Savaşa gidercesine “Allah Allah” nidalarıyla saldırıyor polisler gençlerin üstüne! Ne oluyor, kim kime saldırıyor? İnanılır gibi değil…
Ölen her gencin acısı bir ok gibi saplanıyor kalbimize, adeta dumura uğruyoruz. Yine mi diyoruz, hay Allah, nasıl olur diyoruz, haber bültenlerine kilitleniyoruz. Yani Halk TV, yani Ulusal Kanal. Diğerleri çoktan ölmüş zaten…
Doğuda, güneydoğuda binlerce askerimiz PKK kurşunuyla öldüğünde de aynısı oluyordu. Gencecik insanların ölümü ve 30’lu, 40’lı, 50’li yaşları göremeyecek olmaları derinden sarsıyordu beni. Bir daha sevdiklerine dokunamayacak, çocukları veya torunları olamayacak, arkadaşlarıyla gezemeyecek, çay içemeyeceklerdi mesela…
Mesela diyorum onlar ölürken, tepedekilerin çocukları ABD’de okuyacak, gemicikler satın alacak, genç yaşta şirketler kuracak, askere dahi gitmeyeceklerdi. Ve onların sevgilileri, çocukları, torunları olabilirdi. Dedeleri gibi ABD’de filan da okuyabilirlerdi.
Oysa ki ölenler derin bir manayla bırakıyorlardı bizleri, bir şeyler anlatmaya çalışarak. Ceplerinde beş kuruş paraları olmayan, işsiz çocuklar, öğrenci çocuklar. Ama hepsi de pırıl pırıl, okumuş, aydın, duyarlı ve “savaşa hayır” diyebilecek kadar onurlu insandılar.
AHMET ATAKAN: Hatay’ın 3.demokrasi ve barış şehidi, üniversite mezunu bir genç. Bir duvar yazısının önünde duran resmi ve duvardaki yazıyla hayata veda ediyor adeta: “Ne oldu lan… Büyük adam olamadıysak, hayallerimizi satmadık ya.” Belli ki delikanlı bir genç, heyecan ve gözü karalık var benliğinde ama elinde silah yok, molotof yok. Yine ölümünden önce attığı bir tweet: “Ölüm bizi çağırıyor, hoş geldi safa geldi… Diren ODTÜ… Lazkiye’de tecavüze uğrayan analar, kadınlar bizim analarımız bacılarımız, öldürülen çocuklar kardeşimiz, oğlumuz” diyor, sanki başına gelecekleri hissederek…
Daha yeni bir “gaz bombası kapsülü” delil olarak ortaya çıktı. Delillerin karartılmasından korkan mahalleli, önce Ahmet’in ailesine, oradan da CHP milletvekili Refik Eryılmaz’a teslim ediyorlar kapsülü ve ancak ondan sonra Cumhuriyet başsavcısına… Nedendir bilinmez, tek başına çıktığı bir çatıdan, fizik kanunlarını alt üst ederek düşüyor Ahmet. Kafalarda soru işaretleri bırakarak gidiyor ebediyete, tıpkı kendinden öncekiler gibi: mesela Abdullah Cömert gibi, Ali İsmail Korkmaz ya da Mehmet Ayvalıtaş gibi...Polis kurşunuyla vurulduğu apaçık belli olan Ethem Sarısülük’ün katili tutuksuz yargılanıyor. Babasıyla yapılan bir röportajı okuduğumda gözyaşlarımı tutamamıştım. Anne-babaları için dayanılmaz bir acı olsa gerek…
Mısır’da ölen kıza ağlayan Başbakan Tayyip, yine öfke duyuyor sokak hareketlerine, Amerikalı polislerin sertliğini örnek veriyor, sokaktaki halk hareketine katılanların isyan ettiklerini söylüyor, kendini kuklalarına alkışlatıyor. Bir kelime bile etmiyor hayatını kaybeden Ahmet Atakan için ve dahi gözyaşı da akmıyor öfkeli suratından. Yine o sinirli ses tonuyla bağırıp çağırıyor, korkutucu yüzüyle öfke saçıyor. İnsanlık namına tek bir kelime yok ama yine alkışlıyorlar bu bağırtıyı, tıpkı diğerleri gibi.
