Türkiye’yi adım adım rejim değişikliğine sürükleyen Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanı seçilmesinin ardından, gündemin üst sırasına CHP çıktı. AKP’de Erdoğan’ın yerine kimin başbakan olacağından ziyade, CHP’ye ne olacağı konuşuluyor. CHP dışındaki hiçbir partide olağanüstü kurultay talebi yok. İsyan yok. Peki niçin? 

Bunun en önemli sebeplerinden biri; her ne olursa olsun CHP’de sorgulayan, daha demokratik ve daha hareketli bir örgüt yapısının mevcut olması. 
Olumsuz bir sebep ise; parti disiplininin yeterince yerleşmemiş olması ve demokrasiyle disiplinsizliğin ayırdına varamamaktır. 

Genel, Yerel veya Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin, ülkenin kötüye gidişatı göz önüne alındığında ne denli önem taşıdığı, kimileri açısından yeterince anlaşılamamış görünüyor.  Kurtuluş Savaşı destanıyla kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin temelleri olan laik-çağdaş-tam bağımsız ve Atatürkçü kimlik yavaş yavaş yok ediliyor. 

ABD ve Avrupa devletlerinden bir tanesi değiliz. Sandığa gitmek zorundayız. Onların rejim değişikliği kaygısı yok, onlar PKK terör örgütüne binlerce evladını şehit vermemiş, onların binlerce yaralı gazisi olmamış. Onların devlet başkanları laik-çağdaş eğitimi yok etmiyor, bağımsız yargıyı yok etmiyor. Avrupa’da “din siyaseti-etnik siyaset” yasaklanmış, bizim gibi her gün bunlarla yatıp kalkmıyorlar. Onlar hırsızlık yapan kamu görevlilerini anında görevden alıp, çağdaş yargıya teslim ediyorlar. Bizim hükümet gibi devletin bütün kurumlarını “cemaat örgütüne” teslim etmiyorlar.

Dolayısıyla sandığa gitmeyen ve memleketine karşı en küçük bir sorumluluk taşımayan 15 milyon seçmeni (hasta ya da acil durumu olanlar dışında) kınıyorum. Sorumluluk duygusu gelişmemiş insanlar, eleştiri haklarını da kaybetmişlerdir. 

CHP’de ise yıllardır süregelen sancılı süreçler vardır. Bazı şeyler dayanılmaz olup, patlama noktasına varınca da Olağanüstü Kurultay süreci yaşanır. Ancak bu Kurultayların hiçbiri parti içindeki sorunları çözmediği gibi, bir süre sonra kaybeden gruplardan bazıları partiden uzaklaşarak çemberin dışına çıkar. Bu yönüyle CHP, adeta sürekli insan kaybeden bir siyasal parti olmuştur. Örneğin Zülfü LİVANELİ, Yaşar Nuri ÖZTÜRK gibi değerli isimler gelip gitmişlerdir. Sadece üst düzeyde değil, tabanda da çok ciddi gelip-gitmeler olmuş, buna rağmen CHP’nin oyunda ciddi bir artış olmamıştır. Bu yönüyle CHP, sosyologların araştırmalarına konu olacak bir partidir. 

Cumhurbaşkanlığı meselesine gelirsek; ilk defa halk oyuyla seçilecek olan cumhurbaşkanı için herkesin kafasında ideal birisi vardı. Benim kafamda Sami SELÇUK ya da Sabih KANADOĞLU gibi profesyonel ve saygın hukukçular vardı. Bana göre de “hiçbir siyasi partiye üye olmayan, hukuka saygılı, olgun, herkese eşit mesafede durabilecek, laik, Anayasaya ve ATATÜRK ilkelerine bağlı” birisi olmalıydı. Ancak ülkenin bulunduğu koşullarda ve sürenin kısalığı da göz önüne alınınca, CHP ve MHP’nin “çatı adayı” formülü oldukça mantıklı geldi bana. Sonrasında toplam 14 siyasi partinin desteğini alan Prof.Dr. Ekmeleddin İHSANOĞLU, muhtemelen siyasetin en çirkin yüzünü gördü bu seçimlerde. Bir yandan Tayyip ERDOĞAN “paralelci” diye saldırırken, diğer yandan CHP’li olan ya da olmayan muhalifler kazan kaldırdı. İhsanoğlu’nun geçmişi, ailesi ve anıları alt-üst edildi. Yasal olarak hiçbir suç işlememiş, muhafazakar geçmişi dışında bir kabahati olmayan bilim insanı İhsanoğlu, laik-demokratik sistemi savunsa da kitleleri yeterince motive edemedi. BAHÇELİ ve KILIÇDAROĞLU’nun ülke menfaatleri açısından böylesine bir formülde uzlaşmaları, pozitif algı yerine birçok kesimde negatif etki yarattı.

