Kurtuba mescidi: Hüznün mekanı
07/12/2001 Pazar.  Malaga’da denize sıfır otelimizde güneşin doğuşunu seyrederek kahvaltı yapmak ayrı bir keyifdi.  Aslında saat değişikliğiyle Türkiye ile aramızda iki saat fark olması gerek demişlerdi ama burası da değiştirmemiş. Dolayısıyla saat sekize doğru gün yeni ışıyor. Zaten bu saat değişikliklerine bir türlü alışamadım. Kırgızistan da öyleydi. Ama bizimki daha uygun gibime geldi, ortalık karanlık ve bu saatte derse başlamanın hiç de hoş olmadığını hatırlıyorum Kırgızistan’dan. Çocuklar kar da buzda, gün ışımadan okula gidiyorlardı, içim bir tuhaf oluyordu.
Kahvaltı sonrası İbn Rüşd’ün kadılık yaptığı, Endülüs’ün başkentine yolculuk var. “Kim Kurtuba’ya hâkim olursa; O, ispanya ya hakim olur.” tezi her daim olmuş.   Önce Medinetu’z-Zehra, ardından Kurtuba mescidi ziyareti olacak bugün.
yaklaşık iki saatlik yolculuktan sonra önce başkente görev yapan asker ve bürokratlarının kaldığı şehre gidiyoruz.

Medinetu’z-Zehra

Burada yazıldğı şekliyle Medina Al-Zahra. X. yy da III. Abdurrahman'ın hanımın adıyla yaptırdığı söylenir. 2.hişam zamanında tamamlanmış. Evet belki hatunu gerçekten bir gül ve çiçektir, onun adına yaptırmış olabilir, ama canlandırılmış şekliyle seyredince, buranın şehre hakim olması, dağa yaslanması, güvenlik açısından önemi ve devletin ihtişamını gösteren kabul salonlarını görünce, hakikaten “ülke’nin ziyneti”  olduğunu tahayyül etmek de mümkün.
Bunun yanı sıra özellikle askerleri başşehirden çekmek ve olası yanlışlıkları aza indirgeme ihtimali de var. Velhasıl teknik bir şehir, dört kapı ile giriliyor. Surlarla çevrili. Sadece %10 yeryüzüne çıkarılmış, çalışma falan da yok, kalanları çıkartmaya yönelik. Öncesinde ovaya kurulmuş müzede, bir film seyrederek özgün halini tasavvur ediyorsunuz. Orada çıkarılmış eserlerden örneklerde var. Keşke burada uzun zaman geçirmeseydik dedim, Kurtuba mescidi sonrası şehir gezisi sırasında, çünkü “Vadi elkebir” (Guadalquivir) nehri canlılık veriyor her tarafa. Romalıların yaptırdığı köprüden geçemedim, içimde sızı kaldı. Hep bir yarım kalmışlık duygusu..zaten camiyi görünce iyice hüzün bastı, daraldım, işkence müzesi bu hüznü üzüntüye çevirdi. Köprünün hemen karşısında kapının sol tarafında Hz. İsa ve Hz. Meryem’in bulunduğu ve bölge yeniden fethedilmiştir diyen bir anıt var. Meydanda at arabaları var, isterseniz dolaşabilirsiniz.

 
La Mezquita; nam-ı diğer Kurtuba Mescidi
Biz Kurtuba caminin duvarlarının dibinden yürüyoruz, hemen sağda ilk kapıdan içeri bir bakıyoruz. Orada kulaklıklar dağıtılıyor ve İnanç beyin uyarıları var, lütfen erkekler şapkalarını çıkarsınlar, bir de içeride namaz kılmaya çalışmanız, zor anlar yaşayabiliriz, ya da gittikten sonra uyarılar gelebilir diyor. Zaten resmi rehberler eşliğinde geziyorsunuz, İnanç bey ve Mehmet hocam anlatıyor ama onlarda yanımızda duruyorlar. 
 
Toplam alan neredeyse 4 futbol büyüklüğünde; 175 metre uzunlukta, 134 metre genişlikte muazzam bir yapı. Caminin çevresinde 12,20 metre yükseklikte kalın bir duvar var. Bahçesi de bir harika, ağaçlar, portakalları ile duruyor, insana müthiş bir dinginlik veriyor, özelikle çıktığınız anki hüznünüzü düşününce, bunu iyice hissediyorsunuz.  Yahu bu insanlar o zaman nerde abdest alıyordu diye sormayın, dağdan getirilen ve her tarafta olan şadırvanlardan hiç eser yok. Sağdaki ilk kapıdan giriyoruz içeri.
