İstanbul’da yaşayan bir insan olarak günlerdir ben de tüm Dünya’yı sarsan Gezi Parkı direnişini yakından takip ediyorum. Yaşananları doğru analiz edebilmek için günlerdir halkımızın içinde ve protesto eylemlerini gözlemeye ve bir vatandaş olarak ta desteklemeye çalışıyorum.
31 Mayıs’ta Gezi Parkı’nda uyuyan bir grup çevreciye polis panzerleriyle ve biber gazıyla saldırarak çadırlarını yakan hükümetten emir almış polisler, Türkiye’de ve Dünya’da eşi benzeri görülmemiş bir direnişe yol açtılar. Kıvılcımı ateşleyen “çevre direnişi” aslında, kökeninde çok daha fazla şeyleri de barındırıyordu. Yıllardır İstanbul’u talan eden AKP’li rantçılar, belediyeleri aracılığıyla ve çeşitli ihalelerle olmayacak alanlarda, örneğin tarihi camilerin arkasına 50 katı aşan binalar yapacak kadar gözleri dönmüş şekilde güzelim şehrimizin siluetini bozuyorlardı. Türkiye çapında bütün orman arazilerini kamulaştırma çabası içinde TBMM’ye teklifler getirerek ve oy çoğunluklarına güvenerek istedikleri kanunları çıkarıyorlar, ne çevrecileri ne de köylüleri insan yerine koymuyorlardı. Ankara’da kanunlarla koruma altına alınan Atatürk Orman çiftliği ABD’ye peşkeş çekilmiş, ciddi bir bölümü talan edilmişti. Antalya’da 2B mağduru köylüler ayaklanmıştı. Ege’de ise “siyanürle altın arama” gerekçesiyle topraklarına el koyulan Kazdağı köylüleri çok ciddi hak ihlalleriyle karşı karşıya kalmışlardı. Ve işte artık sabırların taşmış olduğu noktada Gezi Parkı Çevre Direnişiyle başlayan olaylar, domino taşları etkisiyle Türkiye’de eşi görülmemiş bir direnişin fitilini ateşleyecekti.
Türk halkının DEMOKRASİ taleplerine karşı EKONOMİ kartını gösteren mantık dışı açıklamalar yapan Başbakana cevap ABD’den gelmişti:” İnsanlar ikisi arasında bir seçim yapmak zorunda değildir.” Pes doğrusu! ABD bile Tayyip Erdoğan’a posta koymuştu. Uyarı üstüne uyarı geliyordu. Öyle ya devletin anti-demokratik uygulamalarına yapılan eleştirilerin cevabı “ekonomimizi kıskanıyorlar” şeklinde olamazdı. Farz edelim ki ekonomi sizin yandaşlarınızın faydalandığı nimetlerle eşdeğer sayılacak kadar “iyi” olsun; ancak biz burada ekonomiden değil “özgürlüklerden” bahsediyoruz. Suudi Arabistan’da ekonomi çok daha iyi görünüyor ancak taksiye tek başına binmek isteyen kadınları falakaya yatırdılar. Altın kafeste yaşayan kadınlar için ekonominin iyi olmasının anlamı nedir? Kaldı ki % 12 ile 14 arasında değişen işsizlik rakamları ne oluyor? Ya da neden Sayıştay raporlarını TBMM’ye getirmeden Bütçeyi Meclisten geçirdiniz? Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük dış borcuna ne desiniz? Ya rekor seviyedeki cari açık?
