Nasrettin Hoca’ya sormuşlar; “Hocam dünyanın merkezi neresidir?”
Sakalını sıvazlayan Hoca, “Karakaçan’ın ayağının bastığı yerdir” demiş.
Fal taşı misali açarak gözlerini, “Ama Hocam olur mu hiç?” demişler…
Muzip bir gülümseme yüzünde Hoca’nın, “İnanmıyorsanız ölçün” demiş.
Anadolu dendi mi, akla gelen isimlerden biri de Nasrettin Hoca’dır. Anadolu halkının
o engin mizah çizgilerinin imzasıdır Nasrettin Hoca. Biz de Hoca’nın hoşgörüsüne sığınarak diyoruz ki “Dünyanın merkezi Ortadoğu’dur. İnanmayan varsa lütfen yakın ve uzak tarihe baksın.” Dünyanın merkezine yani Ortadoğu’ya egemen olmanın yolu ise Anadolu’yu kontrol altında tutmaktan geçer. Hani şu Homeros’un “Bir meşe denizi” dediği Anadolu… Hani şu Evliya Çelebi’nin “Ankara’da ağaca çıkan bir sincap, hiç aşağı inmeden Tebriz’e kadar gider” dediği Anadolu…
Yıldız Cıbıroğlu bir yazısında dünya haritasına bakarken Anadolu’ya zum yaparak şunları söyler.
“Bir dünya haritasına dikkatle bakalım, ne görürüz? Bütün kıtalar âdeta kuzeyden güneye (aşağıya) doğru akmaktayken, donmuş gibidir. Beş kıtanın hepsinde güneye doğru sarkan, torbacıklaşan, alt uçları incelerek biten topraklarına karşın, nasıl bir yerbilim hareketi olmuşsa Anadolu, doğudan batıya hamle yapabilmiş ve aşağılara sarkmadan, akmadan biçimlenebilmiştir. Sanki Asya’dan Avrupa’ya uzanan bir dost elidir Anadolu, uzakları birbirine bağlamak için var olmuştur, sanki evrensel toprak ananın dağıtan kültü ve uygarlık dağıtan eli bu coğrafyada belirmiştir.”
Gel de Nazım Hikmet’in o güzelim “Davet” şiirini hatırlama…

Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdeniz'e bir kısrak başı gibi uzanan
bu memleket bizim.

Bilekler kan içinde, dişler kenetli, ayaklar çıplak
ve ipek bir halıya benzeyen toprak,
bu cehennem, bu cennet bizim.

Kapansın el kapıları, bir daha açılmasın,
yok edin insanın insana kulluğunu,
bu davet bizim...

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür
ve bir orman gibi kardeşçesine
Bu hasret bizim...

