Yaşadığımız olayların bir zincire bağlı olduğunu ve hiçbir sonucun da nedensiz olmadığını düşünüyorum. Türkiye’yi 12 Eylül’e götüren süreç göz önüne alındığındaysa tek başına Kenan Evren ve ekibinin yargılanamayacağını, herkesin öncelikle kendi kendisiyle yüzleşmesi gerektiğini bilmek zorundayız.

12 Eylül 1980’den önce kardeşin kardeşi öldürdüğünü, insanların korkudan akşamları sokağa çıkamadığını, mahalle savaşlarıyla semtlerin bölündüğünü ve çocuk yaştaki gençlerin her gün iç savaşa katlanarak sürüklendiğini asla unutamayız. Kahramanmaraş ve Çorum olaylarında öldürülen Alevileri, Taksim’de üzerine ateş açılan işçileri, öldürülen gazetecileri ve provokasyonlarla dolu daha bir yığın olayların ülkemizi sürüklediği uçurum karşısında aciz kalan siyasetçileri de unutamayız. Sokaktaki ülkücü gençlerle, solcu gençlerin akıl almaz savaşını, gecenin karanlıklarında duvarlara yazılan öfke ve nefret dolu yazıları da unutamayız.

Bütün bunlar karşısında şayet siyasetçiler uzlaşabilselerdi, eminim ki gençler arasındaki tansiyon da düşecek ve bu anlamsız “kardeş kanı dökme yarışı” da bir son bulacaktı. Ama 1980 askerî darbesinden önce, 100 turda bir cumhurbaşkanı bile seçemeyen TBMM, aslında çözümsüzlüğün merkezi kendisi olduğundan dolayı, darbeye giden yolu da yine kendisi açmıştır, diye düşünüyorum. Türkiye gibi siyasi tansiyonun yüksek olduğu bir ülkede, bugün bile siyasetçiler halk yararına uzlaşarak karar almayı öğrenebilmiş değiller. Haberleri dinlediğimizde günümüzde bile, nefret ve mahalle kavgası kokan üsluplar devam etmekte, halka öncülük etmesi gereken siyasetçiler, sade bir vatandaş kadar bile itidalli olamamaktadırlar. Kaldı ki 1980 öncesi dönemde, siyaset çok daha hararetli ve sokaklara taşmış durumdaydı.

Yargılama yapacak olanların, öncelikle vicdanlarının temiz olması gerekmektedir. 1993’teki Sivas katliamının bir numaralı sanığı ve dönemin Refah Partisi belediye meclis Cafer Erçakmak, Interpol aracılığıyla aranırken, Sivas’taki evine 100 metre mesafede eceliyle 2011’de ölürse…Sivas katliamında suçluların avukatları AKP’den milletvekili olursa…İnsanları domuz bağıyla öldüren Hizbullahçılar,AKP dönemindeki zaman aşımı kararıyla güle oynaya hapisten çıkarılırsa…Teröristler zil takıp oynayarak Habur sınır kapısından içeri girerse…Devletin MİT’çisi AKP Hükümetinin emriyle PKK terör örgütüyle müzakere yürütürse…İşte o zaman, “1980 sonrasını yargılamak ta size düşmez” diye düşünülür.

Peki, Kenan Evren’in darbesinden mutlu ve memnun olarak, darbeden tam 2 yıl sonra 1982 Anayasasına ve Evren’in cumhurbaşkanlığına % 92’yle “evet” mührünü basan Türk Halkına ne demeli? Sandıklarda korktuklarını söylemek yeterli bir cevap değil diye düşünüyorum, çünkü % 92 ciddi bir rakam. Ayrıca çocukluğumdan hatırladığım kadarıyla, Kenan Evren’e büyük bir sevgi vardı. Kenan Evren, her gün televizyonlarda ve gazetelerde de görüldüğü üzere, Türkiye’nin her tarafını dolaşarak mitingler yapıyor ve insanların sevgi gösterileriyle karşılanıyordu. Konu komşu herkes onun için İkinci Atatürk benzetmesi yapıyor, gerçekten de bir bıçak gibi kesilen sokak çatışmalarının ardından, insanlar artık huzur içinde sokaklarda dolaşabiliyorlardı.

