Verdiğin oyların diyetini ödüyorsun işte vatandaş! Her konuşmasına dini kullanarak başlayan ve sonlandıran siyasetçilere verdiğin oyların karşılığını görüyorsun. Demokrasi Mitingleri yapılıyor günlerdir. Neyi kutluyorlar bilmiyorum, anlayamıyorum. Türkiye’deki terör örgütlerinin sayısının artmasını mı? Ortadoğu’yu kana bulayan ABD’nin ülkemizdeki askeri üslerinde geviş getirmesini mi? ABD’nin bu toplumun çocuklarını teröriste dönüştürüp tepemize bomba yağdırmasını mı?

Demokrasi Mitingleri öyle mi? Demokrasi neredeymiş acaba? Tek başına karar alan bir adamın beyninde mİ? Sorgulanamayan talimatlarında mı? Her başı sıkıştığında ters yöne yatan şaşırmışlığında mı?

Türkiye Cumhuriyeti, 15 Temmuz 2016’da tarihinin en akıl almaz olayını yaşadı. Hoplayıp zıplayanlara bakarsanız, sanki Kurtuluş Savaşı’nda düşmanı denize dökmüşçesine adeta bir zafer sarhoşluğu içerisindeler. Ortalık durulduğunda ve yıllar sonra bu dönemle ilgili kitaplar yazıldığında görecekler ki, aslında kardeşi kardeşe kırdırdılar. Görecekler ki aslında bu ülkenin çocuklarını, terörist devlet ABD’ye peşkeş çektiler.
Ve aslında karşımızda yüzyıllardır süregelen klasik savaşlar yok artık; karşımızda işgalci devletlere ait üniforma giymiş askerler yok. Bu ülkenin üniformaları, yine bu ülkenin fakir çocuklarına daha çocuk yaşta giydirildi ve o çocuklar din tacirlerinin taşeronluğunda ABD’ye satıldılar. Bunun neresini kutladıklarını ve neyin “demokrasi mitinglerini” yaptıklarını anlayamıyorum doğrusu; zira benim için bu son derece acı ve karamsar bir tablodur.
Esas savaş ise din tacirlerinin tümünün yargılandığı zaman başlayacaktır. Atatürk, Kurtuluş Savaşından sonra, verilecek esas savaşın “cehaletle mücadele” olduğunu vurgulamış ve bu yönde özellikle eğitim alanında devrim yaparak, aklı ve bilimi temel alan bir politika izlemiştir. Dolayısıyla günümüzdeki hamasi nutuklar geride kaldığında, karşılaşacağımız en ciddi sorun başlı başına bu olacaktır.

2000’li yılların başında PKK terörü durmuş, örgüt iyice kendi kabuğuna çekilmişti. Yapılacak olan son hamle, örgütün yuvalandığı Kandil dağından temizlenmesiydi. Ancak 2002’de göreve gelen AKP politikaları ve devamında PKK ile çözüm masasına oturması, uyuyan yılanı yeniden uyandırdı. Teröristler silah bırakmadığı gibi, Güneydoğu’da şehirlere yerleşerek askeri yığınak yaptılar. Üstelik Ankara başta olmak üzere büyük şehirlerde de saldırıya geçtiler. Bir yıldır ancak onların şehir merkezlerinde kazdıkları hendekler kapatıldı, tonlarca patlayıcı imha edildi. Bu da yetmezmiş gibi IŞİD terörü büyük şehirleri bombaladı. Yüzlerce insanımız öldü. Türkiye bir yıldır bu iki terör örgütüyle uğraşırken, bir de baktık ki yeni bir terörist örgüte evrilen Fethullan Gülen çetesi, artı yeni adıyla Fethullahçı Terör Örgütü(FETÖ) olarak, Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi onayıyla terör örgüleri listesine eklendi.
AKP iktidarından önce sadece PKK var iken, üçe çıktı terörist örgüt sayısı yani: PKK, IŞİD ve FETÖ…
Şimdi son darbe girişimiyle ilgili durumu özetleyelim:

