Etrafta yaprak kıpırdamıyor ve hep olduğu gibi 2016 yılına kadar yıllar ve 5 Mart günleri sessiz sedasız selamlayarak geçiyordu kadim medeniyetlerin yurdu güzel Antalya’yı. Oysa; vefa diye bir duygu vardı ve çoğu zaman “Vefa” İstanbul’da ki bir semtin adından çok daha fazlasını ifade ediyordu. Tabi ki bir terim ve değer olarak vefa, ne İstanbul’un ne de sadece Antalya’nın değeriydi, o her dönemde insana özel yaşanan ve yaşatılması gereken bir değerdi. Çünkü vefa; gönül bağı demekti, yapılan güzelliği gönle yazmak, unutmamak üzere yazılanı anmak, anılanı selamlamak demekti. Vefa verilen emeğe, ortaya konulan değere saygı duymak, ekini, ürünü sevgiyle yad etmek demekti, sevgide, muhabbette, saygıda devamlılık demekti…

Böyle olunca Antalya’yı vatan kılan Sultan Keyhüsrev’e ve tabiki Selçuklu’ya vefa göstermek en doğal olanıydı. Çünkü Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev kadim değerler adına 5 Mart 1207 tarihinde adaleti tesis etmek ve adalet dağıtmak üzere bu güzel kente yürümüş, yurt edinmişti. O halde her 5 Martta Sultan Keyhüsrev’in selamını vefanın bir gereği olarak almak, saygı ve sevgiyle selamlamak gerekiyor...

Antalya’nın Vefası

Vefasızlık mıdır yoksa ihmal midir? bilinmez! Geçmişte Antalya’nın fethi kutlamalarına rastlanmazken, son 3 yıldan beri Antalya’nın fethi Kültür ve Turizm Bakanlığı, Antalya Valiliği ve Antalya Büyükşehir Belediyesi öncülüğünde yürütülen v Akdeniz Üniversitesi’nin akademik desteğiyle gerçekleştirilen kutlamalar kayda değer etkiler yapıyor. Bu şekilde Antalyalılar, genç dimağlar kadim tarihi geçmişiyle buluşuyor. Kutlamalar bilimsel kongrelerle, sanatsal sergilerle, yarışmalarla, sosyal ve sportif etkinliklerle Antalya’nın bir hafta boyunca Büyük Selçuklu Medeniyeti üzerinde odaklanmasına ve Antalyalıların Antalya tarihini daha güçlü bir şekilde anlamasına yol açıyor.

Kuşkusuz bu kutlamalar; 1207 yılında yani 812 yıl önce güzel Antalya’yı bizlere vatan kılan Büyük Selçuklu’lulara vefanın ve tarihe saygının bir tezahürü olarak gerçekleşiyor.

Adalet Değişmeyen değer ve Sultan Keyhüsrev Adaleti

Yıl 1207, kentin Bizanslı idarecileri, deniz ticaretinde adaletsiz uygulamalar ve ticaret kurallarına aykırı tasarruflarda bulunuyorlardı. Antalya limanı ise önemli bir ticaret durağı durumundaydı. Ancak ticarette güven ortamı ortadan kalkmış, adil olmayan yaptırımlar ve uygulamalar denizcilerin mallarına el koymaya kadar gitmişti. Bu durum ticarette en önemli değer olan güven ve adaletin sağlanmasına yönelik olarak deniz ticareti yapan tüccarları, adaletin nasıl tesis edileceğine yönelik arayışlara itiyordu. Adaleti sağlayacak güç ise adalet dağıtmayı varlık nedeni olarak benimsemiş olan ve Konya’yı başkent edinmiş Büyük Selçuklu Devleti idi.