Buğdayı evcilleştirerek tarım devrimini başlatan Anadolu, Sümerler tarafından geliştirilen çivi yazısının Hititler eliyle ihyasıyla ilerleyen yıllarda batı Ege ve Yunanistan’daki uygarlıkların ve mitolojilerin de köprüsü olacaktır.
Mitolojinin Sümer çıkışlı olduğu ve Anadolu’da Hititlerle yeni mit ve söylencelerin gelişmesi hep görmezden gelinmiştir. Ya da bilerek üstü kapatılmıştır. Avrupa kapitalizm aşamasına geçip de zenginleşince kendisine bir “Paşa Dede” arayacak ve kendi kültür-düşün köklerini eski Yunan ve Roma ile sınırlayacaktır. Eski Yunan ve Roma’nın kendinden önceki kültürlerin üstüne oturduğu, o birikimi alıp kullandığı hiç söylenmeyecektir.
İşte burada bir yol soluklanıp Martin Bernal’in “Kara Atena” adlı kitabından söz etmeliyim.
“Avrupa-merkezci teoriler, Asya ve Afrikalı toplumları dünyanın tarihsel gelişme yatağının dışına itmektedir. Böylece Avrupa toplumu, sözüm ona insanlığın biricik gelişme yatağı ve öncüsü olmaktadır.
Doğu toplumlarının ise, gelişme dinamiğine yapısal olarak sahip olmadıkları; sosyoekonomik kuruluşları nedeniyle tıkandıkları ileri sürülmektedir. Sonuç olarak, “geri” üçüncü dünya halklarının bu tıkanıklığını aşacak olan Batı emperyalizmi ve sömürgecilik haklı kılınmaktadır.
Martin Bernal, bu kitabında “Eskiçağ Modeli” adını verdiği tarihsel-kültürel modelin 19. yüzyılın başına kadar geçerliliğini koruduğunu; oysa Yunan tarihinin okullarda öğretilen sürümünün ancak 1840 ve 1850’lerde geliştirildiğini;
19. yüzyılda Kuzey Avrupa ırkçılığının patlamasıyla birlikte “özgün Avrupa uygarlığının beşiği Yunanistan” efsanesinin ortaya atıldığını ve Yunanistan’ı oluşturan Avrupa dışı unsurların yok sayılmaya başlandığını belirtmektedir.”
(Kara Atena Eski Yunan Uydurmacası Nasıl İmal Edildi 1785-1985, Martin Bernal, çeviri Özcan Buze, Kaynak Yayınları Haziran 2014.)
Biz dönelim Anadolu’ya…
Anadolu felsefe tarihinin de dölyatağıdır. Batı Anadolu, ama özellikle İzmir ve Aydın illerinin kıyı şeridi, eski çağ coğrafyasındaki söylenişiyle İyonya, tarihte ilk felsefecilerin ortaya çıkışı nedeniyle de “felsefenin şafağı”dır.
İnsanın dünyayı kavrama çabası, düşünce biçimi, olayları yorumlaması mitolojiyle, bir diğer deyişle söylencelerle biçimlenmiştir. Her kuşağın hazır bulduğu söylenceler; “neden”, “nasıl” diye sorulmadan kabullenilen bir tutumdur.
İsa’dan önce 6. Yüzyılda Ege’de bir liman kenti olan Miletos’ta (Bugünkü balat Köyü… Menderes nehri denizi doldurduğu için 10 km içeride kalmıştır) doğan ve orada yaşayan Thales (İ.Ö. 640-550) ilk kez bir felsefe sorusu sorar. “Evrenin yapısını oluşturan temel öğe nedir?”… İşte bu soru söylencenin çemberini kıran aklın zaferidir, bir devrimdir. Dünya mitostan logosa, söylenceden akılcı düşünceye geçmektedir.
Thales’i iki Miletoslu izler; Anaksimandros (İ.Ö. 610-547) ve Anaksimenes (İ.Ö. 550-480). Akıl, çemberini kırmıştır bir kez, felsefenin önü açılmıştır. Efesli Herakleitos (İ:Ö. 530-430) izleyecektir aklın yolunu. Şöyle diyecektir, “Her şey değişir, yalnız değişim değişmez. Evrendeki akışı varlıklar arasındaki karşıtlıklar oluşturur.” Böylece diyalektik felsefenin anavatanının Anadolu olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz.
Yeni düşünürler, Anadolu’dan komşu ülkelere giderek felsefe okulları kurmaya başlarlar. Xenofanes Kolofon’dan (Değirmendere) İtalya’ya giderek Elea Okulu’nu kurar. Pythagoras, Sisam’dan güney İtalya’ya; Anaksagoras, Urla’dan
Atina’ya giderek çalışmalarını sürdürürler.
Miletoslu Leucippos (İ.Ö. 5. yy.) batı Trakya’da Atomcu Felsefe’yi kurduğu gibi Maddeci Felsefe’yi kuran Demokritos’un da öğretmeni olacaktır.
Heirapolis’te (Koçhisar) bir köle olan Epiktetos (İ.Ö. 1. yy) Roma’ya götürülür. Orada özgürlüğüne kavuşunca kendisini felsefeye vererek, Stoa felsefesinin kurucuları arasında ünlenecektir.
Sinop, gelişen bir kent devleti olan Miletos’un kolonisidir. Köpeksi Felsefesi’nin (zenginliği, gösterişi küçümseyen Kinizm) ünlü temsilcisi Diogenes (İ.Ö. 413-323) Sinopludur. Daha sonra Atina’ya giderek çalışmalarını orada sürdürmüştür.
Felsefe çepçevre bahar ülkesidir Anadolu’da. Aratos Tarsuslu, ilk felsefe tarihçisi Diogenes Laertius Kilikyalıdır. Kitabında Yunan filozoflarını eleştiren Luikanos (İ.S. 2. yy) Adıyaman yakınlarında bir yer olan Samsatlıdır.
Uzun sözün kısası, Sokrates öncesi filozofların hiçbirisi Atinalı değildir. İlerleyen çağlarda Atina’dan ayrılmak isteyen filozoflar, Anadolu’ya göçmüşlerdir. Aritoteles Atina’da huzursuzluk başlayınca Asos’a (Behramkale) gelir (İ.Ö. 348) politika adlı kitabının bir bölümünü burada yazmış, burada evlenmiştir.
Anadolu’nun insanlık tarihindeki önemi, özellikle Cumhuriyet’in aydınlanma felsefesiyle fark edilir. Cevat Şakir (Halikarnas Balıkçısı), Azra Erhat, Sabahattin Eyüboğlu, Melih Cevdet Anday bu konuda yazı ve kitaplarıyla Anadlu bilincinin gelişmesi için çaba harcamışlardır.
“Ne mutlu Anadululuyum” diyen Azra Erhat’ın şu sözleriyle noktalayalım yazımızı.
“Atatürk, insanın en değerli, en sürekli varlığı olarak kültürü benimsemeye çağırdı bizi. O bize bu ufku açtığı içindir ki ilk çağdan bugüne dek uzanan köprüyü kurabiliyor, Atatürk’ün kişiliğinde Anaksagoras’ın da Herakleitos’un da yaşadığını görebiliyoruz.
Kaynaklar:
Yıldız Cıbıroğlu, yemek ve Kültür, 25. 08 2005, Cumhuriyet Kitap Eki.
Arslan kaynardağ, Felsefe Anadolu’da Doğdu, 17. 11. 2005, Aklın Işıkları Anadolu’dan Yayıldı, 18. 11. 2005, Cumhuriyet Gazetesi)