Hukuk ve yargının cemaate teslim edilmeye başlandığı beş yılın sonunda, nihayet görmeyen gözler görmeye, duymayan kulaklar duymaya başladı. Bazıları erken gördü, bazıları şimdi, bazılarıysa asla göremeyecek. Çünkü insanlar körü körüne bir şeye ya da bir kimseye bağlı olduklarında gerçekler yok hükmünde kalabiliyor.

Başbakandan aldıkları emirle PKK’lılarla görüşen MİT’çileri sözüm ona cemaat savcıları yeni fark etmişler. İftiracı sahte delil uzmanı polis arkadaşlarıyla beraber kafa kafaya verip, bu defa başbakanı hedef almışlar. Türkiye’ye bir türlü dönmeyen ABD’nin koynundaki liderlerine de bravo demek lazım, olan biteni ifşa ettiği için. Çünkü kendileri bizim yıllardır anlatamadığımızı anlattı, gösteremediğimizi gösterdiler. Böylelikle Türkiye’de artık hukukun kalmadığını, bizim hukukçu ya da polis sandığımız bazı insanların aslında kim olduklarını ve ne yapmaya çalıştıklarını ortaya koydular. Dolayısıyla en başından beri bir grup savcı ve polisin işbirliği içerisinde yürüttüğü Türkiye tarihinin en hayalî dosyası olan Ergenekon iddianamesinin de bu çerçeve içerisinde değerlendirilmesi kaçınılmaz olacaktır.

12 Haziran 2011 genel seçimlerinden sonra “okyanus ötesine” teşekkür eden Başbakan Tayyip Erdoğan’ın teşekkür konuşması az gelmiş olacak. Kendilerine yardım olsun diye ben de “okyanus canavarına” Sait Faik ABASIYANIK’ın Sinağrit Baba isimli hikâyesiyle mesaj göndermek istiyorum:

Hikayede Sinağrit Baba bir balıktır. Bir oltaya takılmak ister fakat balık tutmaya gelenlerden hiçbirinin oltasını beğenmez. O sırada hiç tanımadığı birinin oltasına takılır, sandalın içine çekilir. Ölmeden önce kendisini tutan sandalın sahibinde bir işaret görür, adama bir daha bakar: “Bu adam şimdiye kadar hiç imtihan geçirmemişti. Namuslu, cömert olacak olan bu adamın hakikatte korkakların en korkağı, namussuzların en namussuzu olduğunu alnında okuyordu. Bu adam o kadar talihli idi ki daha, ikiyüzlülüğünü kendi kendisine bile duyacak fırsat düşmemişti. Yoksa Sinağrit Baba yakalanır mıydı? Sinağrit Baba son nefesini, böylece hiçbir pişmanlık imtihanı geçirmemişin sandalında pişman ve mağlup verdi.”

M.Ö. dördüncü yüzyılda yaşamış olan düşünürlerden Diyojen ise gündüz vakti Atina sokaklarında elinde fenerle dolaşırmış. Kendisine ne aradığını soranlara:”dürüst bir adam arıyorum” dermiş. Ayrıca “bilgelik” dışında hiçbir toplumsal kuralı önemsemeyen ve sokaklarda fıçı içinde yaşayan Diyojen, kendisinden bir dilek dilemesini isteyen Büyük İskender’e “gölge etme, başka ihsan istemez” diye cevap vermiş.

Bu hikayeleri anlatıyorum çünkü; kişilik sınavını vermemiş insanların bu dünyada hak etmedikleri mevkileri kapmış olduklarını düşünüyorum. Türkiye’de onlarca insan, kanunlara aykırı olarak tutuklanırken ve yıllarca davaları sürerken, kendi MİT’çisini korumak için özel kanun çıkarmaya yeltenenler ne kadar sağlıklı olabilir? ABD’nin maşası bir cemaat reisinin, yine kendi savcısı ve polisinin eliyle önce destekleyip, şimdi boğmaya çalıştığı Başbakana yaptıkları nasıl bir hastalığın belirtisidir? Bir dargın, bir barışık ülkeyi bugünlere kadar getirip siyasi ve idari bir kaosun içine soktunuz. Gerçek yüzünüzü de gösterdiniz ama eksik olsun artık; gölge etmeyin…