Demokrasi treni ana duraklar da, Cumhuriyet’in temel niteliklerini değişime uğratırken, ara duraklardaki bazı ufak tefek yol kusurlarını da düzeltmeye devam ediyordu. Sağlık sektörü, “tam gün yasası” ile yeniden yapılandırıldı. Taşeronluk sistemi ile çalışanların anası ağlatıldı. İçki yasağının kapsama alanları genişletildi, bazı illerin bazı valileri, bazı halka açık yerlerde ve piknik alanlarında içki yasağı uygulaması başlattı. Öğretmenlere içki içtikleri bahanesiyle soruşturmalar açıldı. Doktorları Alo 184’e,  öğretmenleri Alo 147 hattına şikâyet edebilme imkânı getirildi… 

Demokrasi treni hayatımızın her alanına öylesine fütursuzca daldı ki; Doğum tercihimizden, yapacağımız çocuk sayısına, izleyeceğimiz televizyon dizilerinden, okuyacağımız kitaplara kadar müdahale etmeye başladı. Sezaryenle doğum yasaklandı. Osmanlı dizileri patlama yaptı. Medya baskısı inanılmaz boyutlara ulaştı. Basılmamış kitapları toplattılar, yazarlarını içeri tıktılar.”O gazeteleri almayın” direktifleri verdiler, köşe yazarlarını işten attırdılar. Bir başyazarın üzerine, yazılı ve görsel basın yoluyla öyle bir saldırıldı ki, neredeyse “hedef “ haline getirilen başyazar, çareyi milletvekili olmakta buldu. Bir büyük gazete sahibi; “…bu saldırılar yayın grubumuzu yıldırmayacaktır. Grubumuz Keriz Feneri dâhil tüm yolsuzluk olaylarının üzerine gitme kararlılığından vazgeçmeyecektir” dedi ve trilyonluk vergi cezası ile karşı karşıya kaldı. Öyle bir korktu ki, en iyi köşe yazarlarını işten atmak zorunda kaldı. 

Demokrasi treni tam hızla yol almaya devam ederken, dinleme skandalları da ardı ardına patlamaya başladı. Anlı şanlı siyasetçiler, birer birer partilerinden istifa ettirildiler. Dinleyenler “ derin devlet” dediler, “F tipi cemaat” dediler, baş makinist, “ Beni de dinlediler” dedi! Koskoca ülkede hâlâ kim ya da kimlerin dinleme yaptırdığı anlaşılabilmiş değil. Bu da demokrasinin bir başka cilvesi olsa gerek…

Demokrasi treni yaşam alanlarımıza da müdahale etti. Tüm duraklarda imar yasasını değiştirdi. 2B yasası ile orman vasfını yitirdiği iddia edilen tüm yeşil alanlara yapı izni verildi. Kıyılara imar izni çıktı.  Ormanlarımız, kıyılarımız, “ağa”’ ların hayallerini süsleyen dev gökdelenlere kavuşmaya başladı. Büyük şehirlerde nefes alamaz duruma geldik. Yaşam alanlarımız yok olmaya başladı. İstanbul’un en güzel tepelerine, parklarına, meydanlarına ucube camiler,  güzelim Haliç’e ucube köprüler yapma telaşına düşüldü. Öyle bir demokrasi havariliğine soyunuldu ki; ülkemizde gayrimüslim sayısından fazla kilise varken, yeni kilise yapımına izin çıktı…

İyiden iyiye gemi azıya alan demokrasi treninde, Atatürk ve Cumhuriyet düşmanlığı her durakta kendini göstermeye başladı. Ankara’da geleneksel olarak düzenlenen Garnizon Koşusu ve Seğmen Alayı Yürüyüşü iptal edildi. 19 Mayıs kutlamalarının statlarda yapılması yasaklandı. 23 Nisan ve Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sınırlandırıldı ve önemsizleştirildi. Merkez Bankası’nın ve Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün İstanbul’a taşınması kararı alındı. Trenin baş makinisti yabancı misafirlerini büyük ölçüde İstanbul’da ağırlamaya başladı. Zaten kendisi de mesaisinin çoğunu Dolmabahçe Sarayı’nda geçirmeye başlamıştı. Bu sayede Ankara’nın içi boşlatılacak ve yabancı misafirlerin Anıtkabir ziyaretleri de önlenmiş olacaktı. Kısaca hem Ankara hem de Atatürk yalnızlığa mahkûm edilecekti. Ancak tüm bu uygulamalar ters tepti; yüz binler Anıtkabir’e aktı…
Bir tarafta demokrasi treni, Cumhuriyet’in bütün kazanılmış maddi ve manevi değerlerini kâh yıkarak kâh satarak yoluna devam ederken; birileri de ülkenin başka bölgelerinde, makinisti İmralı’da olan başka bir trene binmeye başladılar. İlk yolcularını Habur sınır kapısında karşılayan tren, zafer işaretleri ve davul zurnalarla ufaktan ufaktan hızlanmaya başladı. Bu trende başka bayraklar açılıyor, başka dilde pankartlar taşınıyor, hatta ve hatta Türk bayrakları yakılıyordu. Bu trenin varmayı hedeflediği son durağı, kendilerince “Kürdistan” adını verdikleri, özerk bir bölge idi. Nihayet bu trenin yolcuları, yıllarca bekledikleri ortama kavuşmuşlardı. Görüşmeler, Oslo ve İmralı olmak üzere, bilinmeyen pek çok yerde devam ediyordu… İmralı’daki liderleri ise Türkiye Cumhuriyeti Hükûmeti’ne “yol haritası” ile “çözüm mektupları” gönderiyordu.

Devam edecek…

Tülay Hergünlü
İstanbul, 06 Mart 2013

Not: Dünya Emekçi Kadınlar Günü’müz kutlu olsun diyemiyorum; çünkü kutlanacak bir şey göremiyorum. Kadınların ikinci sınıf vatandaş muamelesi yapılmadığı, öldürülmediği, “karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin”, “15’inde kız ya yerde ya erde”, zihniyetine sahip olan insanların başımızdan defoldukları günlerde buluşmak dileğiyle; tüm kadınlara sadece sevgilerimi gönderebiliyorum…