Türkiye’de İlahiyat Fakülteleri programlarında felsefe ve gurubu derslerindeki azaltma, kırpama çabalarının olumsuz sonuçları üzerine durmuştuk. Bu bağlamda, ile  15/06/2013 tarihinde Bişkek’te sunduğum ve İlahiyat fakültelerinin işlevini ele alan yazıyı da kamuoyu ile paylaşmak istiyorum.  Çünkü Çift Kutuplu, yani sosyalist ve kapitalist dünya tasavvuru 1989 yılı itibarıyla sarsılmaya başladı. Kardeş ve Akraba Topluluklarımız peşpeşe bağımsızlıklarını ilan etmeye başladı. Kırgızistan, 31 Ağustos 1991 tarihinde bağımsızlığını ilan edince, bunu uluslararası alanda ilk tanıyan Türkiye Cumhuriyeti oldu. Atayurt (Türkistan) ile Anayurt (Türkiye) arasında irtibatı güçlendirmek için kültürel ve ekonomik anlaşmalar yapılmaya başlandı ve 1993 yılında Oş şehrinde Oş Devlet Üniversite ile Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi arasında bir protokol imzalanarak, Türkiye Diyanet Vakfı’nın sponsorluğunda ilk resmi ortak fakültemiz olan Oş Teoloji eğitim ve öğretimine başladı. Türkistan’ın maddi ve manevi anlamda en verimli bölgelerinden olan Fergana Vadisinin batısında kurulan Oş Teoloji Fakültesi Kırgızistan’daki toplumsal yapının dini tasavvurunun gelişmesinde önemli katkılar yaptı. Bu makalenin hedefi, dini kültürün öğretilip yeniden üretildiği ilahiyat fakültelerinin (Türkiye’yi merkez alarak) işlevini inceleyen bir değerlendirme yapmaktır. Diye başladım bildiriye, ama Türkiye’de yaşanılanları görünce, acaba bunları boşa mı söyledim, kendimle mi çeliştim diye düşünmeden de edemedim. Takdir siz okurlarımızın
TÜRKİYE’DE İLAHİYAT FAKÜLTELERİ VE İŞLEVİ
Dinin sahih kaynaklara dayanarak rasyonel, eleştirel bir şekilde resmi kurumlarda okutulup öğretilmesi hususu çok önemlidir. Çünkü Sovyetler Birliği döneminde materyalist ve ateist öğreti ile yetiştirilen nesiller bağımsızlığa kavuşunca dini açıdan da büyük bir boşluk duymuş ve bunu örf, adet ve hurafelerin karışımı bir halk dini anlayışı oluşturmaya başlamışlardır. Anayasa’nın hazırlanması ve din ile ilgili işlerin hukuki zemine kavuşturulmasına kadar (1991-1994) halk, kahin, falcı ve baksı dediğimiz insanlara inanmaları ve hurafelerden oluşan bir dini yapı oluşturmuştur.
Bunun yanı sıra radikal ve aşırı yorumlara sahip mezhepler, siyasi ve itikadi yapılanmalar, özellikle misyonerlik faaliyetleri çoğalmıştır. Tabiri caizse “tam bir dini patlama” yaşanmıştır. Bunun karşılığında resmi dini eğitim olmaması ve Müftiyat’ın hukuki konumu ile din görevlilerinin çoğunluğunun medrese mezunu olması,  buralarda felsefi, sosyolojik ,psikolojik verilerin okutulmaması halkın dini ihtiyaçlarının karşılanmasında da bir çok yetersizliği ve tartışmayı da beraberinde getirmiştir. Bu da dini değerlerin toplumsal barış ve huzurun ana unsuru olma potansiyelinin çatışma için kullanılma riskini de beraberinde getirmiştir.  Bütün dünyaya bilgi akışı sağlayan belirli haber ajanslarının oluşturduğu İslam ve Müslüman imajı  özellikle 2001 yılından itibaren iyice kötüleşmiştir. ABD ikiz kulelere saldırıdan sonra bütün dünyada İslamfobia etkili kılınmaya başlamış, Müslümanlar oldukça zor durumlarda yaşamak zorunda kalmışlardır. Bu da İslam dünyasında tek laik, sosyal hukuk demokratik devlet olan Türkiye Cumhuriyeti’nin din ve devlet ilişkisini kurgulamasını, dini kurumlarını, İmam Hatip Lisesi ve İlahiyat fakültesi deneyimlerini önemli kılmıştır. Dinin hegemonik siyasetin bir unsuru olmaması gerektiği bakış açısını ve medeniyetler arası savaş tezinin geçersizliğini  çoğulcu yapının adalet ve eşitlik ilkeleri bağlamında ancak Türkiye deneyimi ile göstermek mümkündür. 
