İyi veya kötü bugünlere kadar huzur içinde yaşadık. Kuruluş tarihi olan 1923’ten beri Türkiye Cumhuriyeti, uluslar arası ilişkilerini savaş boyutuna taşımadan devam ettirdi. Rejim değişikliğine gitmeden, kısa tarihinde yaşanan iç karışıklıkları aşarak bugünlere kadar geldi. 2016’ya girdik, Cumhuriyetimiz de 93 yaşına girdi. Tarih açısından kısa bir dönem ama olsun. Bu aydınlığı, ışığı görmek hiç olmazsa bizlere nasip oldu. Bundan sonrası için gidişata bakılıp gerçekçi olunursa, pek çok kişiye göre ümitler tükeniyor.
Geçenlerde bir televizyon kanalında, dört adet adam çıkıp “İslam’da Mesih vardır” diyerek yine sinir bozucu bir tartışma yaptılar. Adeta gelecek yeni bir peygamberi beklemeye koyulan bir “koyun sürüsünü” temsilen konuştular. İçlerinden profesör olan beşincisi ise bunun İslam’a aykırı olduğunu, Kur’an-ı Kerim’e dayanarak anlatmaya çabaladı. Yine canlı yayına bağlanan bir ilahiyat profesörü de Kur’an-ı Kerim’de bunun olmadığını, bunların birey olamayan zayıf kişilerin tutundukları düşünceler olduğunu anlatmaya çabaladı. Yine geldik aynı noktaya: Elalem MARS’ta yaşam arıyor, bunlar Allah’tan belasını… Esasen, cahiller sürüsünün artış hızının ne kadar büyük olduğunu anlamak için, bunları bisküvi gibi yan yana oturtmaya gerek yok. Gerek ülkemizdeki oluşumuyla Fethullah Gülen hareketinin örtülü “Mesih” olma çabası, gerekse parçalanan Suriye ve Irak gibi bölgelerde kendini peygamber ilan eden Bağdadi gibi şaklabanlar yüzünden Müslümanlar birbirlerini öldürüyorlar. Nedense bu kafalar birbiriyle hiç anlaşamıyorlar; “mezhep ayrılıkları” esas alındığında, en çok birbirlerine düşmanlar.
Bu bilgisizlerin elinde mahvedilmeğe çalışılan İslam dinini, Türkiye’de bunlardan kurtarmaya çalışan ve bu işin ilmini okumuş pek çok İslam alimi vardır. Bunlardan en cesuru, şu ana kadar dik durmayı başarabilen ilahiyatçı, hukukçu, siyasetçi ve filozof, üç yabancı dil bilen Prof.Dr.Yaşar Nuri ÖZTÜRK’tür. Adam ömrünü cehaletle mücadeleye adadı ama ne fayda; biri gidiyor, diğeri geliyor.
Örneğin, Şeyh Sait ayaklanması da yine böyle bir cehalet ayaklanmasıydı. Bu ayaklanma ve akabinde yargılama sırasındaki sorgularda görülecektir ki; biz sadece cehaletle değil, dış odaklarla da mücadele ediyoruz. Ve sadece cahilleri ya da aklını yitirmiş hasta insanları bu kadar rahat kullanabilirsiniz; gerek etnik terör, gerekse gerici-yobaz kalkışmalarda...
AKP hükümetinin tek başına iktidarını 14. yılına girdik. Türkiye Cumhuriyeti prensiplerinden her gün biraz daha uzaklaşılıyor. Bu oldukça da yavaşça karanlığa gömülüyoruz. Türkiye’nin orta-kuzey-iç ve batısında hayat devam ediyor gibi görünüyor. Ancak doğu-güney ve güneydoğu artık güvenli ve yaşanabilir yerler olmaktan çıkmıştır. Esasen AKP iktidarında “çözüm” adı altında yürütülen politikalarla, PKK terör örgütü şehirlerin altına tonlarca bombayı gömmüş, sınırlar delik-deşik olmuştur. En önemlisi de devlet, o bölgenin insanlarıyla, büyük oranda gönül bağını koparmıştır. Zaten o bölgede yaşayan insanlar, hemen her gün “Kürt” diye hitap edilerek bir ayrımcılığa tabi tutulmuş, onlar bu şekilde kışkırtılırken, Türklük kavramı ezilmiş, neredeyse Türkler ikinci sınıf insan haline düşmüştür.“Kürt’üm” demek özgürlükten sayılmış, “Türk’üm” demek ırkçılıktan sayılmıştır.
Neredeyse her gün televizyonlara çıkan şovenist laf ebeleri tarafından ayrımcılık körüklenmiş, bundan cesaret bulan teröristler son 5 yıl boyunca sokakları yakıp yıkmış, küçük çocukların ellerine molotof kokteylleri tutuşturmuş, çocukları dağa kaçırıp teröriste dönüştürmüş, okulları yakmış, Atatürk heykellerini kırmış, Kalaşnikoflarla yolları kesip kimlik kontrolleri yapmış, “dur” ihtarına uymayan doktorları, ambulans şoförlerini, sivilleri öldürmüştür. Bu süre zarfında ölümler daha az olduğundan önemsenmemiş, “barış” geliyor yalanıyla kitleler uyutulmuş, “ölüm olmuyor” yalanlarıyla insanlar avutulmuştur. Askerlerin kışlasından, polislerin karakollardan çıkması yasaklanmış; buna mukabil PKK’nın şehir yapılanması YDGH gibi oluşumlar türemiştir.
