Hitit Üniversitesi bünyesinde “Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak” bağlamında felsefi okumalar yapıyoruz. Bunun Atayurt dediğimiz Türkistan’dan İpek yolunu takip ederek getirdiğimiz, oluşturduğumuz kültürel birikim ile Anadolu’da bulduğumuz diğer kadim kültürlerin verileri yeniden yorumlamasıyla mümkün olacağını düşünüyoruz. Farabi’nin İslam felsefesinde ilk sistem kurucu âlim olduğu önermesinden hareketle, dil-tarih-söylem ilişkisini kuruyoruz.

  • Bağlanmaların Kökenine İnmek İçin Felsefe

Bu bağlamda diyalektik yöntemin mutlaklaştırıcı ve ötekileştirici dilinin ortaya çıkardığı sorunları yakini bilgi (burhan), retorik-belagat ve şiir yöntemlerini inceleyerek aşmaya çalışıyoruz. Ama Melih Cevdet Anday’ın Likya’nın yokolup gitmesinin gerekçelerini sunduğu “Defne Ormanı” şiirinden hareketle felsefi düşünmeyi yüceltip ulvi beklentiler içerisinde olmadığımızı da belirtmem gerekiyor.

Evet, “Felsefeyi doğuran dildir. Ya da felsefi düşüncenin sınırı, dilin sınırı demektir. Şiir de ister istemez felsefeye bitişir.” Ama önemli olan felsefesinin “mahiyet/nelik ve gerçeklik ilişkisi” üzerinde durup, tutarlı bir şekilde kurup kavramaktır. Diğer bir ifadeyle kendinde bir şey olarak felsefe, sanki her derde çare bir etkinlikmiş gibi algılanıp anlamlandırılıp, sunulma riskine dikkat etmek gerekir.

Bunun için de felsefenin kitleleri tahakküm altına alma ve varolanı meşrulaştırma doğrultusunda işlevsel kılınmasına dikkat çekmek önemlidir. Bu açıdan Felsefi Düşünce Çağrı (Ankara: Elis Yayınevi, 2. Baskı 2016,10) adlı eserin “Ön Söz”ünde belirttiğimiz üzere “Felsefenin amacı ne bir bağlanma, ne de mutlak bir kurtuluş sağlamaktır. Bilakis amaç, varsa bu tür bir bağlanmanın kökenini inmektir”

  • Güneşin Doğdu Yer: Horasan ve Anadolu (Likya)

Bu okumalar bağlamında Anadolu kavramını merkeze alan âlimlerin fikirlerini “jeo-felsefe” açısından okuyoruz. Nurettin Topçu, Hilmi Ziya Ülken ve özellikle ünlü arkeoloğumu Remzi Oğuz Arık’ın “Coğrafyadan Vatana” temellendirmesini önemsiyoruz.

Bu çerçevede Melih Cevdet Anday’ın “Defne Ormanı” şiiri okuyunca Anadolu’nun kadim halkı Likya’lılar dikkatimi çekti. Çünkü Türkistan-Türkiye irtibatının kültürel temellerini araştıran herkes bilir ki, Horasan son derece önemli bir yerdir ve “Güneşin doğduğu yer, güneş ülkesi; doğu bölgesi” anlamına gelir.

Anadolu’nun güney batısındaki Teke Yarımadası’nda, Antalya Körfezi’nin batısında yer alan Likya’da (Lisia, Λυκία,Lykia) da “Işık Ülkesi” diye anılır. Çağlar boyu Akdeniz’in eksilmeyen parlak ışığı altında erken dönemlerden beri (M.Ö Üç binin ikinci yarısı) kendilerini Anadolu halklarının bir parçası sayan Likyalılar, Kadeş Savaşında Mısırlılarla savaşan Hititlerin yanında yer almıştır (1295). Bu doğaldır, çünkü dilleri Likçe, Hititçeye yakındır, ataları olan Luviler Hititlilere akrabadırlar.