Bu durumun ortaya çıkardığı toplumsal sorunların çözümü için ise dinin resmi birimlerde sahih kaynaklara dayanarak, rasyonel, eleştirel ve mukayeseli bir şekilde incelenmesi zorunluluğunu pekiştirmiş, bu da imam hatip lisesi benzeri okullar ile teoloji fakültelerinin açılması ve desteklenmesini gerektirmiştir.  Bu bildirin hedefi, Türkiye’deki İlahiyat fakülteleri hakkında bilgi vermek ve bu programın uluslararası boyutuna dikkat çekmektir. Çünkü İlahiyat Fakülteleri, hem yüksek din öğretimi vermek hem de Din Öğretiminde Öğretici(Öğretmen) ihtiyacını karşılamak için kurulan bir fakültedir. Milli Eğitim Bakanlığı ve Diyanet başta olmak üzere birçok kurumun Din Öğreticisi ihtiyacını doğrudan karşılayan ve Eğitim Fakültesi statüsündeki bir faküldedir. 
I. Oş Devlet Üniversitesi İlahiyat Fakültesi,
 1993-1994 öğretim yılında Türkiye Diyanet Vakfı’nın sponsorluğunda Oş Devlet Üniversitesi bünyesinde açılan İlahiyat fakültesinin Kırgızistan hayatı açısından çok önemli bir işleve sahip olmuştur.  Öğretim elemanlarının tamamı ilk dönem Türkiye’den gitmiştir, ama şu anda dokuz öğretim elamanı kendi mezunu doktorlardan oluşmaktadır. Şu ana kadar yüksek lisansını ve doktorasını Türkiye’de bitiren 17 mezunumuzun kalan 3 tanesi KıRgız Manas Üniversitesinde, 2 tanesi Araşan İlahiyat Fakültesinde öğretim görevlisi olarak görev yapmaktadır. 15 civarında öğrencimizde Ankara’da yüksek Lisans ve doktora yapmaktadır. 3 öğrencimiz de İstanbul Pendik Haseki Eğitim Merkezinde okumaktadır.  Mezunlarımız bölge ve şehirlerde kadı/müftü yardımcısı, imam hatip, öğretmen ve serbest meslek sahibi olarak çalışmaktadırlar. Kadıyat ve din hizmetlerinde görev alan mezunlarımıza yine Diyanet Vakfı da maddi açıdan destek olmaktadır. Şimdi bu üç resmi ilahiyat fakültesinin yanısıra Kırgız Üniversitelerinden üç tanesinde Din Tanu bölümü açılmıştır. Bu açıdan Türkiye’deki ilahiyat fakültelerinin işlevini müzakere etmek, Kırgızistan ile anayasal yapımızın, dil ve dini yorum benzerliğini düşündüğümüz zaman daha da bir önem kazanmaktadır.
Benzer bir durum Kuzey Kıbrıs Cumhuriyeti’nde yaşanmıştır.  Özel Yakın Doğu Üniversitesi bünyesinde bir ilahiyat açılmış, Marmara Üniversitesi İlahiyat fakültesi öğretim üyesi desteği vermiştir. Türkiye Yüksek Öğretim Kurumu’nun onay verdiği bu fakülte, Kuzey Kıbrıs’ın akademik düzeyde ilahiyat bilgisini karşılayacaktır. Orada da dini eğitim de bir kesinti oluşmuştu. Kıbrıs Türk halkı da tıpkı Kırgızistan vatandaşları gibi, üniversite eğitimi en yüksek olan halklardan biri olmasına rağmen din hizmeti veren personelinin eğitimi çok düşüktü. Hatta bir bölümü ilkokul mezunu olduğu için din görevlisinin eğitimi de eksik oluyor, bu da bilgi aktarımında da zayıf kalma sonucunu doğuruyordu. İlahiyat Fakültesi'nden yetişecek öğrencilerimiz üst düzey akademik bilgi aktarma ihtiyacını üstleneceklerin din hizmetlerindeki bilgi eksikliklerindeki boşluğu dolduracaktır.  