Burnumuza gelen kötü kokularsa, ancak 7-8 yıl sonra gazetelerde daha cesaretle yazılmaya ve yorumlanmaya başlanmıştı. Hapishanelerde işkence nedeniyle ölenler, haksız yere yatanlar, yurtdışına kaçıp uzun yıllar Türkiye’ye dönemeyenlerden oluşan bir dizi dram yaşanmıştı ülkemizde ve yepyeni bir siyasi döneme girilmişti. O dönemin adı da Turgut Özal dönemiydi. Kenan Evren ürünü olan bu dönem ve Turgut Özal, nedense AKP hükümeti tarafından toz kondurulamaz olarak raflarda bekletilir ve korunur olmuştu. Evet, Turgut Özal “darbeden yeniden siyasete geçme aşamasında” tespit edilen bir isimdi ve uyguladığı ekonomik politikalar reform gibi görünse de Türkiye ilk kez korkunç enflasyon canavarıyla tanışmış, hayali ihracatçılar devleti milyarlarca lira dolandırmış, ANAP iktidarının oluşturduğu köşe dönmeci siyasetçiler, ülkeyi tam bir kaosa sürüklemişti. Turgut Özal’dan sonra gelen her hükümet, adeta ekonomik bir enkaz devralmış ve bir türlü belini doğrultamamıştı. Üstelik 1985’ten sonra hortlayan PKK terör örgütünün oluşumu da bu döneme tekabül ediyordu ve zamanında önü alınamadığından, ileride tam bir canavara dönüşecekti…Fakat demokrasi kahramanı ilan edilen darbeden çıkma Turgut Özal da tıpkı halefi, diğer demokrasi kahramanı Adnan Menderes gibi AKP tarafından çok sevilmiş, merkez sağdan kendisine oy devşirmek, gerçekleri yargılamaktan daha kârlı olmuştu.

12 Eylül 2010’da “Kenan Evren’i yargılayacağız” diye halkın yarısının fazlasından oy alan AKP, bununla beraber bir sürü maddeyi referanduma sunmuş ve HSYK’yı da ele geçirerek yargıyı tam anlamıyla kendine bağımlı hale getirmişti. Tıpkı 1982 Anayasasıyla beraber kendini Cumhurbaşkanı seçtiren yasayı aynı anda onaya sunan Evren gibi…

Şimdi ortaya çıkan tabloda, artık karşımızda 95 yaşında hasta olan ve “pişman değilim” diyen bir darbeci ve yine hayatta olan ama yine hasta yatağında, bir kuvvet komutanı daha var. Kenan Evren ve Tahsin Şahinkaya yargılanacaksa eğer, dönemin işkenceci polis müdürleri ve subaylarından tutun da idam kararlarını veren mahkemeler ve hapishanelerde işkenceci olarak bilinen onlarca suçluyu kim ve nasıl yargılayacak?..Kenan Evren’in işkencelerini % 92’yle onaylayan dönemin Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları nasıl ve ne şekilde yargılanacak? Her gittiği şehirde ve yaptığı mitinglerde Kenan Evren’i elleri parçalanıncaya kadar alkışlayanlar nasıl yargılanacak? O idamlarda, o işkencelerde ve Kenan Evren ve ekibinin yaptığı her uygulamada onların da parmak izi yok mu? Bu ülkeyi kaosa sürükleyen ve demokrasiyi kullanamayıp kavgadan beslenen siyasetçilerin suçu yok mu?

Evet, Kenan Evren’i mahkemeye çıkararak bu ayıplarınızı örtemezsiniz. Siz de onun baktığı “aynada” ve onun siluetinde varsınız ve ona bastığınız “evet” mührünü de tarihin sayfalarından silemeyeceksiniz.