Bu ülkede 11 yıldır demokrasi ve özgürlük kavramları içi boşaltılarak saptırıldı. Tayyip Erdoğan gibi fanatik ve asabi bir başbakan tarafından yönetiliyoruz. Özgürlüklerden tek anladığı şey, “türban” olan ve kendisinden başka hiç kimseyi dinlemeyen, yandaşlarını ihalelerle zengin eden, medyanın % 90’ını ele geçiren, devletin bütün kurumlarına “işten anlasın-anlamasın” imam-hatip çıkışlıları dolduran, eğitim sistemini laik çizgisinden çıkaran, Atatürk’le ilgili bütün izleri silmeye çalışan, TC’nin tabelalardan silinmesine göz yuman, Milli bayramları yasaklayan, PKK’lılarla masaya oturan ve özerklik tartışmalarıyla toplumu geren, özel yetkili mahkemeler kurarak cemaat savcıları eliyle milletvekillerinin, gazetecilerin ve siyasetçilerin Silivri’de çürümesine göz yuman bir adamdan bahsediyoruz. Ve Taksim’de 1Mayıs’ı yasaklayan, işçilere biber gazı yediren AKP hükümeti, Haziranın ilk haftası bu defa Taksim’e akın eden işçileri durduramadı; ne çukura düşen oldu, ne de yaralanan…
Ve yine kimden bahsediyoruz? Suriye ile ilgili olarak izlediği yanlış politikanın neticesinde Reyhanlı’da resmi rakamlara göre 52 kişinin ölümüne neden olan, bu olaydan sonra “ulusal yas” ilan etmeyerek ABD’ye kaçan ve 19 Mayıs’ı orada geçiren, geldikten sonra da Gezi Parkı olayları durmayınca bu defa Fas-Tunus-Cezayir’e kaçan bir adamdan bahsediyoruz. Bu arada ne oldu? Fas Kralı kendisiyle görüşmemek için kendi ülkesinden kaçıp gitti. İran’a gittiğinde de Mahmud Ahmedinejad kendisiyle görüşmemişti. Yani kaçan kaçana… Bir süre önce de kendisine “Gazze’ye mayısta gitme” diyen ABD dışişleri bakanına kızmıştı ancak gerçekten de Gazze’ye gidemedi. Onun yerine Kuzey Afrika’yı gezinip olayların yatışmasını bekledi. Ancak yatışacak gibi değildi ve geri dönüp İstanbul’da havaalanında bindirilmiş kıtalar ve yağdanlıklarla kendisini kalabalıkların karşılamasını sağladı.
İçki içmeyi yasaklamaya kılıf ararken, Atatürk ve İsmet İnönü’ye “ayyaş” göndermesi yapan, çevreci gençlere ve onları destekleyenlere “çapulcu” , “vandal” diyen Başbakan, kendisine hakaret edilmesine köpürüyor. Kısacası kendisinin hakaret etme özgürlüğü var ancak kendisini istifaya davet eden kitleler için böyle bir şey, ancak “yeniçeri isyanı” benzetmesiyle karşılık bulabilir. Sanatçılara “yazıklar olsun” demesine ne dersiniz? Türkiye’de en çok izlenen “Muhteşem Yüzyıl” dizisinin senaryosuna karışan, uyarı üstüne uyarı, ceza üstüne ceza gönderten Başbakanın bu tavrına en güzel cevap, yine o dizinin oyuncularından geldi. 1 Haziran’da İstanbul halkı polisin Taksim’den çekilmesini büyük bir direnişle sağlarken, bu ülkenin sanatçıları ve ünlü şovmenleri de oradaydı. Evet sanat ve sanatçı üzerinde yaşanan baskıların da haddi hesabı yoktu ve artık herkes bu baskılar karşısında boğazına kadar dolmuştu.
31 Mayıs ve 1 Haziran’da siyasi partilerden muaf gençlerin önderliğinde gelişen büyük direnişle “Taksim’de miting yasağı” delinmiş, ancak “satılmış medya” uyurken, tüm Türkiye’ye ve Dünya’ya yayılan GEZİ’ye Destek mitinglerini sadece HALK TV ve ULUSAL KANAL kesintisiz yayınlamıştı. Satılmış yerli medya bu olayları Bruce Willis ve Madonna’dan sonra duymuş ve Türk Halkından veto yemişti. Artık her yerde Halk TV ve Ulusal Kanal izleniyor, hükümet yanlısı kanallar yuhalanıyor ve eylem alanlarına sokulmuyordu. Akılsız “akil adamlar” ortadan kaybolmuş, gündemin alt sıralarına düşmüşlerdi. Türkiye’nin 67 ilinde, İstanbul’un hemen her ilçesinde vatandaşlar her gece saat 21.00’da tencere tavalarla dışarı çıkıyor “Tayyip istifa”, “hükümet istifa” sloganları atıyorlar ve ışık açıp-kapatarak eylemlere destek oluyorlardı. Gençler, kadınlar ve çocuklar günlerdir ayaktalar…
Ben de bir grup arkadaşımla 1 Haziran’da önce Beşiktaş’a oradan Taksim’e geçmek istemiştim. Saat 17.00 sıralarında polis Taksim’de çekilmiş, CHP lideri Kılıçdaroğlu ise Kadıköy’deki mitingini iptal ederek Beşiktaş’tan Taksim’e yürüyüşe geçmişti. Ancak saat 18.00 civarında Taksim’e giren CHP liderinin ardından Beşiktaş’ta yeniden polisin attığı gaz bombaları nedeniyle ortalık savaş alanına dönmüştü. Beşiktaş’a geç vardığımız için oradaki durumu bilmiyorduk. Bahçeşehir Üniversitesindeki gençler, gazdan etkilenen yurttaşlara limon ve sirke solüsyonu taşıyarak yardımcı olmaya çalışıyorlardı. Polis araçlarından tazyikli su ve biber gazları yağıyor, kadınlar ve çocuklar gerisin geriye yokuş yukarı veya denize yatay çizgide kaçışıyorlardı. Bu arada gençler kafelere ya da çay bahçelerine doğru kaçıyor, gazın etkisi geçince tekrar yollara çıkıyor ve pes etmiyorlardı. Son derece zararsız, esprili sloganlar atıyorlar ve hiçbir şekilde kimseye zarar vermiyorlardı. Gecenin ilerleyen saatlerine kadar kimi zaman resim çektik veya Boğaz kıyısındaki çay bahçelerinde çay içerek dinlenmeye çalıştık.
