Takdim:
Arap ve Afganistan-Pakistan bölgesinde yaşanan çatışmalar, katliamlar, “İslam” tasavvurunu tam tersi bir anlama çevirdi. Sözlük anlamı barış ve esenlik olan İslam denildiği zaman birbirlerini katleden halklar toplulukları akla geliyor artık, maalesef! Enerji arz ve üretim merkezlerinin büyük bir kısmında yaşayan Müslümanlar, sürekli bir istikrarsızlık halini din/mezhep savaşları adı altında yaşanmaktadır. Türkiye ise son dönemde kazandığı olumlu imajı Suriye olaylarıyla birlikte gittikçe kaybetmektedir. Mısır ve Libya’da da istenmeyen ülke konumuna düştü. 
Ülke içinde toplumsal kamplaşma had safhaya ulaştı. Mülteci Suriyelilere olan toplumsal tepkiler artmaya başladı. Son dönemde türeyen ve Peygamberimizin mührünü sancak olarak yapan bir örgüt Suriye’yi din adına kana bulayan İŞHİD adlı örgüt ile Türkiye arasında resmi bağlar kurulmaya çalışılması tedirginliğimi iyice artırıyor.  
Bunlara ilaveten ülkemde kurumlar arasında uyumsuzluk arttı. Artık insanların güvenlik birimlerine, yargıya güven oranı iyice azalmaya başladı. Alanımla ilgili olarak söyleyecek olursam, ilahiyat sahasında Selçuklu Nizamiye medreselerinden itibaren oluşturduğumuz felsefe ve din, akıl ve vahiy dengesi neo selefi okumalarla bozulmaya başladı. Velhasıl ülkem için kaygım gittikçe artıyor, bu durumda akademisyen olarak yapabileceğim teorik okumaları paylaşarak olası çözüm önerilerine katkıda bulunmak diye düşünüyorum.
Kaygıları Paylaşmak: 
Felsefe tanımım, kaygıları paylaşmak olduğu için kendilerini Sünni halkların temsilcisi gibi sunan temelde vehhabi öğretiye dayanarak kendileri gibi düşünmeyenleri tekfir eden “Neo Selefi” şiddetin oluşturduğu risklere işaret etmek için metinler hazırlayıp konuşmalar yaptığım bir dönemde, elime üç kitap geçti:
Bunlar Alman ve İngiliz istihbarat birimlerinin raporlarına dayanan ve/ya bizatihi birimlerce hazırlattırılan kitaplar okudum, notlar aldım. Ama tedirginliğim had safhada olunca, paylaşmadım. Fakat son birkaç gündür, Türkiye’nin tekrar misak-i milli sınırlarına döneceğini, Musul ve Kerkük’ü eyalet olarak ilhak edeceğini, bunun için Başkanlık sistemi gerektiği işlenmeye başlandı. Bunun “Büyük Ortadoğu Projesi ile irtibatı var mıdır?” veya “1917 yılındaki masaya konulan büyük plan ve hedefleri ile mukayeseli incelenme yapılmadan reel politik açımlama mümkün müdür?” soruları bağlamında akademik sorumluluk gereği okuduklarımı paylaşmam gerek dedim. 
Velhasıl üç kitabı okuyunca, günümüzü anlamak için Osmanlı’nın son döneminde Rusya, İngiltere (aslında Britanya demek daha uygun) Avusturya-Macaristan, Fransa ABD ve hatta Japonya ile ilgili ilişkilerimizi yeniden okumak gerekir diye düşündüm. 
Akademisyen ve STK konusu
Bu hususlar uluslararası ilişkiler ve siyaset bilimi alanına girer, siz “Niçin teoloji ile uğraşmıyorsunuz?” diyenler olabilir. Nitekim Aralık 2011 tarihinde Japonya’daki bir uluslar arası sempozyumda İngiltere doktorasını yapmış ve bir vakıf üniversitesinde uluslar arası ilişkiler öğreten arkadaş, aynen bu soruyu sormuştu!
Arap Baharı adı altında bölgede yaşanan olayları Yemen Sana’a öğretim üyesi olarak yerinde görüp bunlar, bölgeye istenilen demokratik sistemi getirmeyecek, böyle bir amaç da yok, sadece vitrin değişimi diyerek analizler yapmaya çalışmam üzerine böyle söylemişti. Arapça bilip bilmediğini, bölge haklarının etnik ve mezhepsel farkları üzerine teolojik birikimi olup olmadığını sorunca çok şaşırmıştı?