Hitit Medeniyetinin başkenti olan Çorum’da kurulu Hitit Üniversitesinde; doğduğum kasaba olan Sungurlu’nun Boğazköy nahiyesinin (şimdi ilçe) bir zamanlar bu medeniyetin başkenti olmasını, akrabaları olan Likya’nın Atina’dan önce “ilk demokratik birlik” olarak günümüz siyasetine özellikle Amerika Birleşik Devletlerinin kuruluşuna etki ettiğini düşününce “Anadolu”nun jeo-felsefi okunmasının önemi iyice ortaya çıkar. İlaveten bu okumaların Europa teriminin kimden hareketle verildiği, Likya’nın özgür ruhunun nasıl köreltilmek istendiği ve ısrarla “Helen” olduğunun vurgulanma çabalarının, Batılı devletlerin birleşerek “Avrupa Birleşik Devletleri) kurmalarının, Yunanlıların “şımarık çocuk” tavırlarının gerekçesinin de anlaşılmasına katkı sağlar.

  • Özgürlüğünü Daima Önceleyen Likya Halkı ve Günümüze Olan Etkileri

Likyalılar Hititlilerle birlikte Mısırlılara savaştıktan yüzlerce yıl sonra Perslilere ve Atinalılara karşı özgürlük savaşı vermişlerdir. Burada dikkat çekmek istediğim husus, özgürlüklerine olan düşkünlükleri cesaretleri ile dillere destan olmaları ve günümüz siyaset modellerine etkileridir.

Likyalılar, Hititliler birlikte Mısır’a karşı savaştığı gibi Troia savaşında Sarpedon komutasında Hektor’un yanında savaştı. Heredot, onların zırh giydiklerini, kızılcık ağacından yayları, kamıştan kanatsız okları, mızrakları, kama ve palaları olduğunu omuzlarında keçi postları taşıdıklarını belirtir.

M.Ö. birinci yüzyılın ortalarında 23 kent bir araya gelir ve Likya Birliği’ni oluşturur. Birliğin önemli kentleri Patara, Xanthos, Pınara, Olympos, Myra, Tlos ve Phaselis’tir. Kendi iç işlerinde özgür olan şehirler, büyüklükleri ve önemleri orantısında Patara’da bulunan eyalet parlamentosuna (Bouleuterion) bir-iki veya üç temsilci gönderir ve dış politikada, birliği ilgilendiren kararlarda ortak hareket ederdi. Montesquieu’nün, “eğer mükemmel bir konfederasyon cumhuriyet örneği vermem gerekirse Lykia’yı gösteririm” demesi bundan olsa gerek.

Yüzyıllar sonra Likyalılar’ın kurmuş olduğu bu federal sistem, ABD’nin kuruluşunda da örnek alınır. Bu noktada Lykia Birliği yasalarının Amerika Birleşik Devletleri anayasası gibi çağdaş dünyaya etkilemesi açısından ilk demokratik birlik olduğu ve Atina’yı öncelediğini tekrar hatırlatmak isterim. ABD’nin yeni başkanını (Joe Biden) seçtiğini ilan ettiği gün ABD Anayasası'nın temelini oluşturan yazıların Alexander Hamilton, James Madison ve John Jay tarafından yazılan 85 makaleden oluşan Federalist Yazılar olması gerçeği, Anadolu medeniyetinin güncelliğini hala koruduğunu ispatlar.

Helen kültürünü mimarları olan Büyük İskender ve Aristoteles’in de Makedon olduğunu, Platon’un en başarılı talebesini Akademi’nin başına sırf bu yüzden onu değil de, yeğenini atadığını unutmazsak, Yunanistan’ın şımarıklıklarının Likya’yı Helen olarak göstermeye kadar gittiğini de biliriz.

Velhasıl Avrupa’nın Helen kültürü ve buranın da merkezi şehri Atina’yı görmesinin felsefe tarihi açısından tutarlı olmadığının göstergesi Likya’dır. Yunanistan’ın Makedonya’nın ismini kabul etmeyip, Kuzey Makedonya diye Avrupa Birliğine kabul ettirmesinin benzeri de Likya’nın “Helen” olduğu iddiasında görülür.

