Karabağ’ın 33 yıllık esareti sona eriyor. Kadim Türk yurdu, Azerbaycan toprakları şimdi yeniden öz halkı ile buluşuyor. Cephede muazzam kahramanlıklar gösteren bir Azerbaycan ordusu var.

Her gün adım adım ilerliyor; Rusya’nın destek ve himayesi ile kendisini dev aynasında gören kâğıttan kaplan Ermeni ordusunu darmadağın ediyor…

Azerbaycan ordusunun yıllar itibariyle gelişmesinde elbette Türk Silahlı Kuvvetleri’nin katkısı ve desteği çok büyük. Olmak zorunda da. Çünkü Türkiye ve Azerbaycan iki devlet bir millettir. Bu milletin tüm evlatları kıyamete kadar bir yardımlaşma ve dayanışma içinde olmak zorundadır.

Ermenistan güçleri, yine sivil hedefleri vurmakta; savunmasız siviller hayatlarını kaybetmektedir. Hocalı katliamının acısını her daim içinde yaşatan Azerbaycan için yeni sivil ölümleri bu zaferlerin en elem verici yönlerini oluşturmaktadır.

Uluslararası kamuoyu, diplomatik görüşmeler yoluyla, savaşsız, barışçıl çözme önerileri getirmekte; aradan geçen otuz yılı aşkın sürede, söylenenlerin defalarca yapılmasına rağmen hiçbir netice alınmadığını, aksine son harekâta giden yolda olduğu gibi sürekli Ermenistan tarafının Azerbaycan’a yönelik tacizlerini sürdürdüğünü göz ardı etmektedir.

Diplomasi yolları önerisi belli bir gerçekliğe dayanırsa ancak makul karşılanabilir. Şu ana kadar, şımarıklıktan öte sırnaşık, tacizkar bir Ermeni yaklaşımına destek olan ülkelerin en fazla barış ve diplomasi sözcükleri ile dolu cümleler kuranlar olduklarını görmek hiç de şaşırtıcı değil.

Diplomasiye karşı olabilir miyiz? Barışı reddedebilir miyiz? Bunlar elbette hiçbir zaman karşı olmamız, reddetmemiz mümkün olmayan kavramlar.

Ama önce yapılması gerekeni yapalım. Şöyle ağız tadı ile 33 yıl işgal altında kalan Türk yurtlarını özgür kılıp, asli sahipleri olan Azerbaycan’a iadesini gerçekleştirelim… Sonra barışın şartlarını konuşuruz ve diplomasi masası kurulur, taraflar o masa etrafında birleşir, inşallah da sonsuza kadar barış gelir.

Aksi takdirde, barışı hala Azerbaycan’a ait toprakların iade edilip edilmemesi gibi bir zemin üzerinden konuşmaya çalışırsak bunun gerçekçi bir yanı olmaz.

İki nokta önemli. Türkiye’de yaşayan Ermeni vatandaşlarımızla Ermeni ordusunu karıştırmayalım. Vatandaşlarımızın hiçbir şekilde bu savaşın mağduru olmaması gerekir. Keza, ülkemizde bulunan ve aşının, işinin peşinde koşan Ermenistan vatandaşı konuklarımıza da asla kötü muamele yapılmamalıdır. Önceki gün sosyal medyada gördüğümüz Ermeni Patrikhanesi önünden bayraklarla geçen konvoy görüntüsü hiç hoş değildi ve haklı olduğumuz Karabağ ve işgal altındaki toprakların kurtarılması mücadelesine zarar verecek bir mahiyet taşıyordu.

6-7 Eylül provokasyonlarını yaşamış bir ülkeyiz. Gayrimüslim vatandaşlarımıza yönelik bu şiddet olayları her zaman üzüntü ile hatırladığımız ve hatırlayacağımız sahnelerle doludur. Bu türden provokasyonlara karşı dikkatli olunmalıdır.

İkinci husus ise, bazı boşboğaz, gereksiz konuşanlara itibar edilmemesidir. Televizyonlarımız uzman görüşlerini yansıtırken dikkatli olmalıdır. Habercilikte özen göstermelidir. Türk kamuoyunu incitecek, üzecek, tahrik edecek tutum ve davranışlardan da, konuklardan da uzak durmalıdır.

Azerbaycan’ın haklı mücadelesini uluslararası kamuoyunda zor duruma düşürmeyi amaçlayan PKK kaynaklı iddialar ne yazık ki bizim eski bir diplomatımız ve siyaset adamımız tarafından da dillendirilmiş; bunun üzerine kamuoyunda haklı bir infial belirmiştir. Ama o siyaset adamının mensubu olduğu CHP, açıklama yaparak bu görüşü benimsemediğini göstermiş; TBMM’de tüm partilerin Azerbaycan’a destek amaçlı ortak deklarasyonunda yerini almıştır. Mühim olan budur.

Hassas günlerdeyiz. Güzel günlere az kaldı. Birbirimizi incitmeyelim.