Hastaydı, hem de çok. Parmaklarındaki hücrelerden beyninin merkezine kadar can çekişiyordu. Toprağın altına uzanan derin köklerine rağmen dalları yavaş yavaş kuruyor, bir ahtapot gibi üç kıtaya yayılan kolları her gün biraz daha kısalıyor, eriyordu. Bir ülkeyi yok etmek için dışarıdan büyük eforlar sarf etmeye gerek yok aslında; ülkenin başına öylesine beceriksiz adamları getirirsiniz ki, onu bir hasta adama çevirebilirsiniz.
 Mutlakıyet, meşrutiyet, oligarşi, teokrasi, krallık, padişahlık… Bahtınıza kim çıkarsa ona katlanırsınız. Babadan oğla geçer, seçim meçim istemez. Kadın hakları istemez. Eskiden zaten kadının adı yoktu, şimdilerde adı var da ne oluyor? Kadın saçı açık TBMM’ye giriyor, hacca gidiyor, emredilince saç tellerinin gözükmesinin günah olduğunu “yeni anlayıp” kapanıyor: Geçmişe mazi derler…
Evet, ne çıkarsa bahtınaydı eskiden, malum babadan oğula geçiyor sistem: Fatih Sultan Mehmet de çıkmış, Deli İbrahim de… Kanuni de gelmiş, Genç Osman da… Ve Türkiye Cumhuriyeti’nde İnönü de olmuş Başbakan, Tayyip de…
Osmanlı İmparatorluğu! Küllerinden yeniden doğacak mıydı? Bir hayali gerçek yapan, tarihe çalım atan dahi adama gelirsek: Mustafa Kemal’e yani… Evet, biz onu gerçekten çok sevdik, aşık olduk. Böylesi mükemmel bir insana duyulacak sevgi ve bağlılık, ancak bir insanın ailesine duyacağı sevgi ve bağlılıkla eşdeğerdir. ATATÜRK, hepimizin bir parçası, yani bizden, yani içimizden ve canımızdan bir parça gibi yıllarca bizimle yaşadı ve biz Onunla vedalaşmayı asla düşünmedik, istemedik.
Çünkü matematiğin değişmez kuralları gibi, pek çoğumuz varlık nedenlerimizi kesinlikle Ona borçlu olduğumuzu biliyoruz. Vefasızlık etmiyoruz, saygısızlık etmiyoruz. Aldığımız her nefesi borçlu olduğumuz ATATÜRK ve İNÖNÜ gibi savaş kahramanlarımıza, şehit ve gazilerimize hakaret edilmesini de kesinlikle hazmedemiyoruz.
29 Ekim 2013, yine Tayyip ve kendisine biat edenleri zor durumda bıraktı. Marmaray isimli yer altı metrosunun açılışını yapan Tayyip, tüm başarısız dış politikasını bir yana atıp bundan prim yapmaya çalıştı. Bu kazılar ilk başladığında “yeraltından çanak-çömlek çıkacak diye metroyu geciktiriyorlar” diyen Tayyip, açılışta Japon Başbakanı da yanına almış kazılarda bulunan tarihi eserlerden bahsediyor, metroyu da Pekin’den Londra’ya bağlama hayalini anlatıyordu. Toplama kalabalıklar ve şakşakçı bürokratlar Tayyip’i alkışlıyor, tıkış tıkış metrodaki trene sığmaya çalışıyorlardı.
Her 29 Ekim Cumhuriyet Bayramında kaçacak delik arayan Başbakan Tayyip ve milli bayramlarda sürekli hastalanan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, bu defa aralarındaki itiş-kakışı bir yana bırakarak metro açılışına koşmuşlardı. Malum, belediye seçimleri de yaklaşıyor, Ankara’da Melih Gökçek’in yıllardır bitiremediği metroya benzemesin diye epey zorlandılar anlaşılan…
Biber gazı şampiyonluğunda tarihe geçecek olan AKP Hükümeti, 29 Ekim’den önce yine yapacağını yaptı. Ankara’nın evlere şenlik bir Büyükşehir Belediye Başkanı var: Melih Gökçek. Tayyip Erdoğan’ın bir başka versiyonu. Her konuşması ya da icraatı, ayrı bir gerginlik ve polemik konusu olan Gökçek döneminde, Ankara Belediyesi dünyanın en borçlu belediyeleri arasına gidi. Metro meselesi yıllardır bitirilemedi. Geçtiğimiz günlerde ODTÜ ormanları talan edilerek, ortasından 8 şeritli yol geçirilmesi uğruna binlerce ağaç kesildi. Çevre sakinleri mahallenin ranta açılmasına karşı. Öğrenciler ve çevreciler ağaçların kesilmesine ve işlek olmayan bu yolun açılmasına karşı. Ancak Taksim-Gezi Parkı meselesinin bir benzeri buradaki üniversiteli gençliğe yaşatılarak, adeta bir intikam süreci işletiliyor. Ellerindeki fidanları dikmek isteyen gencecik çocukların üstüne polis tüm şiddetiyle gidiyor. Hastalık bulaşıcı demek ki: Ağaç kesme, gaz sıkma, arazileri ranta çevirme hastalıkları…
Daha birkaç gün önce öldürülen Ethem Sarısülük’ün duruşmasında korkunç olaylar yaşandı. Adliyede sıkılan biber gazından kaçmak isteyen 17 yaşında gencecik bir kız, demir parmaklıklara çakıldı, ameliyatla rahmi alındı. Engelli bir genç kız ise yerlerde sürüklendi. Sizleri bilmem ama ben bu haberleri okuyunca birkaç gün boyunca etkisinden kurtulamıyorum, sonrasındaysa aklıma geldikçe fena oluyorum.