II. TÜRKİYE’DEKİ İLAHİYAT FAKÜLTELERİ
Osmanlı devletinin dağılmasıyla birlikte yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti eski dönemin birçok kurumunu terketmiş, ama Diyanet İşleri Başkanlığı devam ettirmiştir.   Osmanlı Devleti’nde modernleşme hareketi neticesinde Avrupa tarzında bir Üniversite Daru’l-Funun adıyla 1845 yılında kuruldu. 1900 yılana kadar uc kez fasılalarla açılıp kapanan Üniversite, Abdulhamit’in tahta geçişinin 25. Yılından itibaren eğitimine aralıksız devam etti. 1900 senesinde aynı zamanda İlahiyat Fakültesi (Ulum-ı Şeriye) bolumu de hizmete girdi. 
 Osmanlı eğitim ve öğretiminde önemli bir işlev gören Daru’l-Funun bünyesindeki ilahiyat fakültesi Cumhuriyetin kuruluşu ile görevine devam etti.  Dar'ül-Fünun'a muhtariyet veren kanun layihası 1924'te müzakere edildi.  Kanunla Talimatname metni arasında ilahiyat Fakültesinin diğer Fakülteler arasındaki yeri bakımından küçük bir fark olduğu gibi, kanunda
medrese, talimatnamede Fakülte tabiri yer almıştır. İlahiyat Fakültesi adı da artık" Şer'i ilimler Şubesi" yerine geçmiştir. Bu fakülte1933 yılına kadar öğretime devam etmiştir. 1933'te Dar'ül-Fünunun lağvedilerek yerine kurulmuş olan İstanbul Üniversitesinde İlahiyat Fakültesine yer verilmedi. Sadece Edebiyat Fakültesine bağlı "İslami İlimler Enstitüsü" kuruldu. 
 islimi ilimleri modern eğitim ve öğretim yöntemleri ile okutacak, diğer fakültelerde farkı olmayan akademik ve ilim merkezi olacak bir şekilde ilk  İlahiyat Fakültesi 1949 yılında Ankara Üniversitesi bünyesinde açılmıştır.  Burada dini ilimler ile felsefe, sosyoloji, psikoloji ve sanat tarihi disiplinleri bir arada verilmiştir.  Daha sonra Yüksek İslam Enstitüleri  ve Erzurum Atatürk Üniversitesi bünyesinde İslami İlimler Fakültesi açılmıştır. Sayıları hızla artan Yüksek İslam Enstitülerine sadece imam hatip lisesi mezunları kabul edilmiş, diğer iki fakülteye lise mezunları da alınmıştır. Bende lise mezunu olarak İlahiyat eğitimi alanlardan birisiyim.
1980 askeri darbesi ile buralarda okuyan kız öğrencilere kota getirilmiş ve % 5 ile sınırlı tutulmuş, ardından başörtülerini açmaları istenmiştir. Bu kota daha zeki kız öğrencilerin gelmesine neden olmuş, bir süre sonra anlamsızlığı görüldüğü için kaldırılmıştır. 28 Şubat 1997 yılında yaşanılan post modern darbe ile İlahiyat fakülteleri tekrar kıskaç altına alınmış, yeniden başörtü problemi çıkmış ve kontenjanları düşürülmüştür.
Bugün 150 öğrenci alan  Çorum İlahiyat fakültesi 20 öğrenci almaya başlamış, onun da tamamı neredeyse kız öğrenciler tarafından oluşturulmuştur.  1998 Bu dönemde fakültelerin öğretmenlik sertifikası verilme imkanı ellerinden alınmış, yıllarca görev alamamışlar ve halen de bu sorun devam etmektedir. 14 yıl önce öğrenci sayısı azaltılan, 2. Öğretimleri kapatılan, formasyon hakları elinden alındığı için yeterli sayıda Formasyonlu İlahiyat mezunu kalmamış ve bunun ortaya çıkardığı sorun, günümüzde yoğun olarak hissedilmektedir. İlahiyat Fakülteleri içinde İlköğretim Din Kültürü Öğretmenliği Bölümü adı altında yeni bir bölüm kuruldu ve buralar daha sonra 2006 yılı itibarı ile eğitim fakültesi bünyesine aktarıldı. 1998- 2003 arasında bu bölümden tek bir Din Kültürü öğretmeni dahi atanmadı. Din derslerini ilköğretim kurumlarında kimyacı, matematikçi beden eğitimi vb öğretmenler tarafından verildi.  Hazırlık sınıfları kaldırıldı.  Oş ilahiyat fakültesinin en büyük avantajı türkiye’de görülen bir yıllık hazırlık ile Kur’an ve Arapça temel islami bilgilerin verilmesidir. 1. Sınıfta mescitte imamlık ve müezzinlik yapar hale geliyor ve cemaat da bunu görüyor. Genç bir çocuğun düzgün bir şekilde Kur’an okuduğunu görence geleceği adına umutlanıyor.
