektedir. Hıdırlık Şeyhi namıyla tanınan Şeyh Abbas Efendi ise, Hıdırlık’ta yatan üç zat için “Caminin yanındaki türbede yatan Alemdar-ı Resul Suheyb hazretleridir.

Beraberindeki de Ubeyd Gazi’dir. Ayrı türbede yatan ise Kereb-i Gazi diye tanınan Amr b. Madikerep hazretleridir. Her üçü de ashab-ı kiramdandır. Hz. Ali ile Muaviye arasındaki hilafet kavgasında Suheyb-i Rumi tarafsız kalmış ve Muaviye zamanında İstanbul’un fethi için orduya her üç zat katılarak buralara gelmiştir. Burada Ubeyd Gazi ile Kerb-i Gazi harben (savaşarak) şehit düşmüştür. Bilahare İstanbul dönüşünde Çorum’a uğrandığında Suheyb-i Rumi hastalanarak vefat etmiştir” ifadelerini kullanmıştır.

Hıdırlık Cami’inde Suheyb-i Rumi’nin türbesinin bitişiğinde ashab-ı kiramdan Ubeyd Gazi’nin kabri bulunmaktadır. Türbenin girişinde aslen Yemenli olduğu ve hicretin 40. senelerinde Medine-i Münevvere’den İstanbul’un fethi için giden Müslüman ordulara bağlı olarak Çorum’dan geçerken burada harben (savaşırken) şehit olduğu hakkında bilgi bulunmaktadır.

Kereb-i Gazi diğer adı Amr İbn Madikerib için, cengaverliği, pehlivanlığı, korkusuzluğu ifade edilir. 11 yıl boyunca cihat meydanlarından bir diğerine koşup durmuştur. Bizans’la gerçekleştirilen Yermük Savaşı’na katılmış ve bir gözünü kaybederek gazi olmuştur. Hz. Amr İbn Madikerib en son Nihavend Savaşı’na katılmıştır. Cihad sırasında yaralanmış, İran'ın Rey kasabasının Ruze köyünde şehit olmuştur. Kaynaklardan öğrendiğimiz bilgilere göre Kereb-i Gazi olarak bildiğimiz Amr b. Madikerib İran’ın Rey bölgesinde medfundur.