Şimdi fikir değiştiren AKP Hükümetinin uygulamalarının sancılarını yaşıyoruz. Şu anda Türk Polisi ve Türk Silahlı Kuvvetleri, büyüyen ve şehir içlerine konuşlanarak sivilleri kalkan yapan PKK terör örgütüne karşı büyük bir mücadele vermektedir. Mücadelede geç kalındığı için büyük kayıplar verilmekte, askerler ve polisler şehit olmaktadırlar. PKK sivilleri kalkan olarak kullanmaktadır, şehirlerden kaçan sivilleri vurarak öldürmektedir. Artık Türkiye Cumhuriyeti, kendi şehirlerini kurtarma mücadelesi vermekte, Diyarbakır, Hakkari ve Şırnak’ta tam bir iç savaş yaşanmaktadır. Bu arada PKK’lı teröristler kütüphanede ders çalışan çocukları molotof kokteyli atarak yakmaya çalışmış, onlarca okulu ateşe vermiş, hastanelere, evlere, ambulanslara saldırmışlardır. NEDEN? Çünkü terör örgütünün acıması yoktur ve işte bu yüzden de onlarla masaya oturulmaz. Bana kalırsa bütün “akil adamlar” şu anda güneydoğuya gönderilmeli ve PKK’lıların açtığı savaş hendeklerini kapatmakla görevlendirilmelidir.
Bu arada Suriye ve Rusya tam bir kararlılıkla terör hedeflerini teker teker yok ediyorlar. Suriye, şu anda Dünya tarihin dönüm noktasında yer almaktadır. Şayet Suriye’deki terörle mücadele kaybedilseydi, hem Suriye hem Irak tamamen yıkılacak, hatta İran ve Türkiye’de bu karışıklıktan nasibini alacaktı. Tabloya geniş bakınca ülkemizin de yer aldığı bu coğrafyanın, daha beter bir duruma düşmesi en azından şimdilik durdurulmuş görünüyor. Bu arada Rusya’ya rol kaptırmak istemeyen Batılı devletler, şimdiye kadar kışkırttıkları terörle adeta mücadele ediyor gibi görünüyorlar. Çünkü Rusya’nın müdahalesiyle, bölgede istikrarın en kısa zamanda sağlanması, 2015’te doruk noktasına çıkan büyük GÖÇ dalgasının da belini kıracaktır. Zaten Avrupalı devletler ve ABD’nin bakış açısını değiştiren şey de kafası kesilen gazetecilerden ziyade, bu büyük GÖÇ dalgası olmuştur.
Türkiye ve Rusya açısından siyasi ilişkilerin bozulması iyi olmamıştır. Elbette ki her hangi bir ihtilafta biz kendi ülkemiz olan Türkiye’nin yanında yer alırız. Ancak bu anlaşmazlığın temelinde sadece Rus uçağının düşürülmesi değil, daha en başından Türkiye’yi temsil eden Cumhurbaşkanı R.Tayyip Erdoğan ile Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin’in Suriye krizine taban tabana zıt noktalardan bakıyor olmaları vardır.
Türk halkı şimdiye kadar komşularıyla barış içinde yaşamıştır ve Suriye ya da Irak bataklığında bir savaşa girmeye karşıdır. Daha kendi içindeki PKK terörünü bitiremeyen Türkiye, AKP öncülüğünde bir maceraya sürüklenmiş, dış politikadaki itibarı zayıflamıştır.
Oysa ki ATATÜRK’ün bu coğrafyaya armağan ettiği bir incidir Türkiye Cumhuriyeti. Batılı devletler tarih kitaplarına koymasa da Çin gibi sayılı devletlerde Türkiye’nin Kurtuluş Savaşı ve Atatürk ders kitaplarında okutulmakta, Atatürk’ün yaptığı devrimler anlatılmaktadır. Tarih elbette ilerideki yüzyıllarda bu büyük devlet adamını ve onun kurduğu güzel ülkeyi, büyük bir teveccühle anacaktır.
Cehaletten sıyrılıp, aydınlığa çıkabilecek miyiz? Nobel ödüllü Türk profesör Aziz SANCAR gibi bilim adamlarından daha çok çıkaracak mı Türkiye? Nankör olmadan, tıpkı Aziz SANCAR gibi, kendilerine verilen bu imkan için, ATATÜRK’e müteşekkir olacaklar mı? Bilemiyoruz. Belki de olacak… Belki de günün birinde, etrafımızdaki kanlı Arap topraklarına baktığımızda ne diyeceğiz? “Biz cennet gibi bir vatanda yaşamışız aslında” diyeceğiz. Bundan emimim…