Bunun için de ne Lykia’nın sanat ve sanatçılarının Anadolu-İon okulu kökeni ve ne de yazısının Anadolu-Milet kökeni üzerinde durulmaz. Hatta yazının Makedon soylu İskender süreciyle bu topraklarda yaygınlaştığı göz ardı edilir. Arkaik İonia’da kültür ve sanat Anadolu özlü olmasına karşın yazı ve dil “Hellence” diye kimlik “Hellen” diye sunulmuştur. Fakat Arkaik ve Klasik Lykia’da yazı ve dilin yerli olmasına karşın, bu kez de sanat “Hellen” diye aynı kimlik yakıştırılmıştır. “Kimliği yazı mı belirler, yoksa sanat mı ?” sorusu ise hiç önemsenmemiştir. Nitekim Likya’nın Helen olarak gösterilmesi iddiasına karşı şu Likya şiirini okuyabiliriz. “Beni bulamazsan üzülme/Eşyalarımı bulacaksın/Kestiğim taşları, açtığım yolları/ İşlediğim heykelleri bulacaksın/Ve göreceksin ki binlerce yıl öteden/Parmak izlerimiz değecek birbirine..."

  • Ve (Felsefi) Şiir:

2002 yılında vefat eden ünlü şairimiz Melih Cevdet Anday ´´Defne Ormanı´ Likya üzerinden günümüze seslenir. Ona göre “.. şiir felsefeye bitişir”. Anday’ın ´Türk toplumundaki felsefe eksikliğini Türk şiiri gidermiştir” tespitini önemsiyoruz. Likya ve felsefe şiirine geçmeden önce, Likya’lılar özgürlüğüne son derece düşkün halktı, esir düşmektense ölmeyi yeğlediklerini hatırlamak gerekir. M.Ö 545 yılında Perslilere yenilmişlerdi, bunun üzerine kadınları, çocukları, köleleri ve hazineleri bir mağaraya doldurup, erkekler topluca saldırmışlardı. M.Ö 42 yılında Brütüs komutasında Roma ordusuna yenilmişler ve esir düşmektense ölmeyi tercih etmişlerdi. Bunu anlatan şu şiirdir:

Evlerimizi mezar yaptık/Mezarlarımızı ev/ Yıkıldı evlerimiz/Yağmalandı mezarlarımız/ Dağların doruğuna çıktık/Toprağın altına girdik/ Suların altında kaldık/Gelip buldular bizi, yakıp yıktılar/ Biz ki analarımızın, kadınlarımızın/ Ve ölülerimizin uğruna toplu ölümleri yeğleyen/ Bu toprağın insanları/ Bir ateş bıraktık geride/Hiç sönmeyen ve sönmeyecek olan.

Likya’da yıkıldı gitti, ama geriye hiç sönmeyen özgürlük tutkuları ve günümüze etki eden siyasal tutumları kaldı.

  • Ve Yıkıldı Gitti Likya: Defne Ormanı: “Kölelerini Felsefe Veriyordu Onlara”

Melih C. Anday’ın şiirini yazalım önce:

Köle sahipleri ekmek kaygusu çekmedikleri

için felsefe yapıyorlardı, çünkü

Ekmeklerini köleler veriyordu onlara;

Köleler ekmek kaygusu çekmedikleri için

Felsefe yapmıyorlardı, çünkü ekmeklerini

Köle sahipleri veriyordu onlara.

Ve yıkıldı gitti Likya.

Köleler felsefe kaygusu çekmedikleri

İçin ekmek yapıyorlardı, çünkü

Felsefelerini köle sahipleri veriyordu onlara;

Felsefe sahipleri köle kaygusu çekmedikleri

İçin ekmek yapmıyorlardı, çünkü kölelerini

Felsefe veriyordu onlara.

Ve yıkıldı gitti Likya.

Felsefenin ekmeği yoktu, ekmeğin

Felsefesi. Ve sahipsiz felsefenin

Ekmeğini, sahipsiz ekmeğin felsefesi yedi.

Ekmeğin sahipsiz felsefesini

Felsefenin sahipsiz ekmeği.