İstanbul’daki büyük camileri görünce aydınlık bir yere gireceğinizi sanıyorsunuz değil mi, yok o camlar, aydınlanma ve el-Hamra’da gördüğümüz sanatın, aydınlanmanı benzeri burada olmasına rağmen karanlık, içiniz birden daralıyor. Aydınlanma önceleri altın bin civarındaki kandil ele sağlanırmış geceleri.  Burası artık kilise ve bütün camlara büyük tablolar asılmış, 30 yakın şapel, küçük ibadethane çevrilmiş, önlerinde demir parmaklıklar var, niye bunu anlayamadım doğ3rusu! Hz. İsa, Hz. Meryem ve havarilerini heykelleri ya da tabloları var. Camii çift kemer sistemiyle yapılmış. Kavisli çift kemer kullanılmış. Şam Ümeyye camine benziyor, normal değil mi? Gerçi şimdi orası da kan ağlıyor, ama bu sefer keserin sapı misali, Müslümanlar kendi kendimize yaptık. 
 
Kurtuba mescidinde  çift katlı kemer binaya yükseklik vermek içinmiş. Tırtıllı kemerler eklemeyi gösteriyor çünkü 1. Abdurrahman temel atmış, 4 aşamada genişlemiş. Bilge 2. Hakem bitirmiş. Dünyadaki ne çok sütun olan mekanmış. Sütunlardan oluşan 19 yol olması da hoşuma gitti, bir Çorumlu olarak. Malum plakamız bizim, bir de 19 rakamı üzerine yapılan müzakereleri hatırlayınca, acaba niye 19 diye aklıma geldi doğrusunu söylemek gerekirse? Sonra okumaya başlayınca kapılarının da 19 olduğunu öğrendim Altı Batı duvarında, altı avlu kenarında, yedisi Doğu duvarındaymış. Var bu 19 rakamında bir keramet Ama sadece üçü açık kalmış, diğerleri kapatılmış.
İlginç olan taraf, kıble % 50 oranında yanlışmış, bu ne derece doğru bilmem. Hem medeniyetin zirvesi olacaksınız hem de böyle fahiş bir hata yapacaksınız! Fakat bazı dönemler, bazı Müslümanlar kıblesi yanlış diye namaz kılmadıkları da olmuş. Burası aynı zamanda medrese olarak işlev görmüş. Her sütunun dibinde 14. Yy kadar hocalar kendi alanlarına da dair metinler okutmuşlar.  Mihrap tam bir şaheser, minber raylı bir sistem üzerine konulmuş. Mihrap içinde tablolar var, en önemlisi de şehrin anahtarının halife tarafından imparatora teslim edildiğini gösteren tablo galiba.
Cami, 1523 katedral olmuş. Yahudiler Hz. İsa’ya işkence edenler, Müslümanlar ise onun mesajını bulandıranlar olarak görülüyor. Bu nedenle camii kiliseye çevrilince vaftiz edilmiş, temizlenmesi için St Marie Majeure adıyla takdis edilmiş. Zaten Yahudiler Hz. İsa’ya işkence edenler, Müslümanlar ise onun mesajını bulandıranlar olarak görülüyor. 1500 yıllarda zorla Hıristiyanlaştırma başlamış. 1520-20 arası hicret yılı, gitmeyenler de Hıristiyan sayılmış, olup olmadıklarına bakılmaksızın. Ardından gizli Musevi ve Müslümanları yakalamak için müthiş bir ihbar furyası başlamış. Engizisyonlar bunun eseri zaten. İlk yazıda kısaca bahsetmiştim ya, buradaki Barca ailesinden papalık yapan dört kişi var, yaklaşık yüzyıl hükümran olmuşlar, hatta birisi evliymiş, iki hanımı ve çocukları da varmış. Yapılan günaha göre tarife yapanlarda bunlar zaten. Neyse benim demem şu, caminin tam ortasına 63 sütun keserek bir kilise yapmışlar ve hala işlevsel, ayinler yapılıyor. Tavanlar ahşam ve harika işlemesi ile duruyor. Dört köşeli ve iki ayrı merdivenle şerefesine çıkılan minaresi zaten hemen göze çarpıyor, bu şekil Avrupa’da ilkmiş. Minare üzerine yine kare planlı iki katlı çan kulesi ilave edilmiş. Tepesinde ise Aziz Rafiel’in heykeli konulmuş.
