Prof. Dr. Necip HABLEMİTOĞLU, 1999’da katıldığı bir televizyon programında Fethullahçılar’ın CIA denetimindeki bir tarikat olduğunu, eğitim alanında yapılandığını, devletin resmi kurumlarına sızdığını, Türkiye için bir tehdit odağı olduğunu anlatmıştı. Televizyonda Fethullah GÜLEN’in ev sohbetlerinden oluşan bir video-kaset yayınlanmış, Gülen’in müritlerine yaptığı “sızma talimatları” deşifre edilmişti. HABLEMİTOĞLU, 18 Aralık 2002’de evinin önünde kurşunlanarak öldürüldü, katilleri bulunamadı.

Savcı Nuh Mete YÜKSEL, çeşitli suçlardan yargılanmakta olan Tayyip ERDOĞAN’ın “tutuksuz” yargılanmasına itiraz etti (1 Mayıs 2002)…

Savcı Nuh Mete YÜKSEL, 1999’da ABD’ye kaçan Fethullah GÜLEN’in tutuklanması istemiyle, 2000 yılında iddianame hazırladı.

DGM Başsavcısı Nuh Mete YÜKSEL, Fethullah Gülen’in aleyhine “devletin yapısını değiştirerek, dini kurallara dayalı devlet kurmak” suçundan dava açmıştı. 2002’ye kadar süren duruşmalara gelmeyen Gülen, polis müritleri aracılığıyla savcıya “seks kaseti kumpası” kurdu.

Nuh Mete YÜKSEL, HSYK tarafından görevinden alındı (3 Haziran 2002).

Ve 2007’de sanık Gülen, “suçun oluşmadığı” gerekçesiyle beraat ettirildi.

3 Kasım 2002 seçimlerinden önce Tayyip Erdoğan’ın 1997’de aldığı 4 aylık hapis cezasından ötürü sabıka kaydı bulunuyordu. Milletvekilliğine aday olabilmek için sicil kaydının silinmesi gerekiyordu. Tayyip ERDOĞAN ve Deniz BAYKAL gizli bir görüşme yaptılar. Ardından BAYKAL’ın yaptığı tarihi hata nedeniyle, dönemin TBMM’sinde TCK’da yapılan değişikliğe destek verildi. Tayyip Erdoğan “adli sicil kaydı yoktur” belgesini aldı. Yargıtay Başsavcısı Sabih KANADOĞLU, “Erdoğan’ın milletvekili seçilme yeterliliğinin olmadığı” gerekçesiyle itiraz etti. 3 Kasım Genel Seçimleri için aday olamayan Tayyip Erdoğan’ın yerine Abdullah GÜL başbakan olmuştu. Kısa bir süre sonra, bir formül bulunarak Siirt ilindeki sandık sonuçlarına itiraz edildi. 9 Mart 2003’te Siirt’teki seçimler yenilendi. Ve böylece Tayyip Erdoğan’ın önlenemez yükselişi başladı...

Deniz BAYKAL, okuduğu şiir nedeniyle hapse giren Tayyip ERDOĞAN’a “demokrasi” açısından destek verdiğini söylemişti. Yıllar sonra, Baykal’a itiraz eden CHP milletvekilleri Zülfü LİVANELİ ve Yaşar Nuri ÖZTÜRK, o günlerde yaşanan tartışmaları açıkladılar. BAYKAL kendi çevresine -dinci hükümetlere sürekli muhtıra verildiğinden olacak- “iktidar olsa bile, fazla sürmeyeceği” gerekçesini arka planda dillendirmişti. Ancak yıllardır o görüşmenin içeriği açıklanmadı. Bazı iddialara göre Erdoğan Baykal’a vereceği desteğe karşı “cumhurbaşkanlığı” vadetmişti. Elbette bunlar ispatlanamamış dedikodular…

Ancak, saygın ve birikimli bir siyasetçi olan Deniz BAYKAL, 2010 yılında Fethullahçı Cemaatin “kaset kumpası” ile CHP Genel Başkanlığından istifa etti. SONUÇ olarak, erkenden siyasetten indirileceğini düşündüğü Tayyip ERDOĞAN yoluna devam etti. “Demokrasi” gerekçesiyle Tayyip Erdoğan’a özel yasa çıkarılmasına destek veren Deniz BAYKAL, hiç hesaplayamayacağı şekilde Türkiye siyasetini etkiledi.

