Yönetim anlayışı, en küçük gruplardan başlayarak, en büyük kitlelere kadar bir ciddiyet ve samimiyete dayanmalıdır. Konuyu neticelendirebilmek ise, karar alabilecek ve inisiyatif kullanabilecek kadrolarla mümkün olur. Daha en başından ne yapacağından bîhaber kadrolarla yola çıkmak, bir ülkeye ve o ülkenin insanlarına hem zaman kaybettirir, hem de felaketlere sürükler.

Bu ülke, AKP’nin zikzaklı politikalarıyla hem zaman hem de insan kaybetmiştir. İktidara geldikten sonra ilk beş yıl içerisinde sadece “türban” tartışılarak insanlara gına getirilmiş, daha sonra “laiklik” masaya yatırılmış, bunu takip eden yıllarda ise “açılım” zırvasıyla uyuyan yılan PKK’ya yeniden bir erk kazandırılarak terör belası hortlatılmıştır. PKK bölgede yeniden ve daha etkin bir güç olacak cesareti, AKP Hükümetinin verdiği “ödünlerle” ve zaman zaman Habur fiyaskosunda olduğu gibi açıktan “hukuk işgalleriyle” bulmuştur. Bunun neticesince 2000 yılında neredeyse son bulan terör eylemleri, “teröriste demokrasi” saçmalığıyla artarak devam etmiş ve hiç ölmemesi gereken askerlerimiz, polislerimiz ve sivil vatandaşlarımız hayatlarını kaybetmişler, onlarca insan da sakat kalmıştır…

Sen misin Çukurca’ya giden?.. Cumhurbaşkanı Abdullah GÜL’ün Çukurca’daki sınır karakolu ve bölgeye yaptığı ziyaretten hemen sonra kolları sıvayan PKK, Çukurca’da 24 askerimizi şehit ederek katliamlarını ağılaştırma yoluna gitti. Bu olay Devletimizin ve Hükümetimizin çok ağırına gitti. Zira bu olay vuku bulana değin, her gün üç, beş, altı asker veya polis ölürken, yetkililer durumu görmezden gelip klasik şekilde kınıyor ve mevcut imkanlarla sınırlı olan TSK da aldığı emirler çerçevesinde operasyonlar yapabiliyordu. Askerin elini kolunu bağlayan hükümet, başarısızlığın faturasını TSK’ya çıkaran yandaş basını da her gün bağırtmayı da ihmal etmiyordu. Bu arada “Ergenekon düzeneğine” bağlı olarak her gün askerler ve muhalif gazeteciler tutuklanıyor fakat suçları apaçık ortada olan PKK yandaşı gazeteci bozuntuları veya siyasi uzantısı BDP’li maşalar televizyonlarda demokrasi nutukları atıyorlardı, hem de PKK oluk oluk kan akıtmaya devam ederken…

Sizleri bilmem ama ben artık bu “demokrasi” kelimesinden nefret ediyorum, zira terörün bile payandası yapıldı. Çukurca’ya gidişi PKK tarafından boykot edilen ve küçük düşürülen Abdullah GÜL’ün de artık bazı şeyleri faklı yorumladığı belli oluyor ki “intikam” naraları yerini buldu ve bu saldırının faturası PKK açısından ağır oldu. CHP milletvekili Muharrem İNCE’nin kendisine sorduğu sorular çok anlamlı: “Norşin’den Güroymak’a nasıl gelindi? Güzel günler göreceğiz’den intikam çığlıklarına nasıl gelindi?”

Bana kalırsa şöyle gelindi: “Aklın yolu birdir” felsefesi yerini buldu ve hükümetin deneme tahtasına dönen terör meselesinde eli silahlı adamlara demokrasi memokrasi işlemeyeceği apaçık anlaşıldı…

ABD’nin icazetiyle Başbakan olan ve 1 Mart tezkeresini geçiremeyince de ABD’nin hışmına uğrayan Tayyip ERDOĞAN, Libya konusunda vahşi Nato’nun yanında yer alınca ve füze kalkanını Türkiye’ye yerleştirince, biraz cesaretlenip ABD’den verilen ödünlerin karşılığını istemeye başladı.

