Lider olmakla, olmaya çalışmak arasında fark vardır. Tarihe başarılı bir lider olarak geçmekle, tarihin bataklığına gömülmek başka şeydir. Dünya tarihi, kendine aşırı özgüven yüklenip sonunda dibe vuran, donanımsız ve yetersiz siyaset adamlarıyla doludur. Ve tarih boyunca onların hırsı yüzünden, milyonlarca insan savaşlarda ölmüştür.

İnsanlık tarihine altın harflerle kazınan liderlerin ortak noktaları şahsiyetli, cesur, öngörü sahibi olmalarıdır. Toplumu yönetirken, insani değerleri ve adaleti ön planda tutmuşlardır. Gerektiğinde halkla omuz omuza savaş meydanına inmişler, ölüme meydan okumuşlardır. Ama bu mücadeleyi bir sebebe dayandırmış, geleceğe dair bir ideolojik hedef koymuşlardır. Bu hedef genelde bireylerin daha insani, eşit ve özgür koşullarda yaşamasını sağlamaya yöneliktir.

Liberdator (kurtarıcı) lakabıyla tarihte yer alan devrimci lider Simon BOLİVAR, Güney Amerika’da İspanyol sömürgesine karşı tam bağımsızlık mücadelesini başlatmıştı. Bolivar, bu mücadelede en önemli unsurun birlik-beraberlik olduğuna vurgu yapıyordu. Parçalanmanın, toplumundaki köleliğin sürmesi anlamına geleceğini söylüyor ve halkı bu yönde örgütlüyordu.

Mücadeleden sonuç alınmaya başlandığında, en önce kendi yol arkadaşları tarafından sırtından hançerlendi. Herkesin mevki sahibi olmak istediği geniş topraklar, ancak Bolivar’ın ölümüyle parçalanabilirdi. Suikast, hastalıklar ve şüpheler… 1830’da hayata gözlerini yuman Simon Bolivar, Latin Amerika’da enternasyonalizmin temelini atmıştır. Irk ayrımı gözetmeksizin insanların eşitliğine dayalı bir siyasi sistem olan Bolivarcılık, bugün bile kendisine zemin bulmaktadır.

Evet, 190 yıl önce hayata gözlerini yuman Bolivar’ın savaşmak için bir sebebi vardı. Sonuçta, Güney Amerikalılar İspanyol sömürgesinden kurtuldular.

Ve yıllar sonra Afrika… Güney Afrika’da özgürlük mücadelesi veren Nelson MANDELA’nın da bir sebebi vardı. Irkçılıkla mücadelenin sembol ismi olmuştu. Sonuçta, zenciler kendi topraklarında eşit haklara sahip olabildiler.

GANDİ’nin de Hindistan’da bir mücadelesi vardı, İngiliz işgaline ve sömürüsüne başkaldırıyordu. Her ülkenin kendine has bir mücadele yöntemi vardı. Gandi, barışçı mücadeleyle dünyaya haklılığını ispatladı. Ancak bütün Hindistan hayali gerçekleşmedi, Müslümanlar ayrıldı ve Pakistan kuruldu. Sonuçta, Hindistan bağımsız oldu. Pakistan ise malum, cihatçı teröristler cirit atıyor.

Ve ATATÜRK’ün Kurtuluş Savaşı başlatmasının bir nedeni vardı. Osmanlı Devleti zayıflamış, hatta devlet diye bir şey kalmamıştı. Balkanlarda, Afrika’da çok büyük toprak kayıpları yaşanmış, nihayetinde Anadolu işgal edilmişti. İstanbul işgal edilmiş, İzmir işgal edilmişti…

Dönemin emperyalist devletlerine karşı Anadolu’da destansı Kurtuluş Savaşı’nı başlatan Mustafa Kemal ATATÜRK, bu başarıyı Cumhuriyet rejimiyle taçlandırmıştı. Çünkü sadece savaşı kazanmak yetmezdi. Devamı daha da önemliydi: Modern, akla ve bilime dayalı bir medeniyet kurmak…

Ömrü cephelerde geçmiş olan Atatürk’e göre; “Meşru müdafaa olmadıkça, her savaş bir cinayettir.” Ancak zorunlu olduğunuzda ve canınıza kastedildiğinde savaşmak için geçerli bir nedeniniz olur. Bu nedenle Türkiye’nin dış politikası Atatürk’ün “yurtta sulh, cihanda sulh” ilkesine dayandırılmıştır.

Türkiye’nin şu anda Suriye’de savaşa girmek için geçerli ya da mantıklı bir sebebi yoktur. Görünen o ki İdlib’de sırf tarih sayfalarında kendine yer açmak için macera peşinde koşanlar, tarihsel donanımdan yoksundur. Bu ülkenin vatansever insanları, kısa süre önce Türkiye’nin güneyinde “güvenlik koridoru” oluşturulması için gerekli desteği devlete vermişlerdir. Ancak sonrasında ne Libya’ya ne de Suriye’nin İdlib şehrine yapılan harekatın desteklenir tarafı yoktur.

İdlib’de bir gecede 33 şehit asker haberiyle Türkiye sarsıldı. Ardından şehit sayısı artmaya devam etti. Tek başına iktidar olan Tayyip Erdoğan, bir fanusun içinde yaşamaya devam etmektedir. Devletin mahrem meselelerini bile mitinglerde konuşmakta, uluslararası pek çok konuda muhalefetle ters düşmekte ve her türlü eleştiriyi reddetmektedir. Dünya liderleriyle yaptığı ve muhtemelen gizli kalması gereken telefon konuşmalarını bile televizyon ekranlarından duyurmaktadır.

İdlib’deki yıkımın ardından Türkiye göçmenlerin Avrupa’ya geçişini engellemeyeceğini duyurdu. Binlerce göçmen Yunanistan, Bulgaristan ve Ege’den Avrupa’ya geçmeye çalışıyor. Yine insan kaçakçıları devrede… Yine ölümler yaşanıyor göç yollarında…

Sonuçta, 2011’den bu yana izlenen yanlış Suriye politikası nedeniyle güneydeki komşularımızla ilişkilerimiz bozuldu. Rusya ve İran zaten baştan beri Suriye’nin yanındaydı. ABD’nin sınır hattından çekilmesiyle beraber, Türkiye sınır komşularıyla karşı karşıya geldi. Irak zaten parçalanmış vaziyette. Suriye hava sahasını Rusya kontrol ediyor. İranlı silahlı gruplar Suriye lehine savaşıyor. ABD ve AB’nin Türkiye’ye konuşmaktan öte destek vermeyeceğinden emin olduktan sonra… Türk Askerleri sahada kalıyor… Ve bir de ucubeye dönüşen ÖSO militanları…

Dünya tarihine adını altın harflerle yazdıran liderler var; Bolivar, Gandi, Mandela… Ve Mustafa Kemal ATATÜRK var; adını bu coğrafyanın ruhuna kazımış, mazlum milletlere umut olmuş, yol göstermiş…

Bir de bataklıkta çırpındıkça batanlar var…