Bundan sonrasını Antalyalı tarihçi-yazar Hüseyin Çimrin’nin akıcı anlatımıyla kaleme aldığı kitabından kısaltarak paylaşalım: “ Mısır’dan Antalya limanına denizyolu ticareti için gelen tüccarların, Türk tüccarların gemisine ve mallarına Bizanslılar el koydular. Sonrasında “Gidin isterseniz, Konya’da oturan sultanınıza bizi şikayet edin. Gücü varsa, gelip gemi ve mallarınızı o kurtarsın” dediler. Gemisi ve malları elinden alınan tüccarlar, günler süren bir kervan yolculuğundan sonra Selçukluların başkenti Konya şehrine varıp, Sultan I. Gıyaseddin Keyhüsrev’in huzuruna çıktılar. Selçuklu Sultanı I. Gıyaseddin Keyhüsrev Konya’daki sarayında huzuruna gelen tüccarları dikkatle inceleyerek: – Antalya’dan geliyormuşsunuz, derdiniz nedir? diye sordu. Tüccarlar: – “Ey yüce Sultanımız. Biz, geçimini denizcilikle sağlayan tüccarlardanız. Mısır’dan, mal aldık. oradan gemilerle Antalya kıyılarına çıktık. Frenkler, mallarımızı aldı (mallarımıza el koydular)… “Gidin, derdinizi sultanınıza söyleyin, gücü varsa gelsin, mallarınızı geri alsın” diyerek bizi kovdu. Halimizi size arz ediyoruz.” dediler. Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev tahtından hiddetle doğrularak yanında ayakta duran vezirine dönerek emir buyurdu: – “Tez zamanda sefer hazırlıkları başlasın.” Selçuklu ordusu Toros dağlarını aşarak Antalya ovasına indi. Gıyaseddin Keyhüsrev, etrafı bir süre büyük bir coşku ile seyretti. Alabildiğine uzanan deniz çarşaf gibiydi. Sultan Keyhüsrev, önlerinde büyük bir coşku ile denize dökülen şelaleye baktı: – “Şu akarsuyun kıyısında konaklayacağız. Ertesi sabah Antalya Kalesi’ni Allah’ın izniyle almaya çalışacağız. Askerler, konaklama telaşıyla bir oraya bir buraya seyirttiler. Güneş, Beydağları’nın ardından kaybolurken denizin üzerindeki ışık çizgisi de bir anda kayboldu. Ertesi gün, güneş doğmadan komutanlarına hareket emrini verdi. Okçular düzgün sıralar halinde mevzilendiler ve ok yağmuru başladı. Oklar kalenin burçlarında bir yağmur seli gibi görünüyordu. Kale burçlarındaki askerler ok yağmurundan başlarını bile çıkartamıyorlardı. Daha sonra Sultan: – “Bu kale okla gürzle alınmaz, kılıç ve kalkan kullanılsın” emrini verdi. Hücuma geçen Selçuklu ordusu gün kararmadan Antalya Kalesi’nin her burcunda Selçuklu Bayrağını dalgalandırmaya başladı. Güneşin son ışıkları denizi bir yol gibi çizerken Gıyaseddin Keyhüsrev, bir zamanlar Roma İmparatoru Hadrianus şerefine yapılan üç gözlü kapıdan geçti. Doğruca limana indi. Sahilde demirlemiş gemileri gözden geçirerek yanındaki tüccarlara sordu: – Hangisi, sizin geminiz? Tüccar, eliyle geniş karınlı bir yelkenliyi işaret ederek: – Mendireğin yanındaki efendim. Allah sizden razı olsun. Gıyaseddin Keyhüsrev gülümseyerek: – “Allah sizden de razı olsun. Frenkler bizim bir gemimizi, biz de onların şehirlerini aldık. Hem de size verdiğimiz sözü yerine getirdik.”

Selçuklu Medeniyetinin 800.Yıldönümü

Antalya’nın Fethi’nin Sekiz Yüzüncü Yılında öğretim üyeliği yanında Antalya’nın kadim yerleşim yeri Korkuteli’de yükseköğretimin gelişmesine yönelik hizmet verme gayretimiz var. Hasbelkader yüksekokul yöneticisiyiz. Öğrencilerle, kent yöneticileriyle, sivil toplum kuruluşlarıyla ilişkiler geliştiriyor akademik, sosyal ve sportif etkinliklerle potansiyeli harekete geçirmeye çalışıyoruz. Yükseköğretim Kurumu’nun(YÖK) yeni YÖK olarak son yıllarda ortaya koymaya gayret ettiği anlayışın bir bakıma örnek uygulama(pilot) laboratuvarı gibi..

