Sanıyorduk ki eskisi gibi olacak her şey: Sokaklarda pankartlar, bayraklar, anons araçları. Gürültü kirliliğinin kulakları sağır eden sarhoşluğuyla yerel seçimler 30 Mart’ta olacak ve bitecekti karmaşa. 
Geçen hafta Ergenekon tutukluları salıverilmeye başlandı. İlker BAŞBUĞ çıktı, mutlu olduk. Doğu PERİNÇEK çıktı, yine mutlu olduk. Mehmet Ali ÇELEBİ çıktı, “nihayet” dedik, nihayet haksız yere yatan insanlar özgürlüklerine kavuşuyor. Hepsi teker teker çıkıyor artık zindanlardan…
Onlar çıkarken gerçek katiller de çıkmaya başladı. Ergenekon’u “terör örgütü” yapmak için bu davaya yamadıkları, o vahşet davalarının sanıkları da çıkmaya başladı. Hrank Dink cinayetinin azmettiricisi çıktı önce. Sonra Zirve yayınevindeki boğaz kesen katiller de çıktı. Ve ardından Danıştay başkanını öldüren katilin tahliye kararı çıktı. Yani sahte delillerle içeri atılan masum insanlar ile suçu ispatlı katiller aynı anda salıverildi. 2011’de insanları domuz bağıyla mezara gömen Hizbullahçılar da güle oynaya çıkmışlardı, ardından kayıplara karıştılar. 
Ancak ve ancak geçtiğimiz hafta vicdanlarımızdaki kanamayı had safhaya çıkaran bir olay yaşandı; Berkin ELVAN’ın ölümü. 14 yaşındayken Gezi Parkı eylemlerinin en küçük yaralısı oldu. Sekiz ay boyunca komadaydı, insanlar ona destek olmak üzere, bu süre boyunca yattığı hastanenin önünde nöbet tuttular. Acılı ailesinin çektiği sıkıntının boyutunu ölçmemiz bile mümkün değil. Berkin’in ölümüne az kala 16 kiloya düştüğü açıklandı, artık ümitler tükeniyordu. Ve küçük Berkin, o yüzündeki çocuk saflığıyla gülümserken kaldı tarihin sayfalarında… İşte bu ölüm, bütün o gündem maddelerini aşağı çekti ve hepimizi buraya kilitledi.
Geçtiğimiz ocak ayında, komadayken girmişti 15 yaşına. Hastaneye gelip balonlar uçurarak kutlamak istediler. Ve kutladılar, internette adına şarkılar söylediler, yazılar yazdılar ve acılı ailesine güç verdi insanlar. Ancak Berkin’in vücudu taşıyamadı bu ağır yükü, veda etti Dünya’ya geçtiğimiz hafta. 
Öylesine saf, masum, kara kaşlarıyla, kırmızı şapkası ve eşofmanıyla kaldı belleğimizde. 
Bir milyonu aşkın insan katıldı cenaze törenine. İnsanlar hem üzgün, hem de öfkeliydiler. Gezi’yi dağıtma emrini veren Başbakana özellikle. Masum evladını kaybeden anne, “oğlumun katili Tayyip Erdoğan” demişti. Acılı bir anne, bu toplumun hoşgörüsünde her şeyi söyleyebilirdi. Zaman zaman şehit aileleri de buna benzer ifadeler kullanmışlar, sorumlu olan devlet yetkililerini suçlamışlardır. Ancak şimdiye kadar hiçbir devlet yetkilisi o acılı aileye cevap dahi vermemiş, bilakis ölene Allah’tan rahmet dilemişlerdir.