Yıllar sonra Türkiye’nin yanlış bir yönetimle KAOS’a sürüklenmesine kimse engel olamadı…

Hapis cezasına neden olan “şiir” dışında, Tayyip ERDOĞAN hakkında yürüyen daha başka davalar ve TBMM’de kendisi hakkında çeşitli suç dosyaları da vardı. Erdoğan milletvekili olduktan sonra hepsi önemini yitirdi. Cumhuriyet Dönemi’nin gerçekte son CUMHURBAŞKANI Ahmet Necdet SEZER, AKP’nin Anayasa’ya aykırı bütün kanun değişikliği tekliflerini reddetti. Ancak yetkileri bir yere kadardı. SEZER elinden geleni yaptı ama görev süresi 2007’de doldu. Ardından ERDOĞAN’ın yol arkadaşı Abdullah GÜL cumhurbaşkanı oldu. İcraat makamı olan AKP Hükümeti, adım adım devlete sızan Fethullahçılar eliyle devlet kurumlarının çivisini çıkardı. Anayasa’ya aykırı pek çok düzenlemeyi TBMM’den geçirdi.

Türkiye’de 2002’den sonra yepyeni bir devlet yapısı oluşmaya başladı. Bunu en iyi anlatan kitaplardan biri Hanefi AVCI’nın yazdığı “Dün Devlet, Bugün Cemaat (Haliç’te Yaşayan Simonlar)” isimli kitaptır (2010). Bu tarihten önceki dönemi anlatan kitaplara bakıldığında, bambaşka bir devlet yapısı vardır. Gazeteci Saygı ÖZTÜRK’ün 2002’de yazdığı “Devletin Derinliklerinde” isimli kitapta, 90’lı yıllarda devletin istihbarat kurumlarının kendi arasındaki çekişmelerden doğan hatalara değinilmektedir. Bu daha çok, alınan görevi kimin başaracağıyla ilgili bir yarış gibidir. O dönemde ülke ve devlet çıkarlarını ön planda tutan, dürüst kamu görevlileri vardır. Bu da her ne kadar “derin devlet” teoremi dile getirilse bile, bunu dengeleyen devletin ana damarlarının henüz kesilmediğini gösteriyor.

Bunun ötesinde 90’lı yıllarda BASIN, Türkiye’de ciddi bir güç olduğundan, çıkan haberler pek çok bürokratı yerinden edebiliyordu. Yine o dönemde YARGI bağımsız olduğundan, hakkında çeşitli şaibeler bulunan kamu görevlilerinin üstüne gidilebiliyordu. Başbakanlar bile yargıdan kaçamıyorlardı. Kurumlar kendi içerisinde sorun da yaşıyor olsalar, genel eğilim Türkiye’nin çıkarlarını koruma yönündeydi. Teröre karşı iktidar, muhalefet ve bürokrasi “ödünsüz ve yekvücut olarak” mücadele ediyordu. Dış politikada “barışçı, başı dik, saygın, milli menfaat” esasına dayanan bir anlayış vardı. Sınır komşularımızla henüz papaz olmamıştık. Ülkemizde dinci teröristler cirit atmıyordu. PKK terörü ise 90’lı yıllardaki bu ödünsüz mücadelenin neticesinde, 2000’li yıllara gelindiğinde durmuştu.

2002’den beri devletin liyakatsiz kişilerin eline teslim edilmesiyle, Türkiye’de hareket alanı bulan terör örgütü sayısı üçe çıktı: PKK, IŞİD ve FETÖ…

Gerek 2015’ten beri PKK’yla ve gerekse 15 Temmuz 2016’daki darbe girişiminin ardından IŞİD ve FETÖ ile verilen mücadele neticesinde, büyük şehirlerdeki terör eylemleri 2017 itibariyle azaldı. Özellikle tecrübeli bir terör örgütü olan PKK, ABD’den aldığı desteğe rağmen büyük darbeler alarak yeniden şehirlerden kırsala çekilmek zorunda kaldı.

Yanlış olan şey, terörle savaşırken “demokrasi” ve “hukuk” kavramlarından gün geçtikçe kopulmasıdır. Herkes korku içerisindedir. Ekonomideki daralma ve işsizlik, yaşam kalitesini olumsuz etkilemektedir. 16 Nisan 2017’den sonra Cumhuriyet rejiminin değiştirilerek tek adamın emrine verilen koskoca devlet, DIŞ SİYASET açısından saygınlığını yitirmiştir.

Emekli Tümgeneral Osman ÖZBEK’in 2003 yılında yazdığı “Sahipsiz Türkiye” isimli kitap, daha o dönemde devletin gelecekte hangi akıbete uğrayacağını anlatıyor…

Silivri cezaevinde 2011 yılında şüpheli şekilde ölen MİT Asya Bölgesi Başmüşaviri Kaşif KOZİNOĞLU’nun notları “Mezara Götürmediği Sırlar” adı altında kitaplaştırıldı. Yöneticilerin ülkeyi sürüklediği yolu anlatıyor…

Soner YALÇIN’ın “Kayıp Sicil”, Ergün POYRAZ’ın “Takunyalı Führer” isimli kitapları Tayyip Erdoğan’ın “nereden nereye” geldiğini anlatıyor…

Derinliklerde boğulmadan önce bilinmesi gerekiyor…