Türkiye’de bu eksiklik görüldüğü için yeni dönemde kademeli olarak birçok fakülte tarafından tekrar konuldu. 2012 yılında İlköğretim Din Kültürü Öğretmenliği Bölümü tekrar İlahiyat fakülteleri bünyesine aktarıldı, ama mahkeme süreci bitmek üzere ve muhtemelen tekrar eğitim fakültelerine gidecek. Burada Kırgız yetkililerin dikkat etmesi gereken süreç şudur: türkiye’de öğretmen ve diyanetin ihtiyacını karşılamak eleman yetiştiren İlahiyat fakülteleri 1998 yılına kadar Eğitim Fakültesi statüsündeydi. Ama 28 Şubat 1997 süreci ile Fen Edebiyat Fakültesi statüsüne alınmıştır. Oysaki İlahiyat Fakültelerinin bir görevi de Din Öğretimine Öğretmen yetiştirmektir. İlahiyat Fakültesi statüsünde Eğitim Fakültesi içinde bir bölüm yer almadığı için Din Öğretimi konusunda Öğretici adayı yetiştiren tek Fakültedir. Bu nedenle İlahiyat Fakülteleri, Fen Edebiyat ya da diğer fakülteler gibi değerlendirilemez. İlahiyat Fakülteleri şuanda bile İmam Hatip Liselerine Öğretmen yetiştiren tek Fakülte ve bölümdür. Din Kültürü Öğretmenliği bölümü sadece Din Kültürü Öğretmeni yetiştirmekte ve buradan mezun olan kimseler İmam Hatip Liselerine atanamamaktadırlar. Bu nedenle açılan ilahiyat fakültelerinde aynı hatalara düşmemek için İlahiyat Fakültelerinde Formasyon Eğitimi olmalıdır.  Din Kültürü Öğretmenliği Bölümü gibi ayrı bir bölüm yerine Din Öğretmeni yada Meslek Dersi öğretmeni olmak isteyenlere İlahiyat Fakültesi içinde seçme hakkı tanınacak şekilde yetiştirilmelidir. Fakülteler Türkiye’de olduğu gibi 1998 öncesinde olduğu gibi Din Öğretiminde tek yetkili kurum olmalıdır.
III. TÜRKİYE’DEKİ MEVCUT İLAHİYAT FAKÜLTELERİ
Son yıllarda sayısı hızla artan özel ve resmi üniversiteler bünyelerinde ilahiyat fakülteleri açmaya başlamışlardır. Bazıları doğrudan ilahiyat fakültesi, bazıları ise İslami İlimler fakültesi adı altında açılmış seksen sekiz 88 ilahiyat fakültesi vardır. "Bunlardan 46'sı öğrenci alıyor, diğerleri de öğrenci almaya hazırlanıyor. Bu da Türkiye'de dini bilgi açısından çok büyük bir birikime ve iyi bir kalite tutturmaya ihtiyaç olduğunu göstermektedir. 

1. Üyesi bulunduğum Çorum İlahiyat Fakültesi gibi klasik programa sahip İlahiyat Fakülteleri. Buralarda tek diploma verilir, Temel İslam Bilimleri, İslam Tarihi ve Sanatları ile Felsefe ve din Bilimleri bölümleri var, ama bunlar idari tasniflerdir, akademik bir etkinliği yoktur. Öğrenci alamaz ve ağırlıklı eğitim veremez.