Aynı çizgideki Atatürkçü yazar-çizer-düşünürler tam ortadan bölündü. CHP’li muhaliflerin de yaptığı açıklamalarla beraber, vatandaşların kafasının büyük ölçüde karıştığını düşünüyorum. Emine Ülker TARHAN, Süheyl BATUM, İsa GÖK gibi CHP’nin muhalif duruşlu milletvekilleri benim de son derece saygı duyduğum insanlardır. Ancak ben en başından beri “çatı adayı” formülüne sıcak baktım ve bunun iyi niyetli bir çaba olduğunu düşündüm. Hâlâ da aynı şeyi düşünüyorum. Meydanlarda neredeyse nefret suçu işleyen Başbakan Tayyip ERDOĞAN insanları “Zaza-Alevi-af edersin Ermeni-yurt dışında doğmuş” diye ayırırken bir de madalyonun öteki yüzünü düşündüm. Kemal KILIÇDAROĞLU “alevi” olmasına rağmen, “sünni” olan Prof.Dr.Ekmeleddin İHSANOĞLU’nu  Cumhurbaşkanı adayı olarak benimsiyordu. Böylelikle mezhep siyaseti yapmadığını da kanıtlamış oluyordu. 

Ancak CHP’de süregelen yanlışlıkları defalarca eleştirdik. CHP’nin laik-Atatürkçü yapısının zedelenmemesi gerektiğini ve KILIÇDAROĞLU’nun tutarlı bir siyasi çizgi izlemesinin doğru olacağını vurguladık. Kılıçdaroğlu ve yönetimi ise partinin içinden gelen tepkilere kulaklarını tıkayarak eleştirileri hafife aldı. Bugün “muhalif cephe” diye tabir edilen milletvekillerinin durumuna bakalım: “Demokrasi “nutukları atanların bir bölümü “atama” ile gelmiş. Emine Ülker TARHAN, Süheyl BATUM, Nur SERTEL, Birgül Ayman GÜLER gibi. Akademik kökenli, kendi alanında uzman olmuş bu değerli insanların partide yer alması son derece isabetlidir. Ancak önseçimle ya da parti tabanından elleriyle kazıyarak milletvekili seçilmemişlerdir. O takdirde Ekmeleddin İhsanoğlu’nun “atama” ile gelmesini eleştirmek, kendileri açısından tutarlı değildir. Ayrıca bu ülkenin seçmenleri olan bizler, ne zaman milletvekillerini belirlemede söz sahibi olduk? Kendileri atamayla gelenler, atanan adayları eleştirebilirler mi?

Bunun dışında; CHP’li muhalif milletvekilleri diye ötelenen bu insanlar, partideki üst düzey görevlerinden alınarak ve zaman zaman kamuoyu önünde terslenerek geri plana itilmişlerdir. CHP’li ve Atatürkçü olmayan Faik TUNAY, Hüseyin AYGÜN ve Sezgin TANRIKULU gibi “rejim karşıtı” milletvekilleri Kemal KILIÇDAROĞLU’nun partinin özüne aykırı kararlar almasında etkili olmuşlardır. Özellikle Hüseyin AYGÜN açısından defalarca işletilmesi gereken disiplin mekanizması işletilmemiştir. Ancak bunların hiçbiri, muhalif CHP’lilerin de kendi partilerinin aleyhine ve özellikle seçimlerden önce partiye zarar verecek şekilde hareket etmelerini gerektirmiyor. Demokrasi ve özgürlükler ile siyasi parti disiplinini karıştırmamak lazımdır. CHP’de her kafadan bir ses çıkması ve sürekli olarak kamuoyuna yansıyan kavgalı görüntü, halkı olumsuz etkiliyor. 

Muharrem İNCE’nin tutumu son derece saygıdeğerdir. Parti tabanından elleriyle kazıyarak bu noktaya gelmiş, seçimlerden önce partisine zarar verecek en küçük bir harekette bulunmamış bir insanın, şimdi konuşmaya hakkı vardır. Esasen CHP tabanındaki köklü sorunların, Ekmeleddin İHSANOĞLU’nun şahsıyla ya da çıkışıyla direk bir ilgisi olduğunu sanmıyorum. Bu sadece bir taşma noktasıdır…

Metin FEYZİOĞLU benim Cumhurbaşkanı adayım değildi, çünkü o benim kafamdaki Başbakan adayıydı. Bunun birinci nedeni, siyaseten yaşının daha genç ve aktif bir yapıda olması, eğitimli, birikimli ve bunu destekleyen iyi bir hatip olması özellikleridir. İkincisi de uzun zamandır aradığımız karizmatik ve kendini halka sevdirecek bir kişiliğe sahip olmasıdır. Bana kalırsa FEYZİOĞLU en azından şu dönemde parti yönetimine girmelidir. Ancak CHP’nin kurtuluşu olabilecek isimler değil, ayak oyunlarıyla kendini kurtaracak isimler CHP’de görev devam ederse, dağılma süreci yaşanabilir.

CHP’nin Eylül’de yapılacak Kurultayında insanlar yine kaybedilen savaşların ardından umut arayacaklar; sadece CHP’liler değil, bütün umudunu yitirmiş insanlar…
Umarım CHP, yine Mustafa SARIGÜL’ün yönetime girmesiyle başlayacak olan sonu belirsiz bir maceraya sürüklenmez. Kurultay delegelerinin ağırlığının Kemal KILIÇDAROĞLU’ndan yana olduğu biliniyor. Yani CHP’nin bu kurultaydan dağılmadan ve doğru kişilerle çıkabilmesinin anahtarı O’nda…