Öyle miydi böyle miydi, artık ne olduysa oldu. Fakat geldiğimiz şu noktada, Türkiye’nin elinde PKK’yı bitirebilmek için bir şans daha var. Tek başına iktidar olan AKP’nin bu şansı çok iyi kullanarak bu işi bitirmesi ve Kandil dahil olmak üzere Irak sınırı boyunca 40 km’lik bir “güvenlik kordonu” oluşturması ve uzunca bir süre bu bölgede kalması gerekir. Amerikan askerleri Irak’tan çekilmek üzere ve Türkiye bu işi bu dönemde bitiremezse, Kuzey Irak’taki Kürt bölgesel yönetimi, batının desteğiyle daha da güçlenebilir. Güçlendikten sonra da Barzani, bu günlerdeki gibi yumuşak başlı konuşmayacaktır elbette. Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda Türkiye için artık geri dönülemez bir kaos başlayabilir.

Herkes şunu bilsin ki terör, millî bir meseledir. Şayet AKP Hükümeti tribünlere “demokrasi ve açılım” filmini oynamayı kesip, “kalıcı bir sınır ötesi harekat” yapıp Kandil dahil bütün kampları temizlemeyi hedeflerse, eminim ki CHP ve MHP de kendilerine destek verecektir. Evet, bundan önceki sınır ötesi harekatlar tam anlamıyla PKK’yı bitiremedi, çünkü ABD’nin talimatıyla geri dönüldü ve PKK ara ara dinlendikten sonra tekrar güçlendi. TSK’ya her dönemde operasyon izni de verilmedi ve hatta son çıkan yasalarla askerlerin teröristleri araması da zorlaştırıldı. PKK’yla etkin mücadele yürüten komutanlar, sözde PKK itirafçılarının ve zırdeli bir hahambaşının ifadeleriyle Silivri ve Hasdal cezaevlerine yollandılar. Bunların neticesinde asker hem psikolojik olarak zayıflatıldı hem de eli kolu bağlandı. Karar alma yetkisi Hükümette olmasına rağmen, başarısızlığın faturası TSK’ya çıkarıldı….

Geldiğimiz noktada, artık AKP Hükümetinin de bu işin ödünlerle çözülemeyeceğini anladığını umuyoruz. Şayet anlamadıysa ve kapasitesi yetmiyorsa, “istifa etmeli” ve bu işi çözecek kadrolara iktidarı teslim etmelidir. Çünkü Türkiye’nin 30 yıldır değişmeyen tek gündem maddesi terördür ve hepimizi artık illallah ettirmiştir. Her defasında bu son olsun diye ümit etsek bile, kabus devam etmektedir…

Ancak son zamanlarda AKP ve Tayyip Erdoğan’ın milliyetçi söylemleri ön plana çıkıyor. Dolayısıyla izledikleri yanlış terör politikasından çark etmeleri halinde, hiç olmazsa “terör” konusunda bir “millî mutabakatın” sağlanabileceği umudunu taşımak istiyorum. Geriye kalan siyasi hesaplaşmaları herkes ikinci plana atmalı ve bu ülkenin insanları artık terör neticesinde hayatlarını kaybetmemelidir. Hep beraber başarmalı ve “biz yaptık” demeliyiz, bu işi de siyasi rantın dışında tutmalıyız. Bu konuda TBMM’ye büyük ve tarihi bir görev düşüyor. Bu işin çözümü, karar alabilmek ve aldığı kararları uygulamakla olur. Terörü bitirmeye niyeti olmayanlar ise dökülen kana katkı sundukları için, tarihe kanlı yüzleriyle geçecekler ve binlerce ölümden yasal olarak sorumlu tutulacaklardır.

Kararlı olmalıyız ve terörü bitirmeliyiz, destekçileri de dahil olmak üzere… Aksi halde akşam bültenlerinde izlediğimiz ve artık hepimizi kendiliğinden sokaklara döken acıları daha çok yaşarız ve her gün ölürüz…