2. İslami İlimler Fakültesi adıyla açılan Fakülteler. Bunlar Temel İslam ağırlıklı bir program uygulamaya çalışıyorlar ama daha yeniler. Fakat bazılarının ismi öyle ama ilahiyat fakültesinde bölümlemenin aynısını kabul edenler de var.  Bu bağlamda, özel ve vakıf üniversitelerde ilahiyat fakülteleri açmaya çalışıyor.  Bunlardan İstanbul Şehir Üniversitesi İslami İlimler Fakültesi diğer ilahiyat fakülterinden farklı bir program uygulamayı öneriyor. Öğrencilerini hem İslam dinini ve medeniyetini hem de yaşadığımız çağı yakından tanımalarını sağlayacak bilgi ve becerilerle donatmayı hedefliyor. 2012 - 2013 akademik yılında ilk öğrencilerine kapılarını açan İslami İlimler Fakültesi, uluslararası ve özgün yapısıyla tefsirden siyaset bilimine, hadisten çağdaş İslam düşüncesine uzanan çok yönlü ve çok seçenekli bir program sunuyor. Fakülte, öğrencilere bir yandan İslam medeniyetinin muazzam birikiminin kapılarını açarken, diğer yandan modern dünyada geliştirilmiş sosyal bilimlerle tanışmalarını sağlıyor. Öğrencilerini İslami ilimlerin tarihi ve klasikleriyle buluşturmayı hedefleyen İslami İlimler Fakültesi, aynı zamanda devlet üniversitelerindeki ilahiyat fakültelerinin müfredatını da kapsıyor. Dışişleri Bakanımız Ahmet Davutoğlu beyin kuruculuğunu ve uzun sure yöneticiliğini yaptığı Bilim ve Sanat vakıf, bu üniversiteyi kurmuştur. İslami İlimler Fakültesi, öğrencilerine Arapçanın yanı sıra İngilizceyi de ileri düzeyde öğretmeyi hedefliyor. Fakültede öğrenciler, İslami İlimler öğreniminin yanında başka bir sosyal bilim dalında yan dal yapabilecek yahut çift ana dal yaparak iki diploma alabilecekler. Ayrıca İslami İlimler, her sene kabul edilecek uluslararası öğrencilerin yanı sıra müfredatıyla, faaliyetleriyle ve vizyonuyla gerçek anlamda uluslararası bir fakülte olarak tasarlandı.
3. Uluslararası İslami İlimler Üniversitesi
Bu bağlamda Diyanet İşleri Başkanı Mehmet Görmez,  "Sadece bir fakülte değil bütün dünyadan öğrencisi olan uluslararası İslami İlimler Üniversitesi'ne ihtiyaç var” diyerek Türkiye’de yaşanan soruna dikkat çekti. Yüksek Öğretim Kurulu'nun ilahiyat fakülteleri hakkında müfredat birliğinde ısrar ettiklerini belirten Görmez, "Hâlbuki bence bu çeşitliliği sağlamak lazım. Bu İslami ilimler fakültelerinin uluslararası ufku da görerek yeni bir müfredat yeni bir programla yola çıkmalarının daha hayırlı olacağını düşünüyorum." ifadelerini kullandı.
Görmez, Türkiye'de İstanbul'da uluslararası İslam üniversitelerle rekabet etmeyecek bunlara katkı sunacak sadece bir fakülte değil bütün dünyadan öğrencisi olan uluslararası İslami İlimler Üniversitesi'ne ihtiyacın olduğunu belirtti.   Küresel ölçekte İslam’ın içinden geçtiği süreçlere Türkiye'deki birikimin ne kadar karşılık verip veremeyeceği bu akademik birimlerde ele alınmalıdır. “Gönül coğrafyamızın kendi kimliklerini yeniden inşa etmeye katkıda bulunacak bir ulumu İslamiye katkısı sunmaya gücümüz var mı? İslam dünyasına katkı sunabilecek bir birikimimiz var mı? İslam’ın özellikle batıda içinden geçtiği süreçleri dikkate aldığımızda İslamafobiyi dikkate aldığımızda buna ne kadar karşılık verip verebilecek miyiz?” Bu ve benzeri sorunların müzakere edileceği ve olası cevapların üretibileceği uluslararası bir İslami İlimler Üniversitesine ihtiyaç olduğu açıktır. 
4. Çok program ve bölümlü İlahiyat Fakülteler: Ankara ve Marmara İlahiyat gibi büyük fakültelerde
1. Yaygın Din Hizmetleri ve Uygulamaları,
2. Uluslararası İlahiyat
3. İngilizce Eğitim veren İlahiyat
4. Dünya Dinleri bölümü. Burada ilk iki yıl temel islami ilimler, son iki yıl bunlara ilaveten Hıristiyanlık, Yahudilik, Uzak doğu dinlerine dair temel bilgilendirmeler yapılmaktadır.
5. İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Eğitimi gibi bölümleri var.   28 Şubat 1997 post modern darbesinden sonra ilahiyat fakültelerindeki öğretmenlik verme yetkisi alındı. Eğitim fakülteleri içinde İlköğretim Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmenliği Bölümleri açıldı. Bunlar geçen yıl içinde tekrar ilahiyat fakültesi bünyesine katıldı, ama karara itiraz edildi ve bu sene tekrar eğitim fakülteleri bünyesine dönecek. Bu bölümlere rağbet çok, çünkü doğrudan ilköğretim kurumlarında öğretmen olabiliyorlar. İlahiyat mezunları ise ayrıca 1.5 yıl süren bir tezsiz yüksek lisans programına katılarak öğretmenlik sertifikası almak için ilgili fakültelere müracaat ediyorlar. Burada sorun, istihdamın nasıl sağlanacağı üzerinde düğümleniyor.
