Bana kalırsa Kaddafi’nin sırrı, çılgın ruhunda gizli… Belki de böyle bir Dünya’da biraz deli, biraz asi, gözü kara bir muhalif olmak; Onun bakış açısından ruhunu şeytana satmışlara karşı dik durabilmenin bir dayanağıdır.
Ortadoğu veya Kuzey Afrika, Batılı devletler açısından oluk oluk kan akıtılsa bile, sadece petrol açısından önem arz eden toprak parçaları… Onlar için orada yaşayan insanların bir böcek kadar bile değeri yokken, “Kaddafi sivilleri katlediyor” diye Libya’ya ambargo uygulayan emperyalist devletler ve onların küçük köleleri şunu bilsinler ki bu Dünya’da hâlâ Kaddafi gibi, Castro gibi çılgınlar nefes alıyorlar. Ve bu çılgın adamlar, delirmeden ve deli cesaretine sahip olmadan son kırk yıllarını geçirmemiş olsalardı, ülkelerinde şu anda Amerikan çizmesi altında ezilmiş ve kimliklerini tamamen kaybetmiş insanlar veya çoktan Irak’taki gibi katledilmiş ceset tarlaları olacaktı…
Bizlerin çocukluğumuzdan itibaren televizyonlarımızı açtığımızda haberlerde, büyüdüğümüzde gazetelerde görüp okuduğumuz liderlerdi onlar; Benazir Butto, Hafız Esad, Hüsnü Mübarek, Fidel Castro, Muammer Kaddafi…. Devlet Kanalı TRT, genelde yorumsuz verirdi onların haberlerini, belki de biz öyle sanıp izlerdik. Batının “diktatör” olarak nitelendirdiği özellikle Castro ve Kaddafi, batıyla gerek ambargolu, gerekse mesafeli ilişkilere sahiptiler fakat ülkelerini “iç-savaşsız” olarak bugünlere kadar taşıyabilmişlerdi. Castro ABD’ye asla güvenmediği için, kopardığı siyasi-resmî ilişkileri bir daha geri başlatmadı. Altın kuralı bozan Kaddafi’yse 2000’li yıllarda ABD’yle resmî temaslarını yeniden başlattı….
Ortada garip bir durum var: Hepimizin bildiği gibi ABD, Afganistan’da Talibanla veya kimi Arap ülkelerinde El Kaide terör örgütüyle mücadele ediyor(ya da biz rüya görüyoruz). Libya’da Muammer Kaddafi’ye karşı ayaklanan muhaliflerin de El Kaideci olduğu söyleniyor fakat ABD, o sivilleri korumak için savaş gemisini ve roketlerini Akdeniz’e yolluyor. Umarım ABD, bir dönem Rusya’ya karşı oluşturup destek verdiği Talibancılarda olduğu gibi yanlış ata oynamaz. Rusya’ya karşı aşırı dinci militanları destekledikten sonra “besle kargayı, oysun gözünü” deyişini haklı çıkaran militanlar, “ikiz kuleleri” New York’ta dümdüz etti diye hatırlıyoruz…
LİBYA’nın tarihi de oldukça ilgi çekici. Aslında yüzyıllar boyu işgallere uğramış bir toprak parçası Libya. Ve nedense bu topraklardaki insanların kendilerini yönetmelerine izin verilmemiş. Ancak 1951’de Libya Krallığı kurularak, verilen kurtuluş mücadelesi bir noktaya taşınmış. 1969’da Kral İdris’e darbe yapan genç subaylar, Kaddafi liderliğinde ülkede yeni bir sistem oluşturmaya çalışmışlar. Sosyalist sistemle bir aşiretler ülkesini yönetmeye çalışan Kaddafi, Moskova’yla yakın ilişkiler geliştirmiş. Sanıyorum Kaddafi, ülkesini yönetirken belki Türkiye’dekine benzer bir sıkıntıyı aşmakta zorlandı; “Aşiret Sistemi”… Cahillik, geri kalmışlık, tabular; hepsini beraberce iç içe koyarsak gelinen noktayı çok daha iyi anlayabiliriz.
