Osmanlı İmparatorlarını hasetten çatlatacak bir lüks içinde yaşayan bizim mütrefler, doymak bilmiyor. Bu fakir milletin parasını bin odalı saraylara, milyon dolarlık mersedeslere, uçaklara harcıyor.  Ankara’da ayrı makam, İstanbul’da ayrı makam… Şaşaanın sonu yok…
Görevi biten 11. Bile tarihi köşkten çıkmak bilmiyor. Milletin parası deniz, yemeyen domuz misali, yedikçe yiyorlar…
Bunlarda din, iman, Kuran sadece dillerinde; kalplerine işlememiş. Kalplerine işleseydi,  bu kadar israf karşısında Allah’a nasıl hesap vereceklerini düşünürlerdi. 
Ülkenin 3 milyona ulaşan işsizlerine ki gerçek sayının bundan fazla olduğu tahmin ediliyor, fabrikalar kurup, istihdam sağlayacaklarına, çılgın projelerle günü geçirme sevdasındalar.
İşsizlik fonu da dâhil olmak üzere milletin tüm parasal kaynaklarını çarçur ettiler. Bugüne kadar kaç tane fon ayrıldıysa hepsinin akıbeti meçhul oldu. Şimdilerde yeni bir fon peşindeler; Kıdem Tazminatı Fonu. İşçinin alın terinin üstüne oturacaklar… Bakalım bu fonlar hangi lüks sevdalara heba edilecek…
Madenciler hayatta kalsın diye yaşam odası yaptırmak yerine, paralar ayakkabı kutularında saklanıyor, bakan kollarında süs oluyor…
Ne zengin milletmişiz ki hem içeriden hem dışarıdan yiye yiye bitiremediler. O kadar çok para var ki bir türlü sıfırlanamıyor…
Bizim mütrefler aynı zamanda da ağaç katili çıktı. Nerede bir yeşil alan varsa orayı dümdüz ediyorlar. Hele de bu yerler Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile anılıyorsa, hiç affetmiyorlar. Araziyi gasp et, TOKİ’ ye ver, icabına baksın! Ya da cami diksin! Türkiye bitti, şimdi Küba’nın tepelerine göz diktiler; cami konduracaklar. Küba’da ki devlet, “muz devleti” olsa belki başarırlardı ama değil ne yazık ki!
Türk tarihini istedikleri gibi eğip bükmeleri yetmedi, bir de dünya tarihine bir el atalım dediler; işe Amerika’dan başladılar. Amerika’yı da Müslümanlar keşfetmiş! Hani utanmasalar elde kılıç “Allah, Allah” nidalarıyla Amerika’ya doğru uzanacaklar ama yemiyor işte!  Bir Muhteşem Süleyman’da yok ki bunları gaza getirsin!
Sahabesine su dağıtmakta olan İslam’ın o muazzez Peygamberi’ni tanımayan yabancı bir ülkenin elçisi, “Hanginiz Muhammed?” diye sorar. İşaret ederler; “İşte şurada su dağıtandır.”
Bin odalı Ak (!) Saray şerefimiz miş!
Tek bir oda da tahta bir yatağın üzerine serilmiş hasırın üzerinde yatan Hz. Muhammed Mustafa (S.A.V.) bunlardan daha mı az şerefliydi?    Her sabah o mübarek yüzündeki hasırın iziyle uyanan bu dinin Peygamberi’nin ümmeti olduğunu söyleyenler, bu gerçekleri bilmiyorlar mı?  “Şeref” denen kavram, ne zamandan beri bin odalı saraylarla ölçülür oldu?
Yoksa bizim mütreflerin anladığı “şeref” ile bizim anladığımız “şeref” aynı “şeref” değil mi?
Hasta ve ihtiyaç içerisinde olmasına rağmen, kendisine maaş bağlamak isteyen Ali Paşa’ya, “Ben bu fakir milletin parasını alamam” diyen Millî Mücadele Kahramanı Zenci Musa, “Biz maaş ve madalya için savaşmadık” diyen Çanakkale Kahramanı Seyit Onbaşı, kendisine bağlanan maaşı bir hayır cemiyetine bağışlayan Erzurumlu Kara Fatma, paltosu olmamasına rağmen ödül olarak verilen parayı kabul etmeyen İstiklâl Marşı Şairi Mehmet Akif Ersoy ve diğerleri daha mı az şerefliydiler?
Bin odalı saray devletin demirbaşıymış, daha sonra da millete devredilecekmiş! Ben de Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin bir ferdi olarak soruyorum; Atatürk Orman Çiftliğini tarumar ederken, bin odalı sarayı yaptırırken bana sordunuz mu? Benim onayımı aldınız mı?
Yüzde 50’ nin onay vermesi sizleri, İlâhi Huzur’a kul hakkı ile çıkmaktan kurtarmaz. Diğer yüzde 50’ ninde onayını almanız gerek. Oy verenler arasında vicdanı sızlayanların olduğunu da biliyoruz… Ama ne yapsın garibanlar, elleri mahkûm bir kere; ah bu yoksulluğun gözü kör olsun!
Önce millete yapılan tüm harcamaları gerekçeleri ile birlikte açıklayarak bu milletle helalleşmeniz gerekiyor. “Yok, biz hesabı Allah’a veririz” derseniz, bilin ki Ermenek şehidinin babasının ayağındaki o yırtık ayakkabıların bile hesabını veremezsiniz. On bir liralık lastik ayakkabı hediye etmekle, hesap vermekten kurtulacağınızı zannediyorsanız çok yanılırsınız!
Bir ülkenin şerefi, iktidarlarının sürdürdüğü lüks yaşam ile ölçülmez. Dağa taşa dikilen gökdelenler de şerefi temsil etmezler. Sütunlar üzerinde yükselen İrem Şehri’nin nasıl yerle bir edildiğini de düşünmek gerekir.
Bir ülkenin şerefi, halkının zenginliği, iktidarlarının fakirliği ile ölçülür. Zira böyle bir tablo sergileyen ülke tam bağımsız, bilimde, ilimde çağı yakalamış, adil bir hukuk düzeni sağlamış, sosyal devletini inşa etmiş, halkı refah içinde yaşayan bir ülkedir ve Saygın’dır!
Gerisi lâf-ü güzaftır.