6. İlitam yani İlahiyat lisans tamamlama uzatan eğitim programı da bulunuyor. Önceleri bu sadece Ankara İlahiyat Fakültesinde vardı, şimdi ülkenin farklı yerlerinde büyük üniversitelerin fakültelerinde açılmıştır. 

IV. İLAHİYAT FORMASYONUNDA OLASI SORUNLAR
1993 yılında 24 ilahiyat fakültesi, 7 ilahiyat meslek yüksekokulu vardı.  Bu kadar çok ilahiyat fakültesine niçin ihtiyaç var, sorusu Türkiye’de belirli kesimlerde hala önemli bir soru(n) olarak görülmektedir.  Bunun için öncelikle hesaplaşmamız gereken bir gerçek var: diğer fakülteleri bitirenlerin zorunlu olarak kamu görevi veya mezun olduğu okul ile ilgili bir işte çalışma zorunluluğu olmadığı gibi İlahiyat mezunlarının da bu gerçeği görmesi gerekiyor. Hâlbuki öğrenci Fakülteden mezun olduktan sonra aldığı diplomayla bir iş sahibi olmak istiyor. Kırgızistan da durum budur: İş edindirmeyen diploma pratikte çok işe yaramıyor.  Dolayısıyla İlahiyat Fakültelerinin İslam üzerinde derinleşmiş uzman/ilim adamı yetiştirme iddialarının fazla geçerlililiği olmadığını kabul etmek ve bunun üzerinde düşünmemiz gerekiyor. Bu nedenle İHL açılması ve mezunların Kadıyat ve Müftüyat bünyesinde  maaşlı kamu görevlisi olarak çalıştırma imkanları üzerinde durmak gerekiyor. Din Komisyonunun Güney bölgesinde yapılan toplantıda bu husus yetkililerce dile getirildi. 
  Türkiye’de mezunlar, DİB bünyesinde görev yapsalar bile, ayrıca öğretmenlik sertifakası almanın yollarını araştırıyor. Bu durumlar Atayurt’ta yaşanmamalı ve önlemi önceden alınmalıdır.  Ayrıca diploma sahibi öğrencinin başarısını istiyorsak hangi alanda çalışacaksa o alanda donanımlı olması için dersleri ve müfredatı geliştirmeli ve seçenekleri çoğaltmalıyız. Öğrenci Alanı tanıması, alanla ilgili alanın özelliğine göre formasyona sahip olması gerekir.  Biz bugün Türkiye’de tek tip (Din Kültürünü saymazsak) İlahiyatçıyla en az 10 alanda hizmet vermek istiyoruz. 
Mevcut İlahiyat Fak formasyonuyla
 DİB ‘de İmam Hatip
 DİB ‘de Vaiz
 DİB ‘de Kur’an Kursu Öğreticisi
 DİB ‘de Cezaevi Vaizi
 DİB ‘de Aile ve İrşat bürosunda eğitimci
 DİB ‘de Yetiştirme Yurtları ve Huzurevi Vaizi
 MEB ‘de İmam Hatip Lisesi Meslek Dersleri Öğretmeni
 Lise Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi Öğretmeni
 Engellilere yönelik din hizmetleri

İlköğretimleri ayrı saydığımızda en az 8 istihdam alanına yönelik olarak tek bir mezunla hizmet götürmeye ve bundan başarı beklemeye ne kadar hakkımız var. Her bir alanın özelliği, hedef kitlesi, psikolojisi, özel alan bilgisi ve formasyonu farklı farklı.
Modern çağda geline nokta İSTİHDAM ALANINA yönelik olmalı. Türkiye tekrar Medrese dönemindeki siteme dönüş yapamaz, burada yoğun olarak bu sistem var. Buraların ve Türkiye’deki İlahiyat Fakültelerinin büyük alimler yetiştireceği fakat bölümleşme olduğunda bunların olmayacağı düşüncesi tutarlı değildir. Dini bilgi ve disiplinlerin felsefi bilgi ve disiplinlerle birlikte verilmesi, öğrencinin zihnini açacak, her tülü selefi, radikal tutum ve tavıarlarıdan kaçınacak, lehine ve aleyhine olan hususları bilecek, dini derinlemesine anlayacak (fehm, fıkh) kimsenin değirmenine su taşımayacaktır.