1)15 Temmuz’da TSK’nın içine sızmış olan FETÖ darbeye kalkıştı, beceremedi. Atatürkçü subaylar, TSK içindeki FETÖ’cüleri mağlup etti. Ömer HALİSDEMİR isimli kahraman astsubayımız, Fetö militanı Semih Terzi’yi alnının çatından vurarak ilk psikolojik galibiyeti sağladı. Ömer HALİSDEMİR Türk tarihine kahraman olarak geçti.
2)Genel Kurmay Başkanı ve Kuvvet Komutanları darbeye karşı çıktılar. Ölümleri pahasına Darbe Bildirisini imzalamadılar ve esir alındılar. Ancak onların bu karşı duruşları, darbe girişimine esas darbeyi indirdi. Emir-komuta zincirindeki kopukluklar, darbecilerin psikolojik olarak dağılmalarına yol açtı.
3)Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ı öldürmek üzere yol çıkan suikast timinin pilotu, gerçeği anlayınca helikopteri kaldırmadı, motorları söktü ve görevi kabul etmedi; bir sonraki pilot da aynını yaptı. Tayyip Erdoğan ve ailesi hayatlarını bu iki Türk pilotuna borçlu…
4)Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent BOSTANOĞLU, darbe girişiminin esir alınamayan tek kuvvet komutanıydı. Darbecilerin elinden sıyrılarak gittiği karakolda, ilgili birimleri arayarak savaş gemilerinin kalkmasını engelledi, personelini gerçekte ne olduğuyla ilgili bilgilendirdi ve kendi birimindeki kalkışmayı önledi.
5)Esir edilemeyen Özel Kuvvetler Komutanı Zekai AKSAKALLI, kıvrak zekasıyla duruma en erken müdahale eden kişiydi. Koruma astsubayı Ömer HALİSDEMİR’e karargahı ölümü pahasına koruması emrini veren kişiydi. Darbe girişiminin seyrini değiştirdi.
6)Sokaklara dökülen halkın, geceden sabaha darbe girişimcileri nezdinde bir psikolojik baskı unsuru oluşturduğu bir vakıadır.
7)Darbe girişiminin ardından gerek CHP’nin Taksim Mitingi, gerekse Yenikapı’daki Şehitler Mitingi, birlik-beraberlik görüntüsü verilmesi açısından faydalı olmuştur. Zira ABD’nin görmek isteyeceği en son manzara budur.
8)Darbe girişiminin ardından yapılan gözaltı ve tutuklamalarda tam bir karmaşa yaşanmaktadır. FETÖ’yle hiç alakası olmayan insanlar saatlerce ifade vermekte, bazıları yanlışlıkla tutuklanmaktadırlar. Bu böyle giderse yeni dramlar yaşanabilir. Bir iddiaya göre Fetöcüler kendilerini gizlemek için, Atatürkçü bazı kimseleri Fetöcülükle suçlamaktadırlar. Bu arada kendileri de sahte Atatürkçü olmaktadırlar.
9)İşkence iddiaları ayyuka çıkmıştır. Olayın ardından yaşanan gözaltılardan çıkanların yüzü-gözü mosmor fotoğrafları basında yer almaktadır. Acaba bunların arasında masum olanlar var mıdır? Örneğin gözaltına alındıktan sonra darp edilen YAŞ üyesi Akın ÖZTÜRK ya da İkinci Ordu Komutanı Adem HUDUTİ masum çıkmaları halinde ne olacaktır? Bu kişilerin, örgütle organik bağını gösteren, şu ana kadar kamuoyuna yansıyan hiçbir kanıt yoktur.
10)15 Temmuz gecesi yaşanan karışıklık neticesince bazı askerlerin şaşkınlık yaşamış olmaları, ne yapacaklarını bilememiş olmaları, haber almayı beklemiş olmaları, kuvvet komutanlarından haber alamamış olmaları ve bunu neticesinde ortalığın karışmış olması, onların FETÖ mensubu bir terörist olduklarını göstermez. Gerçek teröristler ayıklanarak en ağır cezalar verilmelidir. Ancak diğerleri adaleti hak ediyorlar. Zira hiç kimsenin aklına gelmeyecek, son derece sinsi bir hareketin yarattığı bir karmaşadan söz ediyoruz.

Ve bir HABER: Fetonun okullarında eskiden çalışan, şeker hastası 42 yaşındaki öğretmen Gökhan Açıkkolu, 15 Temmuz darbe girişiminin ardından gözaltına alındığı İstanbul Terörle Mücadele Şubesinde 13 günün ardından fenalaşarak hastaneye kaldırıldı ve öldü. Babası sordu: Siz aldatılınca “vatansever” oluyorsunuz da benim oğlum aldatılınca neden “vatan haini” oluyor?..
Başta Fethullah Gülen olmak üzere, bu işin en tepesindeki suç işlemiş kişilere en ağır cezalar verilmelidir. Ancak aşağı inildikçe, bu işin ucu ilkokuldaki masum çocuklara kadar iner. Devlet bu çocuklara sahip çıkmalıdır. Onları FetÖ’nün öğrenci yurtlarına mahkum etmemelidir. Suça bulaşmamış insanlar rehabilite edilerek topluma geri kazandırılmalıdır. Verilen cezalar işlenen suç oranında ve ancak yukarı kadrolara gidildikçe ağırlaştırılmalıdır. Aksi halde ileride çok daha ciddi toplumsal kırılmalar yaşanabilir. En önemlisi de Atatürkçü çağdaş ve laik eğitime geri dönülmelidir.

