Türkiye; kendi gündemini kendisi oluşturacak, kendi geleceğini kendisi şekillendirecek, kendi kaynaklarını kendi insanlarının hatta insanlığın yararına ve refahına kullanacak güçte, kararlılıkta, yetkinlikte ve bilgelikte bir ülke. Tarihin tüm dönemlerinde ortaya koyduğu gibi tüm maddi ve manevi eserleriyle ve insanı en yüksek değer olarak odağa koyan medeniyet anlayışıyla, terk ettiği topraklarda bile derin ve silinmez izler bırakan bir kadim medeniyet ve bir büyük değer. Kendini uygun koşullar bulunduğunda çoğaltan, değerlerini büyüten ve paylaşan, tüm insanlığı iyilik ve hoşgörüyle sarıp sarmalamak isteyen bir engin deniz, bir ekin deryası, derin bir tarihin sahibi! Bu kadar güçlü ve her döneme ve zamana hitap eden ve bunu canlı tutan bir ruha sahip olmak; kuşkusuz tüm insanlığın yararına. Ancak yazık ki, insanlığın yararına olsa da kendi çıkarına aykırı olduğunu düşünenler tarafından Türkiye hep ötelenmesi, hep yavaşlatılması, hep köreltilmesi gereken bir ülke. Öyle ki her ne zaman bir çıkış ve bir yükseliş anı yakalasa bu sessizlerin sesi, mazlumların dertlisi ülke, bin türlü yöntem ve araçlarla alaşağı edilmek istenir. Özgüveni yükselip birikim ve yeterliliklerini kullanmak üzere her yola çıktığında farklı biçimlerde meydanda beliren Türkiye karşıtları, bir garip yıkıcı anlayışla içten ve dıştan ülkeyi kuşatmaya başlar yada kuşatmak isteyen anlayışlara farkında olarak yada olmayarak maşa olur. Bu kuşatma bir yandan Devletin hareket alanını daraltmaya yönelirken, diğer taraftan özgüveni canlanmaya başlayan toplumun yeniden kendi içine kapanması için çeşitli suni sorunlar çıkarılmasıyla farklı boyutlara ulaşır ve böylece yeni mevzular oluşturulur ve yeni kaosu hedefleyen gündemler üretilir.
Ne yazık ki; kaosu davet eden gündem oluşturmayla ilişkili olarak yakın tarihimizde önemli sayıda örnekler bulunuyor. Hatırlanacağı gibi çok değil daha 2001 yılında, devletin tepe yöneticileri cumhurbaşkanı ve koalisyon hükümetinin başkanı devletin ali menfaatlerini bir kenara bırakıp, önce kapalı oturumda kendi aralarında ve sonra basın önünde kavga edince; milli gelirimizin dörtte biri bir gecede buharlaşıvermişti.  Yani her insanımızın cebindeki 100 liranın 25 lirası bir gecede cebinden alınmış ve kara günler başlamıştı. Bu yeni olmayan “kaosa dayalı kontrol reçetesi” o günlerde bir kez daha tutmuş, ülke tamamen içine kapanmış, toplumun moral değerleri alt üst olmuş ve her alanda motivasyon dip yapmıştı.
Toplum Üzerine Deney
Toplum üzerinde yapılan deneylerin maliyeti parasal büyüklüklerle ölçülemeyecek kadar yüksektir. Bu nedenledir ki; toplumun yaşantılarıyla elde ettiği sonuçlar, yani toplumsal deneyimler son derece önemli ve değerlidir!
Özellikle yirminci yüzyılın ikinci yarısında yaşanan samimiyetsiz ve negatif olayların topluma sunduğu deneyim, bugün kayda değer bir toplumsal bilinç ve ortak tutum oluşmasına yol açmıştır, denilebilir. Çünkü söz konusu deneyimler; “toplumdaki özgüven kaybının” her defasında insanımızın başının önünde gezmesine yol açmış, kendini ifade etmesinin, hatta kendini aşma denemelerinin önünde bir büyük engel olarak ortaya çıktığını göstermiştir.