İçişleri Bakanı Muammer Güler teşhisi önceden koymuş, çatıdan kendi kendine düştüğünü söyleyip duruyor…
Öyle veya böyle artık yok Ahmet. Onun ve diğer gençlerin ölümünden bu takunyalı, bu Rabiacı, bu anti-laik, bu savaş kışkırtıcısı, bu diktatör “ampul kafalar” sorumlu değil mi yani? Mısır’da, Tunus’ta, Yemen’de, Libya’da ve Suriye’de aklını El-Kaide bozuntularına satmış gerici, yobaz, molla takımını destekleyerek terörizme destek olanlar, “halkın sesine kulak verilmeli” diyerek sözde demokrasi çığlıklarında boğdular aydınlığı, adına da “Arap Baharı” dediler. Kendi halklarının sesine kulak tıkadılar, biber gazlarına boğdular, kimyasal tazyikli sularla ve polis coplarıyla yaraladılar, öldüresiye dövdüler.
Mısır’da Mursi denilen sapık, 9 yaşındaki kız çocuklarını evlendirmeye kalktı, o da yetmedi ölen eşleriyle 8 saatlik cinsel ilişkinin yolunu açacak kanun çıkardı. Adam daha gelir gelmez maskesi düştü, yani bizimkiler gibi sabretmedi.
“Uyanın! Ahmet’i de öldürdüler” manşetli Cumhuriyet gazetesinden bir haber: Yemen’de 8 yaşında bir kız çocuğu kendisinden 40 yaş büyük bir adamla evlendirildiği gece, iç kanamadan öldü…
Aynı gazetede Türkiye’den bir haber: Sakarya’da 14 yaşındaki kız çocuğuna cinsel istismarla suçlanan 34 kişinin yargılanmasında, polis müdürünü savunan İsmail Gürses isimli avukat bozuntusu şöyle diyor: Müslüman ülkede yaşıyoruz Cumhurbaşkanı dahil küçük kızlarla yapılan birçok evlilik var.”
Bunlar insanın tüylerini diken diken ediyor. Ve bir kez daha anlıyorum kadın olarak ATATÜRK’e ne çok şey borçlu olduğumuzu. Zira sapasağlam attığı Cumhuriyetin temelleriyle ölümünden sonra dahi çoğumuzu kurtarabilmiş, en azından yasal olarak eşit ve insanca yaşayabileceğimiz bir zemin oluşturmayı başarmıştı. Aksi halde hepimiz Yemen ya da Afganistan’daki bir kız çocuğu gibi inanılmaz acılar yaşayabilirdik.
Türkiye’de sokaklar ayakta: İstanbul’da, Ankara’da, İzmir’de, Hatay’da insanlar huzursuz. Suriye’yle savaşa hayır, ODTÜ’lü öğrencilerin mücadelesine destek, bir de Gezi ruhuyla yerleşen “diktaya hayır” eylemleri ucu açık bir yöne doğru gidiyor. Ya Tayyip Hükümeti’nin düştüğü komik duruma ne demeli? Dünya’yı savaşa ikna edemeyen AKP Saltanatı Bülent Arınç ağzıyla konuşuyor: “Maalesef savaş yok”…
Obama bizimkiyle ipleri koparmış, Putin “barışçı siyaseti ve müzakeredeki başarısıyla” Dünya’nın zirvesine oturmuş durumda. Bizim ampul kafalar hala “kimyasal silahlar” yüzünden Esad’ı suçluyor ama birkaç gün önce Adana’da El Nusra hücre evinde SARİN gazı bulundu. El Nusra’yı besleyenler de bizimkiler. Adana Emniyeti görevini yapmış, konuyu adalete teslim etmiş. Fakat sonra ne olmuş? Yandaş adalet yakalananları serbest bırakmış. Yandaş Star Gazetesi ne yazmış? Güya El Nusra bu gazları Esad için yapmış. Komediye bakar mısınız? Yahu El Nusra’nın Esad’a karşı savaştığını bütün Dünya biliyor, bu kadar yalan-dolan haberi, bu kadar çarpıtmayı nasıl yapıyorsunuz? Bu kimyasalların çok daha farklı ve Esad’ın elinde olmayan malzemelerle üretildiğini Vladimir Putin G-20 zirvesinde bir raporla diğer ülkelere sundu. Yani kimyasalları muhaliflerin patlattığını ispatladı. Obama Temsilciler Meclisini bile toplayamadı.
