Çevrimiçi ortamda, Türkiye’nin farklı bölgelerindeki üniversiteler ile ilgili kurum ve kuruluşlardan uzmanların katılımıyla düzenlenen Ulusal Tarım ve Gıda çalıştayında, iklim değişikliği ve kuraklık bağlamında ulusal tarım ve gıda konusuyla ilgili sunumlar yapıldı.

Hitit Üniversitesi Alaca Avni Çelik Meslek Yüksekokulu Müdürü Doç. Dr. Güngör Karakaş, çalıştayda yaptığı konuşmada, Türkiye’nin karma iklim yapısına sahip olması nedeniyle küresel iklim değişikliğinden en çok etkilenecek ülkelerden biri olduğunu söyledi.

Türkiye’nin 51 milyon hektarlık arazisinin, kurak ve yarı kurak alan olarak değerlendirildiğini ifade eden Doç. Dr. Karakaş, şunları kaydetti:

“Türkiye’de 47 milyon insanın kuraklıktan doğrudan veya dolaylı olarak etkileneceği tahmin edilmektedir. Yine Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda artan su sorunlarının 2050 yıllarına doğru ciddi bir boyuta ulaşacağı ve Türkiye’nin su fakiri bir ülke olacağı ön görülmektedir.”

Kuraklıktan etkilenecek çiftçilerin, iklim değişimini doğru anlamaları gerektiğini vurgulayan Doç. Dr. Karakaş, şöyle konuştu:

“Çiftçilerimizin bu değişime adapte olmaları, onların direncini artırabilir.  Çiftçilerin değişen şartlara adapte olması bir yana, iklim değişikliğine uyum sağlayamayan bitkiler, hayvanlar, kuşlar ve böcek türleri bile yok olma tehlikesi ile karşı karşıya kalabilir. Değişime uyum için çiftçiler ürettikleri ürün desenini, ekim, dikim, hasat, gübreleme ve ilaçlama tarihlerinde önemli değişiklikler yapmak zorundadırlar. Yine çiftçiler ürünlerin gübreleme, ilaçlama, sulama miktarlarında da önemli değişiklikler yapmak zorundadır.”

Prof. Dr. Öztürk: “Türkiye’de daha önce tecrübe edilmemiş, doğa olaylarında farklılıklar yaşanıyor”

Çalıştayın açılışında konuşan Hitit Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Ali Osman Öztürk, hem iklim değişikliği hem su rezervlerinin etkin kullanımı hem de doğal şartların olabildiğince insani pozisyonda ve insani ihtiyaçlar bağlamında yeterli ve verimli şekilde kullanılabilmesi adına kuraklık konusunu ele alma vaktinin geldiğine vurgu yaptı.

“Türkiye’de iklim değişikliği bağlamında, çoğu bölgede daha önce hissedilmeyen ve tecrübe edilmemiş bir takım doğa olaylarında farklılıklar, aksamalar yaşanıyor” diyen Prof. Dr. Öztürk, şunları kaydetti:

“Tabi bu uzun vadede çok yönlü ele alınması gereken bir konu. Nereden başlamamız gerekiyor dersek, sanki iklim değişikliği konusu, kuraklık bahsiyle biraz kendini öne çekti. İklim değişikliği, ozon tabakası uzun yıllardır tartışma konusuydu. Paris Anlaşması, uluslararası düzeyde birtakım çalışmaların önünü açmaya çalışıyordu ancak sanayileşmeyle birlikte öne çıkan ülkelerin kullanmış oldukları farklı teknolojilerin, özellikle çevre dostu olmayan teknolojilerin 19. yüzyıl ve 20. yüzyılın ortalarına kadar çok yoğun şekilde dünyada oluşturmuş olduğu tahribatın ötesinde iklim değişikliği dediğimiz ve şu anda karşı karşıya olduğumuz bir konunun aslında bir şekilde hazırlanma süreci bile 1,5 asır sürdü.”

İklim değişikliği bağlamında ele alınması gereken öncelikli konulardan birinin su kaynakları olduğunu dile getiren Prof. Dr. Öztürk, şöyle devam etti: 

“Şimdi sektörel anlamda nasıl ki enerji paylaşımıyla ilgili üst düzey çatışma ve sorunlar yaşanıyorsa, su bahsinin de bu şekilde önümüzdeki yüzyılın belki de en önemli konusu olacağı yönünde ciddi tartışmalar başlamış durumda. Uluslararası düzey bağlamında bakarsak, farklı sorumluluklar ve yükümlülükler gerekmekte ancak, gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin açılmış olan refah seviyesi makasının açılması, bunu daraltmak üzere daha yüksek teknolojiye sahip olmadan orta düzey teknolojiyle doğaya verdiği tahribat devam etmektedir. Yeşil enerji ve yeşil üretimden farklı nedenlerle bahsediyorlar. O tecrübeyi dikkate almak gerekir ama bu konuların temelinde de gelir dağılımının, refah seviyesinin büyük etkisi var. Refah seviyesi düşük olan yerlerde, çevreyle ilgili sorunlar listenin sonunda yer almaktadır. Toplumlar, önce kendi varlığını idame etmek durumunda kalıyor.”