Ders Sentezin Ürünü
Türkiye’de yaşanan kriz ve olağanüstü durumlara dikkatle bakıldığında geçmişte yaşanan olumsuzlukların aslında; toplumsal mutabakat ve dayanışma sağlanmış ve kamu yönetiminde istikrar tesis edilmiş olması durumunda çözülemeyecek sorunlar olmadığını da göstermiştir. O halde toplumsal hafıza yaşanan olumsuzluklardan ders çıkarmak bakımından önemlidir. Ayrıca “tarihten ders alınmış olsa; tarih tekerrür etmezdi!” sözü burada konuyu açıklıyor. Tabidir ki tarih; sadece yaşananları kaydederek eser haline getirmek ve bunları okumak için yazılmıyor, tam tersine “yaşantıların sentezinden ders çıkararak, çıkarılan dersi bugünle buluşturarak ve yine sentez yaparak ders almak” için yazılıyor.
Cumhuriyet’in çok partili döneminde Türkiye’nin yönetsel deneyimi; ne yazık ki farklı siyasal yapıların ülkenin birlikte (koalisyon) yönetilmesine yönelik olumlu bir kültürünün oluşmasına ortam hazırlamamıştır. Hatta bırakınız etkili bir devlet yönetimi sağlamayı, sorunlara çözüm getirecek değerli bir kültürün oluşmasında da başarısız olunmuştur. Öyle ki çok partili hayata geçildikten sonraki 26 hükümetin iktidar olma süresi ortalama 1,3 yıldır. Dolayısıyla beş yıl için iktidara gelen hükümetler neredeyse iktidarda kalabilecekleri sürenin dörtte biri kadar bir süre sonunda iktidarı bırakmış yada bırakmak durumunda kalmıştır. Hatta bazı dönemlerde bir yılda iki hükümet kurulumu bile söz konusu olmuş, kurulan hükümetlerin %87’sinin yaşam süresi kısa olmuştur (Grafik 1). Yaşanan bu olumsuz süreçler nedeniyle koalisyonlar; bir bakıma kaos ve çalkantıların adresi olmuş, neredeyse koalisyon kavramı kaosla eşanlamlı hale gelmiştir.
Sonuçta toplum nezdinde; “Türkiye, siyasi istikrarı yakaladığı ölçüde mesafe alan bir ülke” olarak ortaya çıkıyor ve rasyonel değerlendirmeler; siyasi ve ekonomik istikrarın “tek başına iktidar dönemlerinin sunduğu bir nimet, bir değer” olduğunu adeta kanıtlıyor. Bir bakıma geçmişteki deneyimlerin oluşturduğu bu resim; “bir tarih ve gelecek okuması” olarak topluma fikir veriyor ve koalisyon üzerine toplumun hassas olmasına yol açıyor.
Bilge Ülkedeki Cinnet Hali
Türkiye kalkınmak ve büyümek, insanlarının refahını yükseltmek, yaşamı kolaylaştırıcı koşulları insanına sağlamak, kadim medeniyet değerlerini (bugün sıkıntıda ve zorda olan çevre toplumlara, Afrika’ya, Asya’ya kısaca) insanlığa sunmak üzere koşmak istiyor. Bu amaçla kendi insanına ve insanlığa katkı sağlamak üzere bilim, teknoloji ve ar-ge politikalarını yeniliyor, vizyon 2023 gibi, 2053 hatta 2071 gibi hedeflere ulaşmak yönünde dünyadaki etkinliğini ve konumunu güçlendirecek kayda değer vizyoner projeler geliştiriyor, insan kaynaklarını odağa yerleştirerek bu değerli kaynağını geleceği şekillendirmek yönünde sürecin etkin gücü haline getiriyor, getirmek üzere uğraş veriyor.
Beşeri ve fiziki kapasitenin geliştirilmesi ve üretimin artırılmasında kaliteyi öne alan çalışmalara ağırlık veriyor, hak ve özgürlükleri genişletiyor, daha önce düşünülemeyen yapılamayan pek çok sosyo-ekonomik düşünceyi hayata geçiriyor, uygulamaya koyuyor ve bunların yaşama hakim olması yönünde kararlılık gösteriyor.
