Hep deriz ya; “bir başkadır benim memleketim!”. Hakikaten doğudan batıya, kuzeyden güneye her bölgesi bir başka güzeldir, Türkiye’mizin. Taşı toprağı, tozu yaprağı, suyu ırmağı, bulutu güneşi, dağı ovası, kısaca her şeyi güzeldir. Öyle ki kadim kültürümüzün ve büyük medeniyetimizin izleri, her zerresine, her canlısına sabırla nakış gibi işlenmiştir. Ne mutlu ki hala geçmişi bugün yaşayabildiğimiz her bölgede bin bir kültür abidesi olarak yükselen değerlerimiz var...

Geçtiğimiz yıl düzenlenen Uluslararası Kırsal Turizm Kongresi tamamlandıktan sonra zaten her yeri bir açık hava müzesi olan güzel Bursa'da kadim tarihe yolculuk etmeye karar verdim ve yola koyuldum.

İstikamet 2014 yılında UNESCO Dünya Mirası kapsamına 700 yıllık bir Osmanlı köyü olan Cumalıkızık köyüydü. Oğuzlar’ın Kızık boyu tarafından kurulan Cumalıkızık köyü Osmanlıların Bursa tarafına geldiklerinde ilk Osmanlı yerleşim yerleri arasındaydı ve halen 200 kadarı sağlam olmak üzere 300 kadar geleneksel Osmanlı evi ve tarihi yapılarıyla, kırsal peyzajı, yerleşim dokusu, yapı mimarisi ve yaşam biçimiyle birlikte muhteşem bir güzellik sunuyordu.

Kah evleri birbirine bağlayan dar sokaklarında dolaşarak, kah bir evin cumbasında oturup pencersinden taş döşeli yollarına bakarak, kah evinin önünde veya şadırvanda oturan küçük büyük Cumalıkızık’ın güzel insanlarıyla sohbetler yaparak günde geçmişi içimize çektik. Kadim kültürü bugüne taşıyan ve yaşayan Cumalıkızık her türlü övgüyü hak ediyor...

Kır kıymet bilir, değer korur!

Kır genel olarak tarımsal üretim faaliyetin yaygın olarak yapıldığı ve gıda üretiminin ağırlıklı olduğu alanlardır. Bir üretim ve yaşam alanı olarak tarım; kırsal alanda sosyolojik ve iktisadi bakımdan büyük etkiler yapar. İş ve aile yaşamının birlikte yürütüldüğü tarımsal işletmelerin sosyo-kültürel, ekonomik ve çevresel yönleri büyük önem arz eder. Bununla birlikte kırsal alan hemen bütün toplumlarda; söz konusu toplumun geleneklerinin, örf ve adetlerinin, kültürel unsurların, topluma ait geleneksel değerlerin korunduğu yaşam alanlarıdır(Özçatalbaş, 2016).

Geleneksellik; geleneğe dayanan, gelenekle ilgili olan, ananevi olma durumunu ifade etmekte iken, modernleşme çağdaşlaşmayı, çağın güncel değerlerini benimsemeyi, miras ise bir neslin kendinden sonra gelen nesle bıraktıklarını ifade etmektedir(TDK, 2016). Buna göre geleneksellik ile kırsal yaşam ve kırsal miras arasında yakın bir ilişki olduğu söylenebilir. Çünkü geleneksel değerler kırsal yaşamda hayatiyetini kentsel yaşama göre daha güçlü bir şekilde devam ettirmektedir. Bir önceki kuşaktan alınan değerler kırda daha güçlü şekilde değer görmekte ve yaşatılmaya devam etmektedir. Kuşaklar öncesinden bugüne olgunlaşarak ulaşan değerler ise kırsal mirasın temelini oluşturur.

İktisadi bakımdan gelişmiş ülkelerde kırsal alanda yaşayan nüfusun %5’lerin altına düşmesi kırsal alanda yaşatılan yerel değerlerin çok daha önemli hale gelmesine yol açmış ve başta gelişmiş ülkelerde olmak üzere yerel değerler önemsenmeye başlamıştır. Öyle ki örneğin Avrupa Birliği ortak tarım politikasının temel alanlarından biri olarak “kırsal mirasın korunması” konusu öne çıkmıştır. Konu bu kadar önemli hale gelince yerel değerlerin korunmasına yönelik politikaların geliştirilmesi de kaçınılmaz olmuştur(Özçatalbaş, 2016). Bu çerçevede kırsal alan geleneksel değerlerin gelecek kuşaklara aktarılması bakımından önemli bir kaynak durumundadır.

Buna göre yüzlerce yıldan beri toplumun yaşantılarıyla ortaya çıkardığı değerlerin korunarak gelecek kuşaklara aktarılması konusu dünden daha fazla bugünün, bugünden daha fazla geleceğin konusudur. Bu bakımdan toplumu değerli kılan ve toplumsal yaşama değer katan geleneksel değerlerin korunması üzerinde önemle durmak gerekmektedir(Özçatalbaş, 2016). İşte görüldüğü gibi “kır değer koruma ve aktarma işleviyle” son derece önemlidir ve bu kapsamda Cumalıkızık köyü örneği üzerinden korunması gereken köylerimiz üzerinde titizlikle durulması gerektiğini belirtmek gerekir ve kıra ve kır kültürüne gereken değer verilmelidir.