Sana’a üniversitesinde dünya dillerinin tamamına yakının olduğunu, bölgedeki lehçeleri bile bilen akademisyenler olduğunu, onların kendi paradigmalarına göre yazdıklarını okuyup Türkiye’de uluslararası ilişkiler uzmanlarının cirit attığını söyleyince, az biraz bozulmuştu. Nitekim Türkiye’nin siyasetine düzen verdiğini düşünen bir STK’nın Mursi’ye de rehberlik ettiğini, çalışmalar yaptığını, Sisi’nin darbesinden birkaç saat öncesine kadar Mısır’ın ne kadar demokratikleşeceğini, darbenin imkansız olduğunu söylediğini düşündüğümde durumun vehameti iyice arttı. 
Kısacası demem o ki, eğer yakın bölgelerimize yönelik bir araştırma yapılacaksa, bölgenin siyasi, dini geçmişini, farklılıkları, aykırılıkları, sosyo-politik aşamalarını  yakinen bilmek gerekiyor ki, bu da güçlü bir ilahiyat eğitimi gerektiriyor.  Jeo-felsefe yapma çabam bu kaygının sonucudur, vesselam.
Hareket Noktası:
Aslında mücadelenin dünyanın en önemli enerji üretim ve arz noktalarının her dönem küresel güçler tarafından sömürmesi ve kontrolü için olduğu ilk hareket noktamızdır. 
Osmanlı’nın da son iki yüzyıldır kan kaybını durdurmak için Ordu’nun kara kuvvetlerinin ıslahını Almanya, deniz kuvvetlerinin ıslahının İngiltere, jandarmanın yenilenmesini ise Fransa’ya teslim etmesi, güçler dengesi açısından yapılmış stratejik hamleler olarak görülebilir. 
Özellikle Almanya’nın gerek Osmanlı’nın son döneminde gerekse kuruluş aşamasında sürekli müdahil ve etkili olduğu bilinen bir husustur.  Ayrıca üzerinde güneş batmayan bir sömürge kuran, denizler üzerindeki hakimiyeti olan Britanya’nın Panslavizm ve Pancermenizmin ülkemiz ve Müslüman ülkeler üzerindeki politikalarını kırmak için neler yaptığını analiz etmeden günümüzü anlamak mümkün değil. 
Kadim Planlar
Rusya’nın boğazları geçerek Arap dünyasındaki petrollere ulaşmak,
İngiltere’nin ise Kıbrıs’ı Ön Asya’nın anahtarı olarak görüp burayı almak ve Rusya’nın önünü kesmek, 
Almanya’nın gerek Arap dünyasındaki petrollere, gerekse Türkiye ile işbirliği yaparak İç Asya’da bir pantürkits politika ile Hindistan’a sarkmak,
Avusturya ve Macaristan’ın Rusya’nın Panslavizm politikasından korunma çabası,
Fransa ve İtalya’nın sömürge elde etme arayışları;
ile birlikte düşünmek lazım, günümüzü! 
Karşı Planlar
Bu durumu gören Osmanlı yöneticileri önce Britanya, Sonra Rusya ve Fransa ile yakınlaşmaya ve antlaşmalar imzalamaya çalıştı. Üç ülke de reddetti; sonunda Almanya ile siyasi ve ekonomik ortaklıklar kurularak, Osmanlı elini güçlendirmeye çalıştı.  Bu plan ve karşı planların analiziyle günümüz Türkiye’sinde yaşanan sorunlar ve çevremizdeki ateş halesi rasyonel analizlere tabii tutulabilir.
Bu yazı dizisi, artık resmi gizliliği kalmayan ve açıklanan istihbarat bilgilerini haberdar eden üç kitabı merkeze alarak yaşananların dini ve mezhebi boyutlarını, bunlarla nasıl politikalar oluşturulduğunu veya meşruiyet sağlandığının eleştirel analiz boyutuyla ilgilidir; bunu özellikle belirteyim. 
Yazıların omurgasını oluşturan ilk kitap “Ian Johson’ Münihte Bir Cami: Naziler, Cia ve Müslüman Kardeşlerin Batıdaki Doğuşu” (Mikado, İstanbul.2012) İkincisi Türklüğe Nefret Kitabı:  Hilal ve Demir Haç. ( dward F.Benson. çev .Mert Akçanbaş, Destek yay. İstanbul.2011) Üçüncüsü ise Büyük Britanya Kraliyet Donanması İstihbarat Servisince sadece resmi kullanımlar için hazırlanan ve hala bir kısmı gizli tutulan “Turanlar ve Panturanizm’in El Kitabı (çev. Gonca Durgun ve Şenol Durgun, A kitap. Ankara, 2013) Yazı dizisinin üst ana başlığı da ilk kitaptan alınmadır. (Devam edecek)