 Temel dini bilgilerin yanısıra istihdam alanına yönelik branşlamalar, bölümlemeler vasıtasıyla sağlanırsa, herkes alanında uzmanlaşacak. Lokal alanda daha derinlik sahibi kişiler yetişecektir. Sadettin Özdemir beyin dediği üzere, ana bir ilahiyat iskeleti oluşturulup alanlara göre sertifika programları yapılabilir. Öğrenci hangi alanda uzmanlaşacaksa ilgili alanın sertifika programını takip eder ve belgesini alabilir.  Çünkü ilahiyat mezunları sadece cami ve okullarda hizmet vermiyor, bunlara ilaveten cezaevleri, hastaneler, huzurevleri, rehabilitasyon merkezleri, Sosyal Hizmetler Çocuk Esirgeme Kurumu (SHÇEK) bağlı yurtlar ve çocuk yuvalarında hizmet veriyorlar.  Türkiye AB üye olma sürecinde bir çok gelişme sağladı, ama “Dini Sosyal Hizmetler” alanı hala bir meslek grubu olarak kabul edilmedi ve bu anlamda bir gelişme sağlanamadı. Almanya’da otuz beş bin sosyal ilahiyatçı olduğunu ve bunların sosyal hizmetler alanında ilgili kunumlarda hizmet alan, sosyal yardıma muhtaç insanlara moral motivasyon terapi destek açısından hizmet ettiğini belirtirsek, istihdama yönelik ilahiyat eğitiminin önemi iyice ortaya çıkacaktır.   Bu da programlarımızın AB standartları ve Bologna sürecine göre düzenlenmesini gerektirmektedir.


1.  İlahiyat ve Bologna Süreci
Şu anda Kırgızistan da uluslararası tanınırlık süreci başladı. Türkiye’de İlahiyat fakülteleri müfredatı gözden Avrupa Birliği ve özellikle de Bologna sürecinin dikkate alınmaktadır. Yaşam boyu öğrenme ve kalite güvencesini önceleyen Bologna sürecinde eğitim “öğrenci merkezli” düşünülmekte ve öğrenciye bilgi, beceri ve yetkinlik kazandırma hedeflenmektedir. Bu süreçte özellikle bölüm bazında stratejik plan önemlidir.
İlahiyat fakülteleri her ne kadar kendi içinde Temel İslam Bilimleri, Felsefe ve Din Bilimleri ve İslam Tarihi ve Sanatları Bölümü olmak üzere üç bölüm olarak gözükmekle beraber, icraatta bu bölümler kendi öğrencisini alıp mezun etmek gibi bir ayrıcalığa sahip değildirler. Bir başka ifade ile ilahiyatlarda yer alan bu bölümler idari bir yapılanma olup, öğrenci alan ve mezun veren bir bölüm olarak işlev görmemektedir. Bu durumda İlahiyat fakülteleri bir bütün olarak bu stratejik planı yapmak durumundadır. Stratejik plan yapılırken dış paydaşlar önem arz etmektedir. Dış paydaşlardan kasıt genelde mezunlar, işverenler, meslek odası temsilcileri gibi başlıklarda toplayabileceğimiz unsurlardır ki İlahiyat fakülteleri söz konusu olduğunda bunlar Diyanet İşleri Başkanlığı, Milli Eğitim Bakanlığı anlamına gelmektedir. Yukarıda belirttiğim üzere Kırgızistan’da bu ihtiyacı yetkililer artık açıkça duymakta ve seslendirmektedirler. Fakültemiz sürecinde bu hususu paydaşlar bazında açıkça dile getirdik.  Nitekim Bologna süreci sadece “dış paydaşları” değil “iç paydaşları” da önemsemektedir. İç paydaşlar ile kast edilen ise müfredatın bizzat icrasını yapan öğretim üyesi, bölüm personeli ve bu müfredat ile yetkinlikler ve beceriler kazandırılması düşünülen öğrencilerdir. “Nasıl bir mezun isteniyor?” sorusu belki de dikkate alınması gereken en önemli sorulardan biridir. İlahiyat öğrencisine mesleki ve etik sorumluluk anlayışının kazandırılması ve çağdaş sorunlar hakkında bilgi sahibi olmaya teşvik edilmesi en az ona mesleki yetkinlikler ve beceriler kazandırmak kadar önemli görülmektedir.
