Yaşadığımız şu günlere bakıyorum da; 
Ucu bucağı devletin en tepelerine kadar uzanan yolsuzluklar, hırsızlıklar, ihale fesatlıkları; ayakkabı kutularında saklanan,  yatakların üzerine saçılmış paralar, para kasaları; trilyonlarla oynayan, ‘gemicik’lerde yüzen bakan çocukları;25-30 yaşlarında gençlerin sahip olduğu milyar dolarlık uluslararası servetler, gökdelenlerin, plazaların, holdinglerin üzerinde saltanat süren türedi zenginler, ‘torun’lar, ‘ağa’ oğulları…
Koruma ordusuyla kılınan Cuma namazları, din, iman, türban palavraları, VİP hac turları, beş yıldızlı Umre turları; altın kaplama rezidanslarda oturan, altın kurnalarda el yıkayıp, altın kurnalara s.çan, marka giyinen, jeep’lerden inmeyen sözde İslamî burjuva takımı; küresel sermayelerin desteklediği “cemaat” ler, nerelere harcandığı bilinemeyen hesapsız bağışlar, har vurulup harman savrulan örtülü ödenekler, şüpheli TIR’ lar...
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin Gazi Meclisi’nde, ağza alınmadık hakaret ve küfürlerle birbirlerine tekme tokat saldıran, milletin sözde vekilleri, millete ‘Gavat’ diyen, tehditler savuran valiler, gencine yaşlısına acımayan Türk polisi, elini kolunu sallaya sallaya sokaklarda dolaşan iktidarın ‘pala’lı badi gard’ları…
Abdülhamit dönemine Rahmet okutan jurnalci sistem, Demokrat Parti dönemini mumla aratan baskılar, sansürler; işgal edilmiş bir hukuk sistemi, eli kolu bağlanmış korkutulmuş, sindirilmiş yargı, sürgün edilmiş savcılar, hâkimler, yargıçlar, avukatlar, emniyet görevlileri, suçsuz ve günahsız yerde hapislerde çürüyen insanlar…
Susturulmuş, korkutulmuş, yandaşlaşmış, haber verme özgürlüğü elinden alınmış bir basın…
Her fırsatta dövülen, sövülen, tekme tokat yerlerde süründürülen üniversite gençliği ve bu üniversitelerden mezun edilen binlerce işsiz…
İki yıl hizmet edip (!) ömrünün sonuna kadar kıyak emekli maaşıyla midesini tıka basa dolduracak olan vekillerin yanı sıra; Ömür boyu açlığa mahkûm edilmiş emekliler, asgari ücret yoksulları, taşeronlaştırılmış kölelik düzeninde boğaz tokluğuna çalıştırılan işçiler, memurlar…
Dilencileştirilmiş ve cahil bırakılmış halk, küçük yaşta evlendirilen, 12 yaşında doğum yapan kızlar, intihar eden çocuk gelinler, şiddet gören, öldürülen kadınlar…
Tarımı, hayvancılığı öldürülmüş, buğdayını, ununu, hatta hayvan yemini bile ithal eden, gariban yemeği kuru fasulyenin dayanılmaz yükselişine seyirci kalmakla yetinen; dereleri, çayları, gölleri kurutulmuş, HES’ lere kurban edilmiş, ormanları duble yollara, köprülere, dev inşaatlara peşkeş çekilmiş, yok edilmiş; toprağı nefes alamayan bir ülke…
Doğu’dan batı’ya obezleştirilmiş, tarihi hırpalanmış, tarihi silueti hançerlenmiş, dünya mirasından çıkartılma tehlikesi yaşayan,  trafik keşmekeşinde kaybolmuş, egzoz dumanında boğulmuş, orada burada yükselen ucube yapılarla esir edilmiş, çaresiz İstanbul…
Yok sayılan Mustafa Kemal Atatürk ve yara bere içinde kalmış bir Cumhuriyet…
Hallaç pamuğu gibi atılmış bir ülke ve üzerine ölü toprağı serpilmiş bir millet…
Ve tüm bunların adına, ‘Millete Hizmet’ diyen, milletin üzerine çökmüş siyasiler…
Bunun adına Karabasan denir!
Kan uykularından zamanında uyanamayan milletler, karabasanlar da boğulmaya ve yok olmaya mahkûmdurlar…
Uyanma zamanı geçiyor, boğulmaya az kaldı…