Bu arada Amerikan halkı da savaş karşıtı eylemlere hız verdi. Önce John Kerry’nin arkasındaki eylemciler “kanlı el protestosu” yaptılar. Ardından Madonna gibi sanatçılar ABD’nin Suriye’den elini çekmesi için devreye girdi. Güya John Kerry gaf yaptı: Esad kimyasalların kontrolünü BM’ye devrederse askeri müdahale olmaz, dedi. Birden herkes “barışçı müzakere” yolunu seçiverdi. Oysa Obama-Putin ikilisi, G-20’de çoktan işi bitirip Tayyip’i orta yerde bırakıvermişlerdi. John Kerry gibi adamlar, Tayyip gibi bir basın toplantısında ağızlarından bir şey kaçırıp pot kıracak adamlar değiller. Her işi planlı yaparlar. Besbelli ki ABD geri adım atmanın yolunu bu şekilde buldu ve işin içinden sıyrıldı.
Olimpiyatlarda yediği darbe bir yandan, Suriye’deki savaşsız çözüm sürecinde yediği tekme diğer yandan. Ancak ekibi onun arkasında: Ağzı bozuk spor bakanı “kınacı” Suat Kılıç ile onun kankası küfürbaz Melih Gökçek ve Başbakan için ölmeye hazır öfkeli suratlı “gazeteci kovduran” Yiğit Bulut var yanında. Bir de savaş olmadığı için üzülen Bülent Arınç ile Ahmet Davutoğlu…Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hiçbir hükümet, ülkeyi bu denli bir sorumsuzluğun ve tehlikenin içine düşürmemişti. Devletin ve insanların onuru bu kadar ayaklar altına alınmamıştı. Devlet kurumlarının büyük çoğunluğu artık imamlar tarafından idare ediliyor. Liyakat büyük ölçüde kaybolmuş, önemli mevkileri cemaat militanları ele geçirmiş ve istedikleri gibi at koşturuyorlar. Halkın büyük bölümü endişeli.
Ne yazık ki Fethullah denilen bir Amerikancının elinde oyuncak olmuş devlet kurumları. Sen git Cem Vakfı başkanı İzzettin Doğan ile birlikte Cami-Cemevi projesine giriş. Alevilerin hiçbir haklı talebi kabul görmezken, cemevlerine yasal statü bile verilmezken, İzzettin Doğan ile Fethullah Gülen birdenbire aynı bahçeye cemevi yapmaya karar veriyorlar. Yani Alevilere ve bölge halkına hiç danışmadan, yani tıpkı Gezi Parkı’ndaki gibi. Tuzluçayır’daki olaylar da bu nedenle hortladı.
Ancak her şeye efelenen Tayyip, geçenlerde çözüm sürecini bitirdiğini açıklayan PKK’ya gıkını bile çıkaramadı. Hatta kurmaylar denilen biatçı takımı topladı, demokrasi paketini haftaya açıklayacağını duyurdu. Yeter ki PKK süreci bitirmesin, yeter ki gizli anlaşmaları ifşa etmesin, yeter ki seçimlerden önce bombalar patlamasın….
Bütün umutlarını tehditçi, şantajcı PKK’nın açılımına, yeni Anayasaya paketine, Suriye’deki savaşa bağlayanlar artık yolun sonuna geldiler. Gezi olaylarından beri masum gençlerimiz, fidanlarımız, çiçeklerimiz öldü. Bazılarının gözleri kör oldu, hem de gencecik yaşta. Binlerce insan yaralandı, hem de Dünya’nın en barışçıl, en çağdaş direnişini gösterirken…
Bu saatten sonra iki yıldır çıkmayan Yeni Anayasa çıksa ne olur? Nasıl olsa kanunlara uyulmayacak ve yandaş yargı eliyle ya deliller karartılacak ya da sahte delillerle insanlar hapislere yollanmaya devam edecek. Dün de Yurt Gazetesi genel yayın yönetmeni Merdan Yanardağ tutuklandı mesela.
Yani görünen o ki AKP iktidarı gitmedikçe bu çürümenin önü asla alınamayacak ve asla eskisi gibi olmayacak bazı şeyler…
Hoşça kal AHMET ATAKAN…