Geçen gün yine Gezi Parkı’na gittim. Panayır yerine dönmüştü. İnsan çok karışık duygularla oraya gidip dönüyor. Yıllarca AKP diktatörlüğüne karşı suskun kalmış kitleler, GEZİ isimli bir Parkla zulme, yasaklara, anti-demokratik uygulamalara, tabiatın talan edilmesine baş kaldırmış ve ÖZGÜRLÜĞE akan bir dereyi takip eder gibi gezi parkında buluşmuştu.
Ben futbolla ilgilenmem. Bugüne kadar futbol terörünü çok eleştirdim. Ama şu son günlerde, başta BEŞİKTAŞ Çarşı Grubu olmak üzere, FENERBAHÇE ve GALATASARAY taraftarlarını gönülden kutluyorum. Bu kadar sosyal duyarlılıkları olduğunu ve hepimizin önüne geçeceklerini asla tahmin edemezdim. Bugüne kadar Tayyip İktidarının cemaati sokuşturamadığı için, bu futbol takımlarına neler yaptığını duyumsadık. Dolayısıyla İstanbul’da bu üç büyük takım ve İzmir’deki futbol takımlarının birleşerek Gezi eylemlerine destek vermeleri ve “hükümet istifa” sloganlarında başı çekmelerini çok iyi anlıyoruz.
Tayyip Erdoğan, yurda döndüğünden beri, zehirli dilini yumuşatmadı. Yurtdışına giderken “evlerinde zor tuttuğunu” söylediği yandaşlarıyla ayrı mitingler yaparak Gezi eylemcilerine meydan okuyor, tehdit ediyor. Ancak şunu bilsin ki halka meydan okuyan hiçbir diktatör koltuğunda uzun süre oturamaz. Ne çabuk unuttu Mısır’ın Tahrir meydanındaki direnişçilere verdiği desteği. Oysa ki Tunus’ta, Mısır’da ve Libya’da İslamcılara verdiği destekle özgürlükler ve demokrasi kayboldu, laik rejimler yıkılarak İslamcı örgütler ülkelerin başına konduruldu; hemen ardından da emperyalist ülkeler petrol kuyularına el koydular. Türkiye’de ise tam tersine Atatürk Cumhuriyetini ve laik rejimi korumak için milyonlarca insan her gün sokakları dolduruyor. Ellerinde sadece Türk Bayrakları ve Atatürk posterleri var. Araya karışan PKK’lı teröristleri de kendileri bertaraf ediyorlar ve asla aralarına almıyorlar. Bu provokatör bölücülerin dışında, herkes tam anlamıyla ne istediğini biliyor: Sürekli halkı aşağılayan ve tehdit eden Tayyip Erdoğan’ın gitmesini ve laik Türkiye Cumhuriyetinin yıpratılan kurumlarının yeniden inşa edilmesini…
Kolay olmayacak ama yıllardır sessiz kalan yığınlar bu defa oldukça kararlı görünüyorlar ve Tayyip gidene kadar “Gezi’ye Devam” diyorlar. Çoğu kez, Fazıl Say gibi ben de ülkenin gidişatından dolayı umutsuzluğa kapılmıştım. Ama bir daha olmayacak umutsuzluk! Teşekkürler bu ülkenin çevrecileri, sanatçıları, gençleri, kadınları ve çocukları…