Bunu sağlamak için “devlet, ulus/millet ve yurt/vatan” kavramları üzerinde yaşanan kargaşayı gidermek gerekiyor.  Avrupa Sözleşmesinin 9.maddesinde düzenlendiği şekliyle, üç temel özgürlük alanı olan düşünce, vicdan ve din hürriyetini tamamlayıcı nitelikte bir özgürlük alanı haline getirebilirsek bunu yapabiliriz. Her bireyin onuruna, kamu yararına, çoğulculuk ve çeşitliliğe, şiddete başvurmama ve dayanışmaya saygı ile bir arada yaşama kapasitemizi geliştirmek istiyorsak, bireylerin sosyal, kültürel dokularını rencide etmememiz gerekiyor.

Yeni Anayasa yazımı sürecinde tartışmalara yurtdışından bakınca, eğer biz barışçıl ulusal bir sistem kuracaksak, ki kurmamız lazım; o halde insan hakları standartlarından olan fiziki işkenceden kaçınmak yetmiyor, sözel, zihni ve manevi işkenceden, tahrif ve tezyiften kısacası kültürel şiddetten de kaçınmak şarttır.

ÖNCE SÖZ VARDI

Mantık ilminde, kavram, bir nesnenin/olgunun zihinsel tasavvurudur denilir. Kargaşa aslında zihinlerin de bulanık olduğunun göstergesidir.  Bu bağlamda “devlet, ulus/millet ve yurt/vatan” kavramlarını birbirine karıştırmadan ayrı ayrı tanımlamak gerekiyor. Devlet, hukuki bir topluluğa işaret eder. Bir yasama ve yürütme erki vardır ve topluluğu oluşturan bireyler bu yürütme erkine yani siyasal otoriteye/hükümete boyun eğer.  Bu anlamda devlet, hükümettir ve hükümetin kendileriyle otoritesini gösterdiği yapıların bütünüdür.

            Ulus/millet kavramı ise daha çok doğal bir topluluğa işaret eder.  Hiç olmazsa üyelerinin her biri tarafından kabül edilen tarihin bir ürünü olarak ortaya çıkar. Eğer bu topluluğu oluşturan üyelerin bazıları, hükümetin kararlarında kendi taleplerinin görülmediğini, bu ulusun artık söz konusu devlette kendini tanımadığını söyleyerek başkaldırır. Ulus ve devlet arasındaki çatışma gerekçesi budur. Eşit ve onurlu bir şekilde bir arada yaşama imkânını ortadan kaldırmaya yönelik bu çatışmanın acilen giderilmesi gerektiği de muhakkak.

Bunu yurtdışında, ülkenin son yıllarda gösterdiği ekonomik, kültürel gelişmeleri, yeni anayasa yazımı ile nihayetlenecek olan demokratikleşme çabalarının sonuçlarını gören bir kardeşiniz olarak söylüyorum. 2003 yılından itibaren dünyanın farklı yerlerinde, farklı dillerin, farklı ırkların bir mekânda yurtlanıp bir arada eşit ve onurlu bir şekilde yaşamaya gayretlerine dair izlenimlerini hep paylaştım. İngiltere’de üzerinde güneş batmayan imparatorluğun deneyimini nasıl küresel bir güç haline dönüştürdüğünü gözlemledim. Yemen’de kalmış ve artık Yemenli olmuş, Arapça konuşan ama Türki soyadını asla bırakmayan kardeşlerimizle tanıştım. Şimdi birkaç tanesi Türkiye’de ana dilini yeniden öğreniyor, geri dönüp ailelerine öğretecekler, ama Yemen’den asla vazgeçmezler, çünkü orası yurtları.

Yemen’den sonra Makedonya’ya geçtim. Bu sıralar orada tekrar Arnavut ve Makedon sorunu yaşanıyor, siz bir Arnavut veya Türk’e, Makedon’sunuz derseniz, neler olur, Allah korusun. Neler yaşandığı malum ve tekrar olmaz inşallah. Ama bu kardeşlerimizden hiçbirisi Makedonyalı olduğunu inkâr etmiyor, çünkü orası onların yurtları. Hadi burada din merkezli bir ayrım var, dini farklılıklar siyasal hükümranlık iddialarına meşruiyet için kullanıldı, diyelim!