Mihrap önünde müthiş bir yığılma var, herkes resim çekiyor, çünkü bir ana iki de yan oda şeklinde ve süslemeler bir harika. Tavanı da muhteşem, sekizgen ve kufi yazılarla süslü. Mihrap da kullanılan mozaiklerin Konstantinopolis, yani İstanbul’dan gelmiş. mihrabın sağ yanındaki bir nevi hünkar mahfili işlevi görürmüş. 
 
Kurtuba Mescidi Niye Hüznün Mekanı?
Hüznün mekanı demem de bundan, her dönem din ve mezhep anlayışları siyasal iktidarlara bir şekilde hizmet ediyor, olan İbrahimi geleneğe oluyor. Sekiz yüz yıl sonra da olsa, hedefinden vazgeçmiyor ve simgeler üzerinden zaferini ilan ediyor mu dersiniz. Yok, ülkeye dönünce “”Dini Düşüncede Yenilenme Sorunu”  diye bir seçmeli ders de bunu tartışmaya açtım.
Şimdi böyle yapınca, ben İspanya ve Katolikliğin zaferini mi gördüm ve geri adım mı attım, yok, kesinlikle! Tersine Hz. Adem’den itibaren hep aynı ilkeleri (ed-Din/tevhid) farklı zaman ve mekanlarda hayata geçiren peygamberler ve mesajlarına, şeraitlerine yapılan zulümleri gördüm. Ve bunu bireysel anlamda protesto etmek için ima ile iki rekat namaz kıldım. Hiç yapmadığım bir şeydi bu, ilk defa denedim bu tinsel tecrübeyi. Gelenekselci akımın “İlahi Risâletlerin Birliği” çerçevesindeki işlevini okuyup okutan bir kardeşiniz olarak, Kurtuba’da hissettiğim hüznü anlatmam mümkün değil. Alana çıkıp görmek gerek dediğim tam da bu, kitaplardan okunduğu gibi olmuyor, bilgi ağır geliyor böyle durumlarda.
Sanıyorum aynı şeyi, Ayasofya’ya geldiklerinde de Hristiyanlar hissediyor deyince, sınıfta bir uğultu oldu, nasıl bunu dersiniz diye! Evet, o dönemde simgeler üzerinden hükümranlıklara meşruiyet sağlanırmış, Osmanlı Sultan Ahmed’i yaptırmış, Ayasofya’yı camiye çevirmekle kalmamış, ikisi arasına oturur bakarım birbirine, özellikle bir ramazanda harika olmuştu bu seyir.
Demem o ki, son mesajın sahipleri olarak, içlem ve kapsam gereği, önceki peygamberlere asla adaletsizlik yapamayacağımız ilkesi ışığında, özellikle de Kurtuba’yı görünce, Ayasofya’nın müze olarak kalmasını isterim dedim. Tabii bunu en sonunda söyledim, erkekler bunun asla kabul edilemeyeceğini belirttiler. Bir iki bayan, yani müze olarak kalsa, zaten yan tarafında mescid de var, aynı bina içinde, hüznü kimse yaşamasa demelerine bile müsaade etmediler, birkaç erkek. Biri ılımlı durdu ama neticede ders bitti, bana ders vermeleri bitmedi, bunu nasıl dersiniz diye! 
Yahu devletin laik olduğunu da unuttunuz, kime; ne üzerinden; hangi mesajı vereceksiniz, bunu lütfen dini semboller üzerinden vermeyiniz, kaybeden (hangi şeraitten olursa olsun) müminler oluyor” sözü de boşluğa asılı kaldı. Diğer peygamberlerimize adaletsiz yapamam, ama eşit de davranamam; çünkü ben Hz. Muhammed (as) ümmetiyim “ Son ilahi mesaj olması nedeniyle onların hepsini kapsıyor, dolayısıyla Ayasofya’nın müze olarak kalması ve Sultan Ahmed’in de son şeraitin simgesi olması yeterli değil mi?” dememin de bir kıymeti harbiyesi kalmadı vesselam. Anladığım dini simgeler üzerinden mücadele ve siyasal hükümranlıkları pekiştirme devam edecek, hüznün üzüntüye çevrildiği an bu nokta işte. 3. Hafta Liverpool da İngilizce kurs gördüm 2004 yılında, üniversite yerleşkesinde  kilise içinde Müslüman öğrenciler için ufak bir mescit ayarlamışlar kilise yetkilileri, orada ibadetimizi yapmıştık, onu hatırladım güzel günlerdi. Yani orada ufak bir yer olsaydı, ibadet edebilecek ne güzel olurdu değil mi? Hüzün olurdu yine ama, üzüntüye, kırgınlığa yol açmayabilirdi.