Tarihte ilk defa Tayyip Erdoğan isimli bir Başbakan çıktı ve acılı annenin ölen oğluna “terörist” yaftasını taktı. Talihsiz şekilde hayatını kaybeden çocuk yaştaki Berkin’in ailesini Gaziantep mitingindeki AKP seçmenlerine yuhalattı. Buradan o yuhalayan kitleye de, yuh’larını iade etmek gerekir. Demek ki vicdansız bir adamın huzurunda, onlar da vicdanlarını yitirmişler. Üstelik bu toplumun değerlerini zerre kadar taşımıyorlarmış. Demek ki koyunluktan öte meziyetlerin, onlar için bir değeri yokmuş…
Olaylı oldu Berkin’in gidişi, hem de çok. Derin izler bıraktı. Daha cenazesi soğumadan, aynı akşam çıkan olaylarda iki kişi daha hayatını kaybetti. Okmeydanı’nda bir provokasyon olacağı duyumu devlet yetkililerince, AKP yayın organı gazetelerce ve CHP genel başkanı tarafından dillendirildi ve olan oldu. Ne hikmetse elektrikler kesildi ve kendilerine “ülkücü süsü” veren, AKP yandaşı “Kasımpaşa 1453” isimli grupla Berkin’in ölümüne tepki gösteren diğer grup karşı karşıya geldi. Bu defa 22 yaşındaki Burak Can öldü. Bir arkadaşının söylediğine göre Burak’ın bu iki grupla da alakası yoktu ve arada kalarak can verdi. Her yerde fazla mesai yapan polis, o gece olay yerine 3 saat geç gitti. Garip bir şekilde olayı hemen DHKP-C üstlendi. 
Ardından Başbakan denilen zat, Burak Can’ı şehit ilan etti. Küçük Berkin’i ise terörist ilan edip her zaman yaptığı gibi toplumu kamplaştırmaya çalıştı. En umulmadık hareket, Berkin’in babasından geldi ve Burak Can’ın babasını arayarak başsağlığı diledi. İki baba yakında görüşecekmiş, takdir edilecek davranışlar bunlar. 
Ve acılı babalara bir yenisi daha eklendi. Tunceli’de çıkan olaylar neticesinde Burak’la eş zamanlı olarak vefat eden polis memuru Ahmet Küçüktağ’ın babası. O da itidal çağrısı yaptı. Diğer bütün ölen çocukların kendi evladı olduğunu söyledi, başka canlar yanmasın dedi. 
Bu arada Tunceli’de ölen polis memurunun, Tayyip’in sürgün listesindeki polislerde biri olduğu ve aslında kalp hastası olduğu söylendi. Düşünün, kalp hastası bir polis memuru, zırhlı aracın içine oturtuluyor ve olayların içine yollanıyor. Ve polisin attığı biber gazı, yine polisi öldürüyor. Zaten bundan önceki görevi masa başındaymış, belli ki ciddi hatalar var bu işte. 
Evladını kaybetmiş babaların, toplumsal barış için verdiği mücadeleye ve asalete bakar mısınız? Bir de Başbakan denilen zatın toplumu her gün geren, zıvanadan çıkaran, sinir sistemlerini bozan açıklamalarına bakınız. Devlet Bahçeli bir süre önce “Başbakan akıl sağlığını kaybetmiştir” dediğinde, sanıyorum herkes durumun vahametini anlamıştı. Ancak ne fayda ki görev yapamayacak durumda olan Başbakan, sağlık sorunlarına aldırmadan ülkeyi adeta felakete sürüklüyor. Bu karışıklık içinde Doğu ve Güneydoğu neredeyse elimizden çıkmış vaziyette…
Berkin ELVAN, güle güle git uzak diyarlara. Sen insanlığını unutmuş olanların dünyasında bir anlam bırakarak gidiyorsun. Ve biliyor musun? Her şeyin önüne geçti senin gidişin. Çünkü birbirini tanımayan, belki de farklı bakış açıları olan “üç babayı” da birleştirdin sen. Sana ve Gezi direnişinde yitirdiğimiz gençlere acımayanlara bile ders verdi senin gidişin. Bilyelerinle oynamayı da unutma sakın. Hoşçakal ÇOCUK…