TSK: Kurumun içindeki güç birliği parçalanmış, askeri okullar kapatılmıştır. Derhal bu durum eski haline çevrilmelidir.
Geçenlerde eski Genel Kurmay Başkanı İlker BAŞBUĞ’un açıklamalarını izledim ve “keşke Cumhurbaşkanımız o olsaydı” diye düşündüm doğrusu. Çünkü yaşının olgunluğunu taşıyan, bilgi birikimiyle ve değerlendirmeleriyle, Atatürkçü ve çağdaş duruşuyla anlaşılıyor ki ülkemiz ancak böyle bir Cumhurbaşkanıyla daha güvende olurdu. Geldiğimiz noktada ise önümüzü göremiyoruz.

RUSYA: Rusya Devlet Başkanı Vladimir PUTİN, 21.yüzyılın görüp göreceği en etkili liderlerden biri olmuştur. ABD’nin kanlı Ortadoğu politikasına “DUR” diyerek tarihin yönünü değiştirmiştir. Geride bıraktığımız 9 Ağustos’ta gerçekleşen, Türkiye Cumhurbaşkanı Tayyip EDOĞAN başkanlığındaki Türk heyetinin Rusya’daki temasları son derece önemlidir. Ticari konulardan ziyade, Suriye meselesinin en önemli başlık olduğu bellidir. Türkiye AB üyesi devletlerin yaptığı aşağılamalardan ve ABD’nin yaptığı hainliklerden sonra, PUTİN’nin Ortadoğu politikasına yanaşmıştır. Bu da esasen Türkiye’nin hayrına bir politikadır ve bölge barışına hizmet edeceği kesindir.
Cesur olmalıyız. Gerekirse NATO’dan çıkılmalı, gerekirse AB hayallerine son verilmelidir. Esas olan Türkiye’nin çıkarlarıdır. Atatürk’ün yüzünü sembolik manadaki Batıya dönüşündeki ana tema o dönemin çağdaş unsurlarına ulaşmadaki gayrettir. Bu çağdaşlığın devamı Doğu’ya dönülerek de sağlanabilir. Şu anda örneğin teknoloji devi Japonya’nın, ekonomi devi Çin’in ve dik duran politikalarıyla Rusya’nın yanında olmak Türkiye’nin ve zamanın koşullarının gereğidir.

Diyetlerini İstiyorlar! Evet AKP’yi ve Tayyip Erdoğan’ı bulunduğu yere beraberce taşıyan eski arkadaşları diyetlerini istiyorlar. 17-25 Aralık 20013’ten sonra devlet kurumlarından atılan, dershaneleri kapatılan Fethullah Gülen ve ekibi, ABD’deki çiftliğinde oturmuş, beraber yürüdüğü eski yol arkadaşlarından diyetini istiyor… Ve Tayyip Erdoğan özür diledi: “Allah ve milletimiz bizi afetsin…”
Diyetini isteyen başkaları da vardır elbette; onlar suçsuz ve masum gencecik insanlardır. GEZİ Parkı eylemlerinde öldürülen ve gözleri biber gazı kapsülüyle yerinde çıkarılan gençler vardır…
Ve duyduk ki herkes Atatürkçü olmuş. Duyduk ki Başbakan Binali Yıldırım bile Nazım HİKMET’ten şiirler okumuş Yenikapı’da… Biz de bu vesileyle Nazım’ın Diyet isimli şiirinden bir alıntı yapalım ve ABD politikalarının dümeniyle Kore’ye asker gönderen Adnan MENDERES’i bir kez daha analım:

“KORE'DE ÖLEN BİR YEDEK SUBAYIMIZIN MENDERES'E SÖYLEDİKLERİ (1959)
DİYET

Gözlerinizin ikisi de yerinde, Adnan Bey,
iki gözünüzle bakarsınız,
iki kurnaz,
iki hayın,
ve zeytini yağlı iki gözünüzle
bakarsınız kürsüden Meclis'e kibirli kibirli
ve topraklarına çiftliklerinizin
ve çek defterinize.
Benim gözlerimin ikisi de yok.
Benim ellerimin ikisi de yok.
Benim bacaklarımın ikisi de yok.
Ben yokum.
Beni, Üniversiteli yedek subayı,
Kore'de harcadınız, Adnan Bey.
Elleriniz itti beni ölüme,
vıcık vıcık terli, tombul elleriniz.
Gözleriniz şöyle bir baktı arkamdan
ve ben al kan içinde ölürken
çığlığımı duymamanız için
kaçırdı sizi bacaklarınız arabanıza bindirip.
Ama ben peşinizdeyim, Adnan Bey,
ölüler otomobilden hızlı gider,
kör gözlerim,
kopuk ellerim,
kesik bacaklarımla peşinizdeyim.
Diyetimi istiyorum, Adnan Bey,
göze göz,
ele el,
bacağa bacak,
diyetimi istiyorum,
alacağım da.”