1921 ve 1922 yılları Türkiye Cumhuriyeti’nin askerî zaferlerle süslenmiş yıllarıdır. Halk, meclisini, anayasasını, hükümetini ve ordusunu her geçen gün daha da büyük bir azim ve coşkuyla desteklemektedir; 10 Ocak’ ta I. İnönü, 1 Nisan’da II. İnönü zaferleri gerçekleşir.

Yunan ordusu 10 Temmuz 1921’de saldırıya geçer. Sayıca ve sahip olduğu askerî donanımlarca çok üstün durumda olan Yunanlılar, Eskişehir’i, Afyon’u ve Kütahya’yı işgal ederler. Cepheden gelen endişe verici haberler üzerine Mustafa Kemal Paşa, 18 Temmuz 1921’de Batı Cephesi karargâhına gelir ve durumu yakından görüp inceler. Ordunun düzenlenip kuvvetlendirilmesi için, Sakarya´nın doğusuna kadar çekilmesini gerekli görür. Bunun üzerine, Türk Ordusu, 25 Temmuz 1921’de taktik savunma yapmak amacıyla Sakarya’nın doğusuna çekilir.

Büyük Taarruz başlamıştır…

  1. Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk tarihe geçen o ünlü emrini verir; Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz.” Bu, alışılmadık bir emirdir ve buna göre vatanın en küçük bir kaya parçası bile terk edilmeyecektir. 23 Ağustos- 13 Eylül 1921 arasında 22 gün 22 gece süren Sakarya Meydan Muharebesi gerçekleşir.

26 Ağustos 1922 sabahı Kocatepe’de saat 5.30’da topçuların ateşiyle başlayan Büyük Taarruz, Anadolu’yu işgal eden İngiltere destekli Yunan Ordusu’nun Dumlupınar’da imha edilmesiyle sona erer. (30 Ağustos 1922) Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk, 1 Eylül günü tarihe geçen ikinci emrini verir: “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” İzmir’in kurtuluşu ile birlikte düşman denize dökülür ve kesin zafere ulaşılır. (9 Eylül 1922) Zaferlerin mimarına ise TBMM tarafından çıkarılan bir kanunla “Müşir (Mareşal)” rütbesi ve “Gazi” unvanı verilir.”

26 Ağustos 1922, Büyük Taarruz’un 98. Yıl dönümü. Bu tarih aynı zamanda da Malazgirt Zaferinin 949. Yıl dönümü. Buna göre Türklerin 1071 yılında Anadolu’ya geldikleