Dinin ve dolayısıyla da Kur’ân’ın siyasete ve ticarete alet edilmesi anormal boyutlara ulaştı. Kur’ân, Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu şekilde meydanlara indirilerek dalaşma konusu yapılmamış, dinimizin kutsalları böylesine istismar edilmemişti.
Üzerinde Bakara Sûresi bulunan Kur’ân ve Kâbe şeklinde pasta… Üsküdar’da Kâbe maketi, Tuzla’da Hicret parkuru… Malûm şahsa, neredeyse peygamberlik ve Allahlık vasıfları (Hâşâ) yüklenmesi... O’na dokunmanın ibadet, o’nu üzmenin Allah’ı üzmek olduğu tarzında hezeyanlar…“Salli Âlâ” lı Türküler… Konuşması kesilmesin diye, ezanın vaktinden 40 dakika sonra okunması… Camilerin siyasete alet edilmesi…
Kur’ân’ın indiriliş amacı, savaşlarda sayfalarının mızrak ucuna takılması, mitinglerde ellerde sallanması ya da ayetlerinin pasta üstünü süslemesi ise değildir.
Kur’ân, tüm insanlık için gelmiş evrensel bir mesajdır. İnsanın, doğanın ve kâinatın “Oku” nmasını emreden ilâhi bir vahiydir. Kur’ân sadece yüzeysel (Arapça) olarak okunmak için değil, anlaşılmak için gelmiştir. Yüce Yaratıcının insana gönderdiği bu mesajları doğru anlamak ve onları hayatımıza doğru geçirmek zorundayız. Bunun için yapılacak tek şey Kur’ân’ı anladığımız dilden okumaktır. Yani Türkçe, Kürtçe, İngilizce, Fransızca, Almanca v.b. tercümesinden…
Milyonlarca Müslüman’ın Arapça öğrenmek gibi bir zorunluluğu yoktur! Eğer öyle olsaydı Yüce Allah kitabında bunu açıkça emrederdi.
Arapça bilmek, insanlar üzerinde bir üstünlük sebebi değildir.
Kur’ân’ın insanlığa yüklediği görevleri yine Kur’ân diliyle anlatan Prof. Dr. Mehmet Okuyan, bakın bu konuda neler söylüyor:*
“Kur’ân’ın metni Arapçadır, manası ise Râb’cadır.
Dini pratiklerin beş tane birbirini tamamlayan fedakârlıkları vardır. Bunlar varsa siz Kur’ân’la diyalogunuzu sıkı ve sıcak tutuyorsunuz demektir.
Tedebbür: Bir meselenin köküne inmek.
Tezekkür: Gerçeğin hatırlanması… Gerçeğin fark edilmesi...
Tefekkür: Fikir üretmek, fikir meydana getirme çabası...
Teakkul: Aklı çalıştırmak…
Tefakkul: Anlamaya ve hayatın pratiklerine sunmaya çalışmak…
Rabbimiz peygamberler gönderdi. Peygamberlerin tebliğ ettiği hakikatler birbirlerinin alternatifi şeyler değildir. Aynı hakikatin, değişik zamanlarda, değişik dillerde, ümmetlere aktarılmasından ibarettir. Arapça kutsal bir dil filan değildir.
Rûm Sûresi 22. ayet: “Dillerinizin ve renklerinizin farklı oluşu, Allah’ın kudret emarelerindendir.”
Bir dil diğerine göre daha az iyi daha çok kötü olmaz. Peygamberlerin farklı dillerde ümmetlerine hitap etmesinin sebebi, İbrahim Suresi 4. ayet de beyan buyruluyor;
‘Biz gönderdiğimiz her bir peygamberi kendi kavminin diliyle gönderdik ki, onlara açıklamalarda bulunsun.’
Arapça kutsal bir dil olsaydı Tevrat’da Arapça olurdu, İncil’de Arapça olurdu, Zebur’da Arapça olurdu. Kur’ân’ın Arapça olmasının bir tek sebebi vardır o da, Hz. Muhammed ve ilk muhataplarının Arap olmasıdır.  -Kur’ân, sorgulanacağımız kitaptır.
Zuhruf  Suresi 44. ayet: ‘Bu vahiy hem senin için hem kavmin için gerçeği hatırlatmadır. Bundan sorgulanacaksınız.’ Bizim sorgulanacağımız kaynak, Kitâbullah’tır. Bu ayet bunun bir delilidir.”
Kur'ân’la yaşamanın olmazsa olmaz şartları ise bellidir. Hepsi de sosyal yaşam ile ilgilidir:
Allah’a şirk (ortak) koşmayacaksın! Allah’tan başkasına kulluk etmeyeceksin! Allah ile arana putlar ( ruhbanlar, şeyhler, şıhlar, mal putları, v.b.) koymayacaksın! Âdil olacak, insanlar arasında adaleti gözeteceksin! Emaneti, ehline vereceksin! Yalan söylemeyeceksin! Hırsızlık yapmayacaksın! Kamu malından aşırmayacaksın! Kul hakkı yemeyeceksin! Yolsuzluk yapmayacaksın! Rüşvet yemeyeceksin! Gıybet etmeyeceksin! İftira atmayacaksın! Yalan yere şahitlik etmeyeceksin! Komşuna iyi davranacaksın! Altın ve mal biriktirmeyeceksin! Mal ve evlatta yarışmayacaksın! Elindekini paylaşacaksın! İnsanlar arasında bölücülük, fitne çıkartmayacaksın! Yeryüzünde kibirle yürümeyeceksin! Komşun açken sen tok yatmayacaksın! El Emîn olacaksın; (elinden, dilinden, belinden emin olunan kimse) Aklını işleteceksin! Sadece Allah’tan korkacaksın! Kula, kulluk etmeyeceksin!
Hayatımızda bunlar varsa, Kur’ân ile yaşıyoruz demektir. Ya yoksa?! Yoksa “Ben Kur’ân’la doğdum, Kur’ân’la yaşıyorum” demek, içi boş kelimelerden öteye geçemez…
Din insanın sosyal hayatını düzenlemek için vardır. Kur’ân bize nasıl yaşamamız gerektiğini açıklamaktadır. İslam peygamberi, Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V) bize Kur’ân’ın emirlerini bizzat kendi yaşamıyla öğretmiştir. Yani hayatına uygulatmıştır. “Sen bizim efendimizsin” diyen sahabesine; “Dikkat edin, Şeytan sizi uçurmasın” diye uyarıda bulunmuştur.
Kur’ân’ın metni Arapçadır, manası ise Râb’cadır.
Manasını anlamadığımız kitabımızı, hayatımıza almamız mümkün değildir. Mahşerde torpil sistemi işlemediğine göre, anlamını bilmeden okuduğumuz kitabın imtihanından geçmemiz söz konusu bile olamaz. Manasını bilmediği bir kitabın müminleri, herkes ve her kesim tarafından, Kur’ân ile ve Allah ile aldatılmaya mahkûmdurlar…
“Aklını işletmeyenin üzerine Allah pislik yağdırır.” (Yûnus Sûresi, 100. Âyet.)
Allah hepimize doğru anlamda Kur’ân ile yaşamayı ve yaşatmayı nasip etsin!