Sa’d b. Ebi Vakkas’ın, Çorum’da Kunduzhan Mahallesi, Zarif Hoca Sokakta bir evin avlusunda kabri/makamı bulunmaktadır. 675 veya 678 yılında Medine civarındaki Akik denilen yerde vefat etmiş ve Medine’de defnedilmiştir. Sa’d b. Ebu Vakkas’ın, İslam tarihi içerisindeki şöhreti sebebiyle kabrinin burada olmadığı ve belirtilen yerin bir makam olduğu kesindir.
Yayan Dede’nin kabri, Çorum’da Ulumezar’dadır. Rıfai şeyhleri de teberrüken oraya defnedilmişlerdir. Böyle bir mezar bulunduğuna dair tek bilgi ‘Sahabeden Maruf Yayan Dede’ ibaresi bulunan mezar taşıdır. Esas adının ne olduğu, hangi kabileye mensup olduğu, ne zaman İslama girdiği hakkında hiçbir malumat bulunmamaktadır. Bu kişinin sahabeden olduğuna dair yazılı hiç bir kaynağa rastlanmamış, sadece mezar taşında “sahabeden” ifadesine bakarak sahabî olduğunu ifade etmek yanlış olur. Muhtemelen Allah dostlarından birisine ait mezardır.
Sahabiler hakkında tabakat kitaplarında bilgi vardır. Bu kitapların hepsinin bize verdiği bilgileri alt alta koyup saydığımız zaman isimlerin tespiti noktasında sadece 10.000 sahabinin ismini bilebiliyoruz. Bu 10.000 sahabiden de yalnızca 1.000 kadarının hayat hikayesini detayları ile öğrenebiliyoruz. Diğer taraftan Hz. Peygamber’in Veda Haccı’nda Mina’da, Müzdelife'de O’nu dinleyen sahabi sayısı 114.000 veya 124.000 olarak geçmektedir. Ancak 124.000 kişiden bizim isimlerini bilebildiğimiz sadece 10.000’dir. Sahabe, hicretin 17. yılından sonra cihad, ticaret gibi farklı nedenlerle dünyanın dört bir tarafına dağılmaya başladı. İşte o dağılmadan en fazla nasiplenen coğrafya Anadolu coğrafyası oldu. Dolayısıyla falanca kitabın verdiği bilgiye istinaden şurada bulunan mezardaki sahabi kesinlikle bu kişidir diyemediğimiz gibi Anadolu'nun dört bir tarafında bulunduğu iddia edilen sahabi kabirleri için de burası kesinlikle sahabi mezarı değildir diyemeyiz. Yaklaşık 124 bin sahabiden 1.000 kişi civarı hakkında ayrıntılı bilgiye sahibiz. Diğerlerinin nerede, ne zaman vefat ettikleri hakkında kesin bilgiye sahip değiliz. Yani akademik anlamda ülke genelindeki çoğu sahabi mezarları hakkında olumlu veya olumsuz kesin bir görüş bildirme imkanımız çok fazla yoktur.
Çorum, Konstantiniyye’ye şimdiki adı İstanbul’a giden Arapların fetih yolu üzerindedir. Arap ordularının İstanbul fethine giderken veya gelirken Çorum topraklarından geçtiğini hepimiz biliyoruz. Ordu geçerken çeşitli nedenlerle vefat edenlerden buraya defnedilenler olabilir. Hatta mezar yerini bilmediklerimiz de belki vardır. Ama Çorum’da mevcutta halk arasında sahabi olarak mezarları olanlar İslam tarihinde meşhur isimlerdir, haklarında, ölüm ve definleri hakkında bilgiye ulaşmak mümkündür. Görünen odur ki Çorum Hıdırlık’taki sahabi mezarları makam veya başka sahabilere ait kabirlerdir. Anadolu halkının, kendi beldelerinde bir sahabe kabri veya makamı olduğu inancı, o bölgenin manevi ikliminin şekillenmesinde büyük etkiye sahiptir. Hıdırlık Camisinde bulunan bu sahabe türbeleri de Çorum’da saygı gösterilen, özellikle kandil gecelerinde, gelin alma ve sünnet törenlerinde en çok ziyaret edilen yerlerdir. Hıdrellez şenlikleri bu mekânın etrafında gerçekleştirilir. Bu bölgeye verilen önem, sahabe kabirlerinin bulunmasının yanı sıra, Türklerin İslam öncesi geçmişlerinden itibaren defin kültürüne önem vermelerinden ileri gelmektedir. Buralar mezar da olsa makam da olsa o kişilerin ruhuna ithafen dualar okunmakta bazı ritüeller bu bölgede icra edilmektedir. Bu mezarlarda yatanların sahabi olduğuna dair halk nezdinde genel bir kabule dayalı inanç oluşmuştur. Bu oluşumun arka planında da Ortaasya Türk kültürünün bölgeye yerleşen Türk boyları ile birlikte geldiği kanaati yatmaktadır. Türklerdeki Hz. Peygamber sevgisine dayalı bu inanç temelinde O’nun adının geçtiği, O’nunla ilişkilendirilen her konu büyük bir saygınlığa sahiptir. Sahabeye hürmet ve komşuluk O’na hürmet ve komşuluk etmek gibi algılanmıştır. Çorum halkının Hıdırlıktaki sahabe mezar veya makamlarına ilgi ve saygıları da bu bağlamda değerlendirilmelidir.
İslam anlayışı ve defin gelenekleri bağlamında değerlendirildiğinde Türklerde mezarlara daha farklı bir anlam yüklendiğini, sembolik ifadeler kullanıldığını, sanat ve estetik açısından farklı özellikler taşıdığını görüyoruz.  Burada ölüler kültü, atalar kültü devreye girerek balballı mezar taşları, kurganlar, kümbetler, türbeler gibi farklı mezarların oluşturulduğunu, Türk kimlik ve geleneklerinin mezar taşları ve üzerindeki yapısal özellikleri itibariyle gelecek nesillere taşındığını biliyoruz. Buradan hareketle Türklerde mezarlar hakkında gelenek halinde bir kültür oluşturulduğunu, örneklerini kümbetlerde ve İstanbul Eyüp Sultan mezarlığı başta olmak üzere Anadolu’nun pek çok yerinde değişik uygulamalarla yaşatıldığını Türk İslam sanat tarihi kaynaklarında okuyoruz. Mezar kültürünün oluşumu, kullanılan malzemelerdeki sembolik anlatılar, süslemeler gibi yönlerimizle de diğer İslam ülkelerindeki mezar anlayışlarından farklı bir duruş ve görünüş ortaya koyduğumuzu anlıyoruz.
Türklerde sahabe mezarlarına farklı bir özen ve saygı gösterilmesini çok değişik etkenlerle ifade etmek mümkündür. Bunlardan bir tanesi de Hz. Peygamber’in; “Ashabımdan herhangi birisi bir yerde ölürse, mutlaka o,  belde insanları için kıyamet günü bir nur ve kılavuz olarak gönderilir” şeklinde rivayet edilen hadisine mazhar olabilmektir. Buradan hareketle Anadolu’nun her tarafında çok sayıda sahabi adına düzenlenmiş mezarlar ve makamlar vardır. Bir milletin sahip olduğu topraklarda varlığını en güzel şekilde belgeleyen mezarları ve sanat yapılarıdır. Sahabe mezarları da bu topraklarda Türk İslam hakimiyetini sembolize eden yapılardan birisidir. Türkler, İslamiyeti kabullerinin ardından her alanda İslam’a hizmet etme yarışı içinde olmuş ve bu gayreti her alanda göstermeye çalışmışlardır. Bu yarış, Hz. Peygamber’i sevme ve O’nun mirasına en iyi şekilde sahip çıkabilme adına sergilenmiş, bu gayret ve özellikleriyle de Türk deyince İslam, İslam deyince Türk anlaşılır olmuştur. O nedenle Türk toplumu, Hz. Peygamber’in birer mirası olarak gördükleri Ashab’a sahip çıkma, onları sevme, onlara hürmet gösterme hususunda bir yarış içinde olmuş, kutlu Nebi’nin sevdiklerini sevmeliyiz, onları komşu eylemeliyiz diye düşünmüşlerdir. Hz. Peygamber’e ve O’nun dostlarına, yarenlerine, arkadaşlarına duyulan sevginin tezahürü bu mezarlar olmuştur Anadolu insanı, kendi beldelerinde birer sahabi kabri, o olmasa bile teberrüken onlara ait makamlar olmasını arzu etmişlerdir. Çorum sahabilerini de bu bağlamda değerlendirmekte yarar vardır.