Görünen o ki; siyaset kargaşadan besleniyor... Zaten siyasiler de bu gerçeği itiraf ediyorlar. Nitekim geçmişin indirilmiş başbakanı, 2015 yılında, yüzden fazla insanın hayatını kaybettiği Ankara patlamasının ardından şöyle bir itirafta bulunmuştu;
“Şimdi Ankara’daki terör saldırısı sonrasında anket yaptık ve kamuoyunun nabzını tutuyoruz oylarımızda bir yükseliş trendi var…”
16 Nisan’da yapılacak olan Anayasa oylaması ile getirilmek istenen başkanlık sistemini Türk milleti kabul etmiyor. Her ne kadar adına “partili cumhurbaşkanlığı” denilse de, bunun bir “başkanlık sistemi” olduğunun bilincinde… Zira milletin yarıdan fazlası, Cumhuriyet rejimi yerine “tek adam rejimi” nin getirilmek istendiğinin farkında… Millet, kendisi için en doğru yönetim sisteminin, Cumhuriyet olduğunu biliyor… Milletin Meclisi’ nin devre dışı bırakılarak, tüm yetkilerin bir kişiye teslim edilmesini sakıncalı buluyor... Bu düşünceler anketlere de yansımış olmalı ki, sonuçlar, 16 Nisan’ da sandıklardan “Hayır!” çıkacağını gösteriyor.
Türkiye bu çok önemli referandum öncesinde garip bir sükûnete büründü. Âdeta bir huzur ülkesi görünümü veriyor. Muhalefet deseniz, son derece sakin… Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Devlet Bahçeli üçlüsünün olanca güçleri ve devletin tüm olanaklarıyla dört bir yandan abanmalarına rağmen, aksi yönde fırsat vermemeye kararlı... CHP, yumuşak bir “ Hayır!” kampanyası yürütüyor. Beklenenin aksine, Anayasa değişiklik paketinin iptali için, Anayasa Mahkemesi’ ne de gitmedi. Kemal Kılıçdaroğlu deseniz o zaten “pamuk” gibi… Hal böyle olunca da bugüne kadar arzu edilen kargaşa ortamı yaratılamadı.
Seçim atmosferine girmiş ve ırkçı sağ partilerin yükselişe geçtiği bir dönem yaşayan bazı Avrupa ülkeleri, ortamı gerebilecek etkinliklere izin vermemektedir. Bu çerçeve de Almanya, Türkiye’ nin referandum propagandası etkinliğine de izin vermez. Bu ülkede bir “salon krizi” ortaya çıkar… Nihayet beklenen fırsat Almanya eliyle ortaya çıkmıştır. Hemen düğmeye basılır ve Hollanda etkinliği için girişimde bulunulur. Hollanda, 14 Mart’ta seçim yapılacağını, bu tarihten gelmeler durumunda izin verileceğini açıklar. Bizim başbakan olumlu karşılar. Ancak ne olduysa birdenbire Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, Hollanda’ya gitmeye karar verir. Yetmezmiş gibi bir de “Hollanda’ya gidiyorum, bakalım önleyebilecekler mi?” tarzında kışkırtıcı bir açıklamada bulunur. Hollanda Başbakanı, bizim bakanın iniş iznini iptal eder. O esnada zaten Avrupa’da bulunan Aile Bakanı, Hollanda’ya yönlendirilir. Bir nevi, “Bile bile lades” yani… Nitekim Aile Bakanı’nın Hollanda’ya girişine izin verilmez ve beklenen olur; Hollanda’da ki Türkler çok normal olarak milliyetçi duygularla ayağa kalkarlar… Bizim Cumhurbaşkanı Hollanda’yı da faşistlikle suçlayan açıklamalar yapar. (Burada bir parantez açmak istiyorum; Türk Bakanları’na yapılan muamele, Türk Milleti’ne yapılmış demektir ve elbette bizim de kanımıza dokunuyor; ancak, bu ortamı yaratmamak, Türk diplomasisinin elindeydi. Hiçbir ülkenin ya da siyasinin, Türk Milletinin onuruyla oynamaya ve de oynanmasına müsaade etmeye hakkı yoktur! Parantezi kapıyorum. )
Almanya ve Hollanda olaylarının ardından bir takım isimsiz mektuplar sosyal medya da dolaştırılmaya başlar: Bu mektuplar da mealen şöyle ifadeler kullanılmaktadır; “Bugüne kadar kararsızdım ancak Avrupa, Türkiye’ nin hayrına bir iş yapmaz. Bu nedenle ben de Evet diyeceğim.” Veee, AKP’ li vekil bir açıklamada bulunur;
“Bu Almanlara Hollandalılara kızmayalım, belki azıcık teşekkür de etmeliyiz. …söz konusu iki ülkede yaşananlar nedeniyle yurtdışında ve yurtiçindeki ‘Evet’ oyları kesin olarak iki puan arttı…”
***
İşte böyle sevgili Türk Milleti…
Yaratılan iç ve dış kargaşalar sizi aldatmasın!
16 Nisan’da sandık başına giderken düşünün ve soru sorun;
Neden?
“Neden Cumhuriyet Rejimi’nden vazgeçelim?”
“Neden koskoca ülkenin tapusunu bir tek adama teslim edelim?”
Sorgulayan akıl neden “HAYIR!” demesi gerektiğini idrak edebilen akıldır…