Ancak vizyon 2023 belgesinde özetlendiği gibi son dönemlerde; o kadar güzel ve değerli iş gerçekleştirilmek üzere sırada beklerken toplumda özgüveni sarsacak kötü niyetli çalışmalar kara bir bulut gibi ülkenin üzerine çekilmeye çalışılıyor. Kaos planlarıyla tırmandırılmaya çalışılan söz konusu eylemleri ve karanlık çabaları destekleyen subjektif enformasyon paylaşımları ve söylemler, doğrusu ülkesini ve milletini seven insanları mutlu etmiyor, hatta kaygılandırıyor ve hatta daha önce olmadığı kadar her kesimden insanların ve kuruluşların teröre ve kaosa karşı kararlı bir duruş sergilemesine yol açıyor.
Kuşkusuz ülkenin geleceğine yönelik kaygı taşıyan sessiz çoğunluğun, bu samimi insanların kaos girişimlerine karşı duruşunun çok net bir şekilde ortaya çıkmasında; toplumun yeniden organize terör faaliyetleriyle huzursuz edilmesi kadar samimiyetsiz siyasetçilerin, samimiyetsiz sivil toplum kuruluşlarının, samimiyetsiz medyanın ve terörü destekleyen tüm kesimlerin yaptıkları pervasız davranışların da yakından ilgisi var. Ve toplum artık haklı olarak bu samimiyetsizliğe karşı “ARTIK YETER, HUZUR İÇİN GEREKEN YAPILSIN!” noktasına geliyor.
Bugün toplumun bu talebi samimi yöneticiler ve devlet tarafından görülüyor ve dikkate alınıyor. Ancak burada (iyimser bakışla) sırf muhalefet yapma düşüncesi olanların da kötü niyetlerin tezahürü olaylar karşısında sessiz kalmaması ve toplumun çoğunluğunun sesine kulak tıkamaması, sorumlu davranması gerekiyor. Kaosu bir bakıma öven ve destekleyen bir kısım grupların; iktidar ve iktidara destek verenlere sadece ideolojik veya diğer nedenlerle karşı olmak uğruna “kendi taraftarlarını ve paydaşlarını da kısır bir döngü içine, kaosa çektiklerinin ve aynı gemide yol aldıklarının  farkında olmaları ve hatta böyle bir lükslerinin de bulunmadığını” da bilmeleri gerekiyor.
Coğrafya Ödevi
Tarihte ve soğuk savaş dönemlerinde olduğu gibi Türkiye’nin jeopolitiği önemini koruyor. Bu konum bugün dünden daha çok Türkiye’nin güçlü, istikrarlı ve iddialı olmasını gerektiriyor.
Bulunduğumuz coğrafyada özellikle çevre ülkelerde iç karışıklıklar ve savaşlar bitmek bilmeden yazık ki devam ediyor. Patlayan bombalar, yanan kentler  ve onbinlerce çocuğun  yüzbinlerce  hayatın sonlandığı mezarlıklar haline geliyor. Çevre ülkelerde insanlar terör ve iç savaşın kuşattığı yerleşim yerlerinden uzaklaşmak, kaçmak için biçare durumdalar. Türkiye tarihin her döneminde olduğu gibi, din, dil, ırk, renk gözetmeksizin çevresindeki kardeş topluluklara, tüm insanlara maddi ve manevi tüm desteklerini sunarak ayrımsız kapılarını açıyor. Bir örnek olarak savaştan kaçan Suriye’li göçmenlere dünya barışını kollamakla görevli Birleşmiş Milletler’in 250 milyon dolarlık yardımına karşılık, bir barış adası olmak üzere azami gayreti gösteren Türkiye tek başına 6 milyar dolar yardımda bulunuyor ve yardımlarına devam ediyor. Bu büyük göç dalgasının Türkiye’ye yüklediği büyük ekonomik maliyet dışında, neredeyse 3 milyonu bulan mülteciyi, muhacir ve misafir olarak kabul ederek göçün getirdiği sosyo-politik maliyeti de üstleniyor. Türkiye’nin bulunduğu yakın coğrafyaya ve uzak coğrafyalara sağladığı katkılar bunlarla da bitmiyor. Dolayısıyla son 13 yılda yakaladığı istikrarla 2015 Türkiye’si “kadim medeniyetinin ve derin tarihinin kendisine yüklediği misyonu hakkıyla yerine getirmeye büyük önem ve değer veriyor.”   