Ve yıkıldı gitti Likya.

Hala yeşil bir defne ormanı altında

Melih Cevdet Anday, burada, bir yandan felsefeyi kimlerin yaptığına, diğer yandan da bunun işlevine işaret etmektedir. Likya’da felsefe yapanlar “köle sahipleri”dir. Çünkü “köle sahipleri ekmek kaygısı çekmiyordu.” Ekmek kaygısı çekenin, ekmek kaygısı peşinde koşan ve çalışanın felsefi düşünmeye ne zamanı ne de olanağı vardır.

Felsefi düşünmek, gerek Likya döneminden itibaren bütün dönemlerde ve özellikle de günümüzde “eve ekmek götürmek” derdiyle çalışıp çabalayan insanın yapacağı bir şey değildir. Bu açıdan vahşi kapitalist sistemin temsilcileri olan holdinglerin özellikle pandemi sürecinde bile karlarını nasıl ikiye katladığını, “modern kölelik” yaygınlaştığını, alabildiğine insanları sömürdüğünü görünce, felsefenin işlevini yeniden sorgulamak ve ona üst bir dil ve mutlak çözüm önerileri sunuyor gibi yapmaktan vazgeçmek gerekiyor.

Sonuç olarak bundan kastım, kitleleri tahakküm altına almanın ve onlara var olanı meşru göstermenin aracı kılınan felsefeye dikkat edilmesidir. Hakikatten kim ne getirirse ona şükran duyarız, ama onun dediğini aynen kabul edeceğimiz anlamına gelmez. Hem felsefi düşünceyi önemseyenler kendilerini fildişi kulelerde görüp, buyurgan bir dil kullanmakta ve bunu kabul etmeyenleri hor gören bir tutum içine girmekteler; hem de özellikle İslam dünyasında felsefe karşıtı olduğunu söyleyenlerin riyaset ve din tacirliği yapıp, kitleleri tahakküm altına almak için ötekileştirici dil ile hükümranlıklarını pekiştirip “dini bir ideoloji”ye dönüşmektedirler. Oysa her “ideoloji”nin eğitim ve sanat anlayışının bir felsefesi olduğu gözden kaçırılmaktadır. Çünkü bunları yaygınlaştırıp bireylerin fikirlerini ve davranışlarını biçimlendirmek isterler.

Son söz olarak “Fikri hür, irfanı hür, vicdanı hür nesiller yetiştirmek” üzerinden yapılan tartışmaları bir de Melih Cevdet Anday’ın Likya şiiri bağlamda okumayı ve temelde felsefenin bütün bağlanmaların temeline inme işlevine işaret etmesine dikkat etmeyi öneri/yorum.

Çorum; 08.11.2020

(Kaynakça: Ebu Nasr el-Farabi, İlimlerin Sayımı, çev. M.Uyanık-Aygün Akyol, (Ankara: Elis Yayınevi 2019), 13 vd; Mevlüt Uyanık, Felsefeyi Anadolu’da Yeniden Yurtlandırmak, (Eskişehir: Kırmızılar Yayınevi 2020),25 vd; Atalay Girgin, “Melih Cevdet Anday'ın "Defne Ormanı" eşliğinde "felsefi şiir" ve felsefenin işlevi üzerine”, http://atalaygirgin.blogspot.com/2008/12/melih-cevdet-andayn-defne-orman-eliinde.html, (Erişim 6 Aralık 2008), Mevlüt Uyanık, Felsefi Düşünce Çağrı, (Ankara: Elis Yayınevi, 2. Baskı 2016),10, Fahri Işık, “Anadolu-Lykia Uygurlalığı: Lykia’nın “Hellenleşmesi Görüşüne Eleştirel Bir Yaklaşım”, Anadolu Dergisi 36, (2010), 67, 94 vd; https://tr.wikipedia.org/wiki/Likya; https://www.nytimes.com/2005/09/19/world/europe/patara-journal-a-congress-buried-in-the-sand-inspired-one-on-a.html (Sept. 19, 2005) http://www.arkeolojidunyasi.com/bolgeler/lykia.html.)