Yüksekokul olarak bilgisayar, muhasebe yanında tarım ağırlıklı programlarımız var, Korkuteli köylerini ziyaret ediyor durum analizi yapıyoruz ve eğitim çalışmlarına olan ihtiyacı ve eğitim konularını saptıyoruz. Sonra ziraat odası başkanı Musa Büyükçetin ve İlçe Tarım Müdürlüğüyle de ilişkili olarak birlikte çiftçi programları düzenlemeye karar veriyoruz. Öğretim görevlisi arkadaşlarım hiçbir beklenti içinde olmaksızın akşamları saat 23’lere kadar köy kahvelerinde konferanslar veriyorlar, veriyoruz. Hep savunageldiğimiz “Toplum için Üniversite” düşüncemize uygun olarak söz konusu “çiftçi eğitimleri ve bilgilendirme çalışmaları” önemli etkiler yapıyor.

Tabi üretici kesimle birlikte halka yönelik olarak etkinlikler planlıyor ve uyguluyoruz. Bir örnek olarak Türkiye kültür mantarı üretiminin yarısından fazlasını tek başına üreten Korkuteli’de Antalya Ticaret Borsası, Korkuteli Belediyesi ve Kaymakamlığı ile birlikte çalışıyoruz, Antalya Valiliği, Antalya Büyükşehir ve Kepez Belediyeleriyle bağlar kuruyor, katkılar alıyor ve ilçenin sivil toplum kuruluşu olan ve yüksekokul binasını yaptırmak üzere yola çıkan Keksav(Korkuteli Eğitim, Kültür ve Sağlık Vakfı” ile birlikte Kültür Mantarı Festivalleri düzenliyoruz. Festivaller ulusal düzeyde ilgi görüyor, öyle ki iki kez Tarım ve Köyişleri Bakanı Dr.Mehdi Eker katım sağlıyor, Cüneyt Arkın ve Coşkun Sabah gibi değerli sanatçılar katılıyor, sergiler açılıyor. Dahası kültür mantarı teknikeri yetiştirmek üzere eğitim programı açıyoruz ve böylece sektörün teknik elemanlarla geliştirilmesine yönelik kapılar aralıyoruz. Yani meslek hayatımızda topluma, insanımıza dokunduğumuz bir dönem ve toplum kalkınmasında üniversitenin rolünü bir bakıma kanıtlamak üzere koştuğumuz yıllar…

Tabii takvim 2007’yi gösterdiğinde Antalya’nın fethinin 800.yılını idrak ediyoruz. Bunun farkındayız ve yüz yılda bir gelen bu önemli yıldönümü için bir etkinlik yaparak tarihe not düşmek ve bu önemli günü kutlamak ve toplumla paylaşmak istiyorum. Lakin 5 Mart yine sessiz geçmiş, yılın sonu yaklaşmış, zaman azalmış ve tabi ki yetişmek gerekiyordu, acelemiz vardı, konuşmacı arıyordum. Bazı üniversitelerin tarih bölümlerindeki 3-4 öğretim üyesiyle görüştüm. Daha önceden belirlenmiş takvimli programları vardı, çok önemli bir girişim olduğunu belirttiler ancak gelemeyeceklerini ifade ettiler. Zaman daralmıştı ve Antalya’nın Fethi’nin ise 800.yılı sona erecek ve 801’nci yıla geçilecekti. Vazgeçmedik, “800.Yılında Selçuklu Medeniyeti ve Korkuteli” başlıklı bir etkinlik düzenleme kararı alarak öğretim görevlisi Aysun Gündüz Önal ve Tarih öğretmeni Ali Pehlivanlı’yı konuşmacı olarak sürece dahil ettik. Etkinliğe katılım ve ilgi son derece yüksekti ve katılımcılar samimiyetle memnuniyetlerini dile getirdiler. Biz de Sultan Gıyaseddin Keyhüsrev’e ve Selçuklu medeniyetine vefamızı küçük ancak bu samimi etkinlikle ifade etmiş olduk, olmuştuk…

Kaynakça

Anonim, 2019. Antalya’nın Fethi. Antalya Büyükşehir Belediyesi, (Erişim: 3/3/2019 http://antalya1207.com/ ) Antalya.

Hüseyin ÇİMRİN, 2002. Antalya Tarihi ve Turistik Rehberi, 5. Baskı, S.56-59 Simge Yayınevi, Antalya-2002; (Erişim: 3/3/2019 http://antalya1207.com/tarihce/).

İHA, 2007. Selçuklu Medeniyeti ve Korkuteli Konferansı. https://www.haberler.com/selcuklu-medeniyeti-ve-korkuteli-konferansi-haberi/