Barış Ülkesi Türkiye!
İşte insani değerlerin yaşatıldığı, farklılıkları zenginlik olarak gören bir barış ülkesi olarak Türkiye; kendi iç sorunlarını çözüme kavuşturmak, toplumsal barışı daha güçlü şekilde tesis etmek, ülkeyi kalkındırmak, ülkeyi 2023 yılında dünyadaki gelişmiş ilk on ülke içine sokmak, bölgesinde ve dünyada sosyo-ekonomik ve siyasi olarak güçlü hale getirmek, refahı yaygınlaştırarak kendi içinde istikrarı korumak ve geliştirmek adına koşmak azminde olan bir ülke durumunda bulunuyor. Bunları gerçekleştirmek içinse pek çok risk alarak durmadan her türlü inisiyatifi kullanmaya çalışıyor. Özellikle bu vizyonun yakalanmasında halkın çok partili dönemin tek başına en uzun süreli iktidarı olarak görevlendirdiği Adalet ve Kalkınma Partisi iktidarının çalışmaları ve gösterdiği performans çok önemli olmuştur. 1960’larda geçilen planlı kalkınma dönemlerinde her 5 yıl için yapılan planlamaların bu dönemde 2023 gibi yakın vade dışında 40-50 yıllık planlamaların yapıldığını görüyoruz. Bu kadar önemli ve değerli iddialarla yola çıkmış, topluma özgüven aşısı yapmış, ülkeyi istikrara kavuşturmuş bir iktidara ve samimi yöneticilerine saygı duymak, teşekkür etmek gerekiyor. Ancak son dönemlerde bırakınız teşekkür etmeyi, hayal bile edilemeyecek gelişmelerin elde edildiği hak ve özgürlükler alanında hiçbir şey yapılmamış gibi, hezeyan içinde fütursuzca saldırılar yapılıyor. Hem de iyi niyetle çözüm sürecini başlatan, hak ve özgürlükleri genişleten iktidara karşı bunlar yapılıyor ve uluslar arası topluma şikayet ediliyor. Bu tutum olsa olsa bir akıl tutulmasıdır, demek gerekiyor. Ve bunu anlamanın  hakikaten zor olduğunu ifade etmek gerekiyor. Bilhassa hak ve özgürlük mücadelesi için yola çıktığını belirtenlerin; yazık ki, son on yılda yapılanları unutması veya unutmuş görünmesi hatta yok sayması anlaşılır bir durum değildir ve esasen bu kayda değer bir samimiyetsizlik örneğidir.
Topluma yanlış mesajlar sunarak her tarafta yangın çıkartmaya çalışan ve elinde ateşle ateşe koşan bu çılgın gidiş, olsa olsa bir “cinnet halinin tezahürüdür” ve insanlarımızın daha fazla zarar görmemesi için; bu cinnet halinden çok hızlı bir şekilde çıkılması gerekiyor.
Sorular ve Tarihe Not !
Sorular yöneltmek önemlidir? Verilen cevabın isabetliliği büyük ölçüde objektif ve rasyonel olmakla ilgilidir. Soru sormak sanattır, niyet beyanıdır, bir bakıma konunun ne kadar kavrandığının göstergesidir. O nedenle sorular kadar, cevaplardaki samimiyette önemlidir. Örneğin konuyla ilgili birkaç soru soralım:
-Acaba gelişmiş dünyadaki hakim pozitif (yıkıcı olmayan) muhalefet anlayışının tersine; bizdeki müzmin, hastalıklı ve yoz muhalefet kültürü, neden Türkiye’nin gelişmesinin karşısına hep yüksek bir duvar gibi çıkıyor?