“İklim değişikliğiyle mücadele, uzun soluklu olmalı”

Prof. Dr. Öztürk, Türkiye’nin özellikle son çeyrek asırda ciddi mesafe alarak kendi kendine yetebilen ve kendi üretimi anlamında yerli ve milli imkanlarını değerlendirebilen yapıya gelmiş durumda olduğunu belirterek, şöyle konuştu:

“3 tarafımız denizlerle çevrili. Konum olarak iki kıta arasında geçiş güzergâhında bulunuyoruz. Mevsimsel anlamda, eşit takvimlendirilmiş şekilde, dört mevsimde yaşadığımız coğrafyadayız. Bu lokasyon aynı ama ne değişebilir? Kuraklık bağlamında bir kere makro düzeyde daha geniş perspektifte değişegelen nedir? Bunun tespiti gerekmektedir. İklim değişikliği, nasıl ki uzun vadede farklı farklı açılımlardan dolayı neredeyse iki asrı bulan değişim, insanoğlunun biraz doğal kaynakları dikkatsizce kullanmasıyla buraya geldiyse bundan sonra da olabildiğince nazik ve dikkatli şekilde, uzmanların görüşleri alınarak yerli yerince atılacak adımlarla bu süreci doğal ortamına yavaş yavaş taşıyacağımız ortada. Yani iklim değişikliğiyle mücadele, kısa vadeli, bir solukta bir değişimle, bir politika uygulamasıyla altında kalkılacak bir hal değil. Çok boyutlu, çok unsurlu bir yapı. İklim değişikliğiyle mücadele, uzun soluklu olmalı.”

“Alışık olmadığımız bir kuraklık dönemi karşımıza çıktı”

Türkiye’de son dönemde yaşanan kuraklık sorununa dikkati çeken Prof. Dr. Öztürk, sözlerini şöyle sürdürdü:

“Tarım alanlarında, üretim anlamında öne çıkan bölgelerimizde hiç alışık olmadığımız bir kuraklık dönemi karşımıza çıktı. Bu şartlarda uzun vadede iklim değişikliği ama kısa vadede kuraklıkla mücadele, yani kuraklık bağlamında iki şey üzerinde odaklanmamız gerekiyor diye uzmanlarımız belirtmiş ancak bu çalıştaylarla tabi ki bunu çeşitlendirerek, bir makro politika olarak ulusal politika, yerel politika olarak da her bölgenin kendi içinde değerlendirilmesi, yapılabileceklerinin bir faktör analizi olarak hangi faktörlere eğilmesi gerektiği, hangi paydaşların ne gibi rol alacağı, çiftçiden sivil topluma, sivil toplum örgütlerinden kurum ve kuruluşlara ve buna bağlı olarak entegre edilmiş tarladan satış noktalarına kadar gidebilecek birçok zinciri gözden geçirerek entegre bir model çalışılması gerektiği hususu ortada.”

Çalıştayda, Çorum ve bölgesi için özellikle dikkate alınacak hususların yanı sıra Türkiye sınırları bağlamında iklim değişikliğinin olası etkileri, bu meseleye dair çok yönlü ve aktörlü yapıda kimlerin nasıl rol alabileceği, çözüm önerileri getirme konusunda da hangi adımların atılacağına ilişkin paylaşımlar olacağını kaydeden Prof. Dr. Öztürk, “Bu tür çalıştayların sahaya yansıtılması gerekiyor. Suyu kullanan çiftçimizin, çiftçimize suyu kullanma imkanı veren yerel yöneticilerimizin, sivil toplum örgütlerinin ortak akıl geliştirerek su gibi kıymetli hazinemizin hem üretim alanlarındaki imkanlarını geliştirerek hem de ileriye dönük olarak atılacak tutarlı politikaların oluşturulması bakımından bir bütünlük arz edecek şekilde anlamlı yapıda ele alınması gerekir” ifadesini kullandı. 

Çalıştay, daha sonra Hitit Üniversitesi öğretim elemanlarının yanı sıra Kastamonu, Aksaray, Muğla Sıtkı Koçman üniversitelerinin de aralarında bulunduğu yurdun dört bir tarafından yükseköğretim kurumları ve ilgili saha kuruluşlarından uzmanların sunumlarıyla devam etti.