Taksim’de devlete emanet edilen kimsesiz çocuklar, fuhşa zorlanıyor ve köle gibi satılıyor ya da intihar ediyorlar. Bu kadar çirkin olayların yaşandığı dönem de sözde muhafazakar AKP iktidarına ait. Ama onlar varsa yoksa “türban” siyasetiyle yine yollarına devam ediyorlar. VIP hacılar dönemine imza atıyorlar, lüks içinde yaşıyorlar, çocuklarını ABD’de okutup, ihale kapılarını yandaşlarına sonuna kadar açıyorlar.
ATATÜRK’ün yoktan var ederek kurduğu ve hasta adam Osmanlı’nın bütün borçlarını ödeyerek, tek kuruş dış borç almadan, milli kaynaklarla açtığı kurumları teker teker sattılar. Devletin limanlarını ve stratejik kurumlarını sattılar, eğitim kurumlarından laikliği sildiler. Onların aslında “kafaları” değil, “beyinleri” bağlı. Hayatları boyunca ezberlediklerini uyguluyorlar, uygarlığa kin besliyorlar, şehit ve gazilerimizin kemiklerini sızlatarak teröristlerle pazarlık masalarına oturuyorlar.
Bugün 29 Ekim’de özellikle Ankara, İzmir ve İstanbul’da milyonlarca insan sokaklardaydı. Yaklaşık 60 ilde, devlet protokolünün dışına taşan Türk halkı, en büyük Cumhuriyet kutlamalarından birini yaşadı bugün. Ben şahsen Anadolu yakasındaki Bağdat Caddesine giden bütün yolların akşam saatlerinde tıkandığının ve binlerce insanın ancak yaya olarak ilerlediğinin tanığıyım. Sahil yolu ve minibüs yolunda trafik tamamıyla durma noktasına geldi, ancak E-5’ten araç trafiği sağlanabildi. Kalabalığa baktığınızda, tıpkı geçen yılki gibi ailece gelenler, kadınlar ve gençler özellikle dikkati çekiyordu. Ancak insanların yüzlerinde, geçen yıla oranla çok daha büyük bir kararlılık ve güç vardı sanki. Geçen yıl, Gezi Olayları yoktu ve insanlar bu yıl yaşananları hayal bile edemezlerdi. Gittikçe dozunu artıran baskılar, Ergenekon ve Balyoz sürecindeki adaletsiz mahkeme kararları..Türbanın önce Milli Eğitime sokulması, önümüzdeki günlerde de TBMM’ye sokulacak olması..“Sonradan başları kapatılan AKP’li kadınların kobay olarak kullanılması” meseleleri de toplumu iyice gerdi. Ayrıca bugün bütün alanlarda AKP’nin okullarda yasakladığı “Andımız” okundu; bu da önemli bir mesajdır, lakin mesajı kim alacaksa!..
Sonuç olarak sevgili ATATÜRK: Sen hasta adamı yok olmaktan kurtarıp, onun yaralarını sardın, ona yepyeni bir yaşam bahşettin. Türkiye Cumhuriyeti öyle bir ülke ki, insanların pek çoğu seni anlıyor, seviyor ve saygı duyuyor. Bilim, akıl ve çağdaş eğitimle bugünlere kadar gelmişken, bu defa da “hasta kafalar” türedi. Bu kafalar tarihin bütün dönemlerinde vardı ve muhtemelen gelecekte de var olacaklar. Ancak acı olan şu ki, senin gibi bir lider bir daha gelmeyecek; bunu biliyorum. Fakat öylesine güçlü atmışsın ki yeni Türkiye Cumhuriyeti’nin temellerini, özellikle kadınlar ve gençler asla teslim etmeyeceklerdir ellerindeki Türk Bayraklarını…