Bilal Gökkır’ın isabetli bir şekilde vurguladığı gibi,  “Öğrencinin “Yaşam boyu aldığı eğitimin kredilendirilmesi” hususunu da önemseyen Bologna süreci öğrencinin formal/informal yollarla aldıkları becerinin kredilendirilmesini de öngörmektedir. Bunun ilahiyat fakültelerine yansıyan oldukça önemli tarafları bulunmaktadır. Örneğin, hafızlık eğitimi almış bir İlahiyat öğrencisinin, lisans öncesinde kazandığı bu yetkinliği lisans eğitiminde kredilendirmek mümkün olabilir mi? Hafız bir öğrencinin genel öğrenciye açılan Kur’an derslerinden muaf tutulması bunun yerine Kıraat noktasında daha üst seviyede bir ders açılarak kendini geliştirmesi ya da İlahiyatın diğer alanlarında daha fazla kredi alması sağlanabilir mi?  Aynı durum lisans öncesi Arap dilinde kendini geliştirmiş bir öğrenci için de geçerlidir.   Gökkır’ın tespitlerine devam edecek olursak, “İlahiyat eğitiminin kendine has bir kısım özelliklerinden ötürü, AB süreci ve İlahiyat eğitimi konusu aslında üzerinde özenle durulması gereken bir konudur. Avrupa Birliği ülkelerindeki İlahiyat/theology eğitimlerine baktığımızda ülkelere göre farklılıklar olduğu açıktır. Türkiye’deki ilahiyat eğitimini AB sürecinde bir ülkeden olduğu şekilde adapte etmek eğitim açısından uygun olmayacağı gibi tümüyle konuya bir adaptasyon olarak bakmakta yanlış olacaktır.” Aynı husus Kırgızistan için de geçerlidir. Bu nedenle Türkiye, AB ve Bologna Süreci “temel kriterleri ve prensipleri” modern eğitimdeki açılımlar noktasında değerlendirilerek İlahiyat fakültelerinin söz konusu sürece uyumu sağlamaya çalışıyor, benzer bir tutum burası için de geçerli olabilir.

SONUÇ:
2013 yılının Mart ayında Cumhurbaşkanlığı tarafından 145 sayfa olarak yayımlanan Kırgız Cumhurbaşkanlığı Din Komisyonu Milli Stratejisi raporunun 1. bölümün 3. paragrafı Din Politikaları hakkındadır. Din ve dini hizmetler arasındaki ilişkileri düzenlemek, geliştirmek hedefleniyor, ama mevcut dini karmaşa ve kaosun nedenlerini de iyi tespit etmek gerektiği vurgulanıyor. Dini özgürlükler bireysel ve toplumsal uzlaşıyı temin edecek yerde çatışma ihtimali daha artıyor, radikalleşme iyice belirgin hale geliyor. Bunda mevcut din eğitimi sisteminin sistematik olmaması da etkili oluyor. Din, siyasal bir araç haline dönüşmüş durumdadır.   Bu karmaşayı gören yetkililer 9 Haziran 2012 tarih ve 120 nolu karar ile milli bir konsept oluşturdu. 20/05/2013 tarihinde Oş İlahiyat Fakültesi öğretim elemanları olarak bu milli strateji belgesini inceledik ve konumumuzu belirlemeye çalıştık.
Bu bağlamda dini sahih kaynaklardan hareketle tümel/külli dini değerlerimizi, ağırlıklı olarak bu coğrafyanın ürünü olan Hanefi-Maturidi geleneğin rasyonel ve eleştirel okumaları ile yeniden üretmeyi, yani içtihat geleneğini vurgulamanın öneminin bütün toplumsal katmanlarda ihtiyaç olduğunu bunu da ancak Türkiye modelindeki ilahiyat fakülteleri ile mümkün olacağı kanaatindeyiz. 
Yöneticilerin de bu hususu alenen her ortamda dile getirmesi karşısında İlahiyat Fakültesindeki akademik eğitimin, yaygın din eğitimine ve halk katmanlarına ulaşması için neler yapılabileceği üzerinde durmak gerekiyor. Yeni basımına başlanan akademik yayınların Kırgız Türkçesine aktarılması ve bu eserlerin ve dergilerin bütün üniversitelere gönderilmesi, müftülük kadrolarında daha fazla mezununuzun istihdamı için sivil toplum kuruluşları ve resmi kurumlar ile ortaklaşa yapılacak etkinliklerin çoğaltılması gerekiyor. Örneğin; Müftüyatta en önemli aksamalardan biri olan Hac organizasyonu için bir seri seminer ve akademik paneller düzenlenerek, suiistimalleri yok edecek çözüm önerileri, diğer ülkelerin yapılarını ve uygulamalarını dikkate alarak, sunmak faydalı olacaktır.
Özetle, Türkiye ile Kırgız Cumhuriyetlerinin anayasal yapıları, laik durumları, ortak tarihsel ve kültürel birikimleri, dini tasavvurları arasındaki benzerlikten hareket ederek, örnek uygulamalar üzerinde durulabilir.