-Ülkeyi kalkındırmak ve kabuğunu kırmak, özgürlükleri genişletmek ve adaleti hakim kılmak istediği her dönemde bu müzmin muhalefet Türkiye’de neden canlanıyor?
-Son yıllarda “kendi inisiyatifiyle ve sorunlarını kendi insanıyla çözmeye başlamış bir Türkiye’nin kime ne zararı olabilir?” Çözüm yerine kaosu öne çıkararak inisiyatifi başka ellere bırakmak isteyenler, acaba ne yapmak istiyor, olabilirler? Ve bunlar gibi onlarca soru sıralanabilir…

İşte cevabı hem çok kolay, hem de çok zor üç soru!
Neden kolay? Çünkü; samimiyetle sorunları çözmek isteyenler ezici çoğunlukta ise çok kolay; fakat samimiyetsizlik kol geziyorsa zor mu zor! · Türkiye’nin gelişmesinin karşısına yüksek bir duvar örmek, ülkenin kalkınmasının önünde engel çıkartmak, özgürlükleri sınırlandırmak ve adaletin hakim olmasından rahatsız olmak insanını ve ülkesini seven samimi insanların yapacağı bir işlem olmasa gerektir.
·Yine her ne olursa olsun; şurası açık ki “kendi inisiyatifiyle sorunlarını kendi insanıyla birlikte çözmeye başlamış bir Türkiye’nin kimseye zararı olmaz, olamaz.” Hatta kendi içinde ve bölgesi dışında da dünyada barış ikliminin yaygınlaşmasına ve insanlığa büyük yararı olur.
Sonuç itibariyle; kaosa müsaade ederek, çözüm ve uzlaşı inisiyatifini başka ellere bırakmak yanlıştır. İnisiyatifi kendi elimizde tutmanın insanımıza ve insanlığa yeni ufuklar açacağı kesindir. 2001 yılında dönemin yöneticilerinin basiretsizliğinin ülkeyi buhrana teslim ettiği gibi olumsuz sonuçlarla karşılaşmamak için samimiyet testini başarıyla geçmek gerekmektedir. Ancak son on yılda elde edilen kazanımların ve gelişmelerin toplumun önemli bölümünde özgüven artışına yol açmış olsa da, yedi haziran seçimlerinden sonra “istikrarı dışlayan ve kaosu davet eden yoz muhalif anlayışın” hala hayatiyetini devam ettirdiğinin görülmesi; bu özgüvenin tüm sektörlere ve insanlara nüfuz etmediğini gösteriyor. Burada müzmin bir bakış ve tavırdan öte; bazı siyasi ve sivil toplum akımlarının eski alışkanlıklarının da etkisiyle, ülke gündemini belirlemek üzere hazır bekleyen iyi niyetli olmayan güçlere kapı aralayan tutumları önemli bir etken olarak ortaya çıkıyor. Oysaki 2001 krizinden sonra yakalanan istikrarla “bir başarı hikayesi” çıkaran Türkiye; pek çok konuda ön alabilir. Bölge ve dünya barışına, insanlığın refah ve yükselişine katkı koyabilir. Ancak yedi haziran seçimlerinden sonra tekrar sahnelenen olaylar, terördeki tırmanış, ortaya atılan söylem ve eylemler yine kriz ve kaos senaristlerinin ürünü gibi. Gündeme sürülen kaos senaryolarına “kriz yerine istikrarı seçerek DUR” demek gerekiyor. Bu süreçte kendisini devletin karşısında konumlayan tüm aktörlerin aklı selim içinde çok daha kötü sonuçlar verecek tüm senaryolara prim verecek tutum ve davranışlardan kaçınmaları, söylemi süslü ama içeriği kanlı senaryoların piyonu olmamak üzere sağduyulu ve sorumlu davranmaları gerekiyor.
Unutulmamalı ki; kadim medeniyetiyle insanını ve insanlığı kucaklayan bu büyük ve güzel ülkenin yararını dikkate almayan sorumsuz ve samimiyetsiz yaklaşım, söylem, tutum, tavır ve eylemler tarihe not olarak kaydediliyor.