Karşımızda şunları söyleyen bir adam var: “Ben devrim lideriyim, ülkemi terk etmem, şehit olurum”…
“ABD, Felluce’ye bomba yağdırırken neden kimse sesini çıkarmadı?”…
“Savaş, Libya toprakları özgürleştirilene kadar sürecek”… “Halkın devrimini yine halk korumalı. Ülkenizin Somali ya da Irak gibi mi olmasını istiyorsunuz?”…
Evet, ben bunları söyleyen bir adamın aklını kaçırdığını düşünmüyorum. Diktatör olduğunu veya ülkesindeki eğitim, güvenlik veya ekonomik dengeleri sağlamada yanlışlıkları olduğunu kabul edebilirim. Ama Kaddafi’den bu yönde hesap sormak isteyenler de şu soruları cevaplamak zorundadırlar:
-1953’te taç giyen İngiltere Kraliçesi 2.Elizabeth’in yaşadığımız yüzyılda orada ne işi var? Avrupa’nın göbeğindeki gelişmiş olduğu söylenen ülkeler hâlâ neden “krallıkla” yönetiliyor? Soyluluk unvanları neden var ve Devlet gelirinin ne kadarını kullanıyorlar?
 -ABD’de var olduğu söylenen 30 milyon aç nüfus neyle açıklanabiliyor?
-58 yıldır tahtını bırakmayan kraliçeyle, 42 yıldır ülkesinde ve çevresinde Arap birliğini sağlamaya çalışan Kaddafi’yi yan yana getirirsek kimin daha önce gitmesi gerekiyor?
İşte insanın aklından buna benzer onlarca soru geçiyor ve dolayısıyla bölgeye asıl saldırı sebebinin “petrol kuyuları” olduğunu anlamayacak yöneticilerin de yanlış bir takım politikalarla hareket ettiklerini gördükçe sinirleniyorsunuz. Türkiye’nin yaptığı açıklamalara bakın!...
Önce Mısır, sonra Libya’daki isyanlarla ilgili olarak, bölge liderlerini “halkın taleplerine kulak verin” diye uyaran bir Başbakanımız var… Üstelik kendi ülkesinde yürüyüş yapan öğrencileri veya işçileri coplatan bir hükümetin Başbakanı… Üstelik yanlış yürüttüğü Kıbrıs politikası geri tepen bir Başbakan O… Üstelik medyanın % 90’ını ele geçirmiş, gazetecileri içeri tıkılmış, ordusu üzerinde oyunlar oynanan bir ülkenin Başbakan O…
Tam bir yıl önce Libya’daki Arap zirvesine katılan Erdoğan, Kaddafi’ye övgüler yağdırmıştı. Peki o zaman Kaddafi diktatör değil miydi? Göbeğiniz beraber mi kesilmişti? 25.000 Türk vatandaşına iş imkanı sağlayan Libya ekonomisi ne zaman çöktü? Sokaklardaki muhalifler de Libya askerlerini veya polislerini acımasızca katletmişler, haberiniz olsun… Ve haberiniz olsun orada artık bir iç savaş var ve tahliye ettiğiniz Türk vatandaşları büyük kayıplarla geri döndüler. Öncelikle iki can kaybı, yaşanan korku, panik ve maddi zararları neye borçluyuz algılayabiliyor muyuz? Şayet domino taşları gibi yıkılan Arap veya Müslüman Birliği, gerçekten de birlik olabilselerdi ve bugün Kaddafi’ye destek olabilselerdi, ABD oraya 6.filoyu yollayamayacaktı….
Bence KADDAFİ, kendisinin de söylediği gibi Mısır veya Tunus liderleri gibi kaçmayacaktır. Libya büyük ihtimalle bölünecek ve Kaddafi ülkenin belli bir bölümünde kalacak veya sağ ele geçmeyecek şekilde sonuna kadar savaşacaktır. Kendine özgü tavırları, giyimi ve karizmasıyla Muammer Kaddafi, bana göre her şekilde bu savaşı kazanmış sayılıp tarihteki yerini alırken, aşırı dinci akımları desteklemek pahasına yanlış politika yürütenlerse bölgenin başına ördükleri çoraplarla tarihe geçeceklerdir. Ne yazık ki ne Irak, ne Mısır ve diğer birçok bölge ülkesinde sağlam bir “ordu”nun olmadığı da böylece ortaya çıktı… Şimdi aklımızı başımıza toplayıp düşünürsek, neden Türk Silahlı Kuvvetleriyle bu kadar çok uğraştıklarını ve zayıflatmaya çalıştıklarını daha iyi anlayabiliriz. Akdeniz’deki yabancı filoların bir sonraki adresinin neresi olacağını iyi hesaplamak lazımdır; gerçi o tarihler gelirse ve biz de şahit olursak, eminim bizim içimizden birlerce çılgın Türk çıkıp gerekli cevabı vermeyi de bilecektir…