Şimdi Kırgızistan’dayım.  Sovyetler Birliği dağıldıktan sonra şu an yaşadığım yerde aynı din ve aynı kültür, mezhebi farklılıkta yok, üstelik aynı dilin farklı lehçelerini kullanan bölgede büyük acılar yaşandı. 2010 yılında tekrar etti. Buradaki kardeşlerimiz bir daha bu acıları yaşamamak için her türlü gayreti gösteriyor, ama hepsi Kırgızistanlı ve yurtları burası, kopamaz ayrılamaz. Kırgız, Özbek, Tatar, Ahıskalı Türk, yerli yani Oğuz Türkü birada yaşıyor, çünkü burası yurtları. Rus ve Almanlar’da var, dilleri ve dinleri farklı, ama burası onların da yurttu ve seviyorlar ülkelerini..

ORTAK YAŞAM ALANI: YURT

Görüldüğü üzere, “Yurt, ulusun duygusal adı”dır. Yurt, temelde, bireyler tarafından bağlılığın, yücelmenin konusu olması bakımından ulusun bizatihi kendisidir. Yurt ve ulus kavramları arasında ince bir ayrım gözükmesine rağmen içiçelik daha barizdir. Ulus, aynı toprakta yaşayan muhtelif etnik gruplardan oluşur. Kişi, değerleriyle bu toprak parçasını yurtlandırır, vatan haline getirir, bu nedenle bir yücelmenin bir bağlılığın nesnesidir. Artık ülke dediğimiz yaşanılan bir değerler dizgesinin kalbe yerleştirilerek somutlaşmasıdır. 

Bunun ortak ifadesi ise dil birliği olur. Çünkü ulusun kültürel mirası dil ile taşınır. Yücelmenin konusu, toprağı vatanlaştırmasının ifadesi dil birliğidir. Dil birliğinin yanı sıra dini değerler de devreye girer ve bu etnik farklılıkların rahmet ve bereket olduğunu vurgular. İnsanlar dünyaya iyilik ve kötülük arasındaki tercihlerine göre değerlendirilir, kim salih amel, doğru eylem yaparsa o dünyada refah ve huzur, ahirette ise felaha erişecek kişidir.

SORU(N):

Peki, kültürel olarak çok uluslu ve çok dilli, çok dinli bir mirası taşıdığımıza rağmen niçin İngiltere örneğinde olduğu gibi, biz bir üst kimlik oluşturamadık, yeni anayasa yazımı da bu noktada tıkanıp kaldı? Öyle oldu, çünkü demokratikleşme sürecimizde periyodik olarak yaşanan aksamalar, fiili ve post modern darbeler ile halkımız sürekli, sağ/sol, alevi/sünni, laik/dinci, Türk/Kürt, gerilimleriyle “cambaza bak”tı(rıldı).

Böylece bir ulus oluşturma arzu ve bilincimiz sürekli olarak köreltildi, kültürel mirasımızın birikimlerini yeniden yorumlayıp hayata aksettiremedik.  Halbuki “bir ulus, bir ruhtur, bir manevi ilkedir. Bir ayağı geçmişte, bir ayağı gelecektedir. Biri zengin bir ortak hatıralar mirasına sahip olmaktır, diğeri bugün birlikte yaşamaya razı olma, birlikte yaşamayı arzu etme, atalardan devralınan mirasa değer vermeye devam etme iradesidir. Geçmişte kendilerinden gurur duyulan ortak değerlere sahip olmak ve birlikte büyük işler gerçekleştirmek, içinde yaşanılan zamanda ortak bir iradeye sahip olmak, onları gelecekte de yapmayı istemek: İşte bir ulusu meydana getiren temel unsurlar bunlardır. (Tusiad; Felsefe,2002:189-196)

SONUÇ: Bir ulus oluşturmak için devlet, hükümet, yurt, dil ve din birlikteliği yetmeyebilir, her daim bir çatışma unsuru ortaya çıkabilir. Bir Ulus Olarak Eşit Bireyler Olarak Onurlu Biçimde Bir Arada Yaşamak bir arzu ve bilince dayanır.  O halde temel olan bugünün rızası, birlikte yaşama tasarısı oluşturmaktır. Ortak geçmişin hatırlanması ancak böyle bir arzu ve bilinçle oluşan tasarıdan hareketle anlam kazanır. Yurt ortak değerimizdir ve yüzyıllardır burada bir arada farklılıklarımızı zenginliğe dönüştürerek yaşadık ve yaşamak bilinci ve arzusundayız. Ama bunu içe kapanarak, yurtseverliğin/milliyetçiliğin karikatürize edilmesi olan ulusalcılık ile yapamayız. Çünkü bu zihniyet, nefrofil bir yapıyla sürekli, toprak ve ölüm özdeşliği kurar.   Eğer komplekslerimizi yenerek, tikel/yerli değerlerimizi, evrensel ve uluslararası standartlar içinde yeniden üreterek, hayata geçirebilirsek, Eşit Bireyler Olarak Onurlu Biçimde Bir Arada Yaşamaya Devam Edebiliriz.