Kültür hayattır, kır ise kültürün beşiği!

Kültür öyle bir şey ki; bir bakıma su gibidir elle tutulmaz, lakin içildiğinde hayat, yaşandığında haz verir, filiz verir...

Bu çerçevede bir Osmanlı güzeli olan Cumalıkızık’ın üzerimizde bıraktığı etkiyi ve izlenimlerimizi kısaca paylaşalım!

Köşe başında cumbalı ahşap bir ev var! nasıl da içten gülümsüyor, yanında ki de öyle, öncesindeki de cumbalı ve çocuk sesleri koşuyor dışarıya, ve birkaç hane sonrasında belli ki taş plak olmasa da Tanburî Cemil Bey’in Mahur Peşrevi icra ediliyor, notalar sıra sıra yükseliyor ahşap işlemeli pencereyi kaplayan dantelli perdelerden süzülerek semaya...

Taş döşemeli dar sokakları bir at arabasının geçebileceği genişlikte ve 700 yıl öncesine ait ne varsa hepsi yerli yerinde, sessiz veya sesli selamlıyor gelen geçenleri… Yürüyoruz ve…

  • Köşe başındaki cumbalı ahşap evin büyük çift kanatlı ahşap kapısının önünde sanki yedi yüz yıldan beri oturmaya devam eden ve aleykümselam diyerek “selamı yere düşürmeyen” asırlık nur yüzlü Emine anneye;
  • büyüklerinden aldığı kültürel mirası özenle hazırladığı erişteye, tarhanaya işleyen kıymetli Hacı Fatma ablaya;
  • narin el işi örgüsünü sevgiyle, göz nuruyla ilmek ilmek dokuyan eli öpülesi, duası alınası Ayşe nineye;
  • kestane ağaçlarının gölgelediği “tatlı yeşil” renkli ahşap tavanlı, ayaklı saatli Cumalıkızık Camii şadırvanında demli bir muhabbete koyulmuş aksakallı Emin Amcaya, vakur Hüseyin babaya;

  • dükkan önünde oturmuş sohbetin içine kırk yıllık dost gibi hemen çekiveren, çay içer misin? diye sormadan hemen çay söyleyen “insanı yaşatmayı, yaşamaya tercih eden” Alperen Ertuğrul Gazinin oğlundan adını almış Osman beye ve adaşım Orhan beye;
  • “Kınalı Kar” dizi filmi çekimlerine ev sahipliği yaparak ünlenmiş ve geleneksel lezzetleri misafirleriyle paylaşan mütevazi Bünyamin kardeşe;
  • farkında olmasa da yedi yüzyıl önce Oğuz Kızık boyu olarak Anadolu’nun farklı mecralarına yerleşmiş ve 1970'lerde tekrar akrabalarıyla buluşmuş ve “hiç olmasa uğra bir çay içimi de olsa bey oğul” diyerek evine davet eden hoş sohbet Çorumlu Mehmet amcaya;
  • sol yanına doğru eğilerek minik bir köpekçiğin başına başını koymaya çalışan en gürültücü hayvan severden ve en ateşli çevreciden, daha samimi olan dört yaşındaki küçük Alp Ahmet'e;
  • eğimi ortaya verilmiş taş döşeli sokağında bir dere gibi sürekli akan suyun üzerinde kağıttan gemiler yüzdüren güleç yüzlü miniklere;
  • yedi yüzyılın bilgisini aktarmak için yarışan candan köy sakinlerine ve müze görevlilerine;
  • kadim kültürümüzden akıp gelen değerleri tutum, davranış ve hayat biçimine yansıtmış ve bugüne ulaştıran tüm kıymetli şahsiyetlere selam olsun…
  • Köy girişinde üniversite öğrencisi oldukları anlaşılan ve yaptıkları pop müzikle gelenleri karşılayan, muhtemelen icra etmeseler de öz musikilerinin tınılarını yüreğinde hisseden dört gence, yine iç sokaklarda “Çanakkale içinde vurdular beni…” türküsünü gitarla icra eden üç gencimize de selam olsun.

Ne mutlu ki; bir selam verdik, bin selam aldık, bir ses verdik bin ses geldi, ecdadı saygı, sevgi ve rahmetle andık, hafizaya kayıtlı, ruha işleyen bir güzel yaşantı oldu.

Seyahat tamamlandı lakin gönlümüz kadim Bursa’da güzel Cumalıkızık'ta kaldı..

Son söz olarak; “Cumalıkızık sadece bir mekan, bir yerleşim alanı değil!” geride bıraktığımız bin yıla dair herşeyi ifade ediyor! Bu şekilde kadim tarihimizle buluşan her mekan ve oba için aynı düşüncelere sahibiz ve yazabildiğimiz kadar bunu ifade etmeye devam edeceğiz…