Kurtuba Cami’den çıktıktan sonra ara sokakları gezdi, Tika’nın restorasyonunu yaptığı evden bozma küçük mescide gittik. Ardından bahsettiğim engizisyon müzesini gezdik. Ve otobüslerle tekrar Malağa’ya döndük. Ertesi gün Sevilla gezisi ve oradan da ülkemize döneceğiz. Ama buradaki bir siyasal hareketten bahsetmezsem, o zaman bu yazı eksik kalır. Epeyden beri seçim pusulalarında “Hiçbiri” diye bir yer olsa ve kaç kişi burayı tercih ettiği açıklansa ne olur diye yazıyor ve söylüyorum. Mevcut siyasal partilerin hepsi kendisine çekidüzen verir böyle bir şey olsa. Bunu Saramago’nun Körlük adlı romanında beyaz oy verilmesi şeklinde okuyunca, işte edebiyatçıların farkı bu, yazıyorlar ve okunuyor diye gıpta etmiştim. Ama burada pratiğini gördüm.

15 Mayıs Hareketi: “Kimse Bizi Temsil Etmiyor”
İspanya notlarının ilkinde ülkenin Bask, Katalonya ve Galicia diye üç ana yapı olmak üzere tam on yedi özerk bölgeye ve iki özerk şehirden oluştuğunu, ama krallığın üniter yapıyı koruduğunu söylemiştik.  İndignados da denilen bu yapı, ekonomik krizden sonra spontan olarak ortaya çıkmış ve lidersiz bir yapılanma, siyasetçilerden ve sendikalardan uzak duruyorlar.  19 haziran 2011 tarihinde 50 şehirde bir milyon insan bir araya gelmiş, yaşanılan krizler, işsizlik siyasal sisteme olan güveni sarsmış, yabancılaştırmış.

Evet; “Yapabiliriz!” Podemos
Sivil itaatsizlik okumalarında ve İbn Bacce’nin “Tedbiru’l-mutevahhidin” anlayışını mevcut dış şartları onaylamanın mümkün olmadığı durumlarda, iç şartları geliştirmek ve apolitik bir tutumun gerekliliğini hep vurgularım. Dolayısıyla birey merkezli, aşağıdan yukarıya doğru bir değişim ve dönüşümü, aile ve toplum kurgusunu öncelerim. Hesap sormak yerine hesap vermek, tepeden/jakoben dayatmalara karşı bireyin önlemlerini/tedbirlerini alması gerektiğini, donanımını güçlendirmesi için neler yapabileceğini müzakere ederiz.
Bunu “10.köy kalabalıklaşıyor” diye de yazdım birkaç kez. Çünkü apolitik tutum aslında tam da politik bir tutumdur, yanlışa evet demeyenlerin yeridir, derken burada (İspanya(  pratiğe dökülmüş olmasını görmek beni son derece mutlu etti. Saramago’nun “Körlük” ve “Görme” adlı romanlarında bu konuların işlenmesi, İlkçağ Felsefesi sınavında Platon merkezli ideal devlet tasarımlarını sormam da bu teorik alt yapıyı güçlendirmeye yönelik çabalardır. Mitoloji, kıssa, efsane okumalarımız, mevcut reel duruma teslim olmamayı, gerçek ile doğru arasındaki farka dikkat çekerek, ideallerden ilkelerden vazgeçilmemesine dair epistemik temellendirmelerdir. Nitekim Enes sayesinde tanıştığım Saramago ‘un da Portekizli, yani bu bölgenin insanı olması, bu güzel insanla da yeni tanışmam da tevafuk oldu. Zamanlaması harika bu okumaların ve gezinin, çünkü tebdil-i mekanda ferahlık vardır derler ya, işte öyle, yeni bir bilinçlilik ve dirilikle dönüyorum kürkçü “tükan”ına; vesselam.
Arap baharında gençlerin meydanları doldurmasından da ilham alan bölge gençleri önce Portekiz’de internette “Güvencesiz Gençlik” diye tepkilerini ortaya koymuşlar. Ardından Lizbon’da 250.000 kişinin katıldığı bir eylem gerçekleşmiş.  Buna paralel Madrid’de Jóvenes Sin Futuro (Geleceği Olmayan Gençlik) adlı bir gençlik hareketi ortaya çıkmış. “İş, ev, güvence yoksa korkulacak bir şey de yoktur!” sloganı her yere yayılmış.
“Democracia Real Ya” (Gerçek Demokrasi Hemen Şimdi, DRY) grubu ile birlikte siyasetteki yozlaşmaya dikkat çekmişler.  Bunlar aynı zamanda Mısır, İzlanda, Filistin ve Yunanistan’a duyarlılıklarını göstermek için bayraklarını taşımışlar, meydanlarda buralara ait özel yerler tasarlamışlar. Seçimlerde “ halktan "oy kullanmamasını, oy kullanması halinde ise boş veya küçük partilere oy atılmasını" istemiş ve kabul de görmüş. Kötülüğün üzerine şeker serpeceğiz diyenler, bir araya gelmiş, parti kurmuşlar. Ekim ayında  PODEMOS adlı parti anketlerde %17 çıkmış.  (Andy Durgan-Joel Sans http://muhalefet.org/yazi-ispanyada-15-mayis-hareketi-%E2%80%9Ckimse-bizi-temsil-etmiyor%E2%80%9D-andy-durgan-joel-sans-27-8120.aspx http://www.cnnturk.com/2011/dunya/11/20/ispanyada.secimin.galibi.halk.partisi/637476.0/ http://baslangicdergi.org/ispanya-podemos-depremi-stefo-benlisoy/ )
Bu bilgileri derledim ve İnanç beye gönderdim, Aralık ayındaki seçimlere dair Türkiye basınında bir şey bulamadım, yardımcı olur musunuz diye, o da İngilizce bir link gönderdi sağ olsun. İlginç değil mi, İspanya, buralarla yakından ilgileniyor ama bizim orada yapılan son seçime dair net bilgimiz yok, ya da ben ulaşamamışımdır muhakkak, vardır tabiî ki, kocaman Türkiye, bölgeye nizam veriyor, oralardan haberi olmaması mümkün değil!
İspanya Avrupa Parlamentosu 2014 seçimlerinde Halk Partisi (PP) 26.1% oy ile 16 sandalye (yahu ilginç değil mi, bu isimlendirme) kazanmış, ama 2009 daki seçime göre, 2.6 milyon oy ve 8 üye (hah bu daha insani oldu) kaybetmiş. Sosyalist İşçi Partisi (The Spanish Socialist Workers' Party (PSOE)  9 üye ve 2.5 millyon oy kaybetmiş.   Pablo Iglesias önderliğinde Evet Yapabiliriz (' We Can; Podemos) hareketi ise 8 farklı siyasal yapıyı bir araya getirerek 5 üye ve oyların da 8.0% kazanmış. 4 ay önce kurulmuş olmasına rağmen 1.2 milyon oy almasını pek tahmin edememişler doğrusunu söylemek gerekirse! (http://en.wikipedia.org/wiki/European_Parliament_election,_2014_(Spain))
Partiler, vatandaşı çantada keklik görüyorlar ya, seçimlere yakın, karşılıklı ve danışıklı dövüş yaparız, hatlar keskinleşir ve herkes kendi yuvasına (kümesine diyeceğim yüreğim el vermiyor) gider diye düşünmüşler!
Demek ki neymiş, her daim 3. Şık mümkünmüş! Elbet bir gün, Türkiye’de seçim pusulalarında “Hiç biri” diye bir yer olur ve buradaki oylar resmi olarak ilan edilir, bütün siyasal partiler kendisine çekidüzen verir ya da “yahu ben bu oyunda yok’um deyip, “beyaz oy” verir”. Olur mu olur, niye olmasın! Evet, “Yapabiliriz”.
Yahu iyi de, gezi notunu neye çevirdiniz mi diyorsunuz, valla öyle,  felsefe kaygıları paylaşmakmış, benim de tek kaygım, ülkemin muasır medeniyet ve temel insan haklarının korunup kollandığı ve yarın ne olacak acaba diye düşünmediğim, iki, üç nesil sonrasının kurgusunu yapabileceğimiz bir vatan olması. Her gittiğim yerde, ülkeme bu açıdan ne katkı yapılabilir, buralardaki deneyimleri nasıl aktarabilirim diye düşünüyorum. Sevilla izlenimlerimi satır aralarına yerleştirmiştim zaten, bu nedenle, “Evet, Yapaliriz” diyerek İspanya, Endülüs izlenimlerime nokta koyuyorum. Zahmet edip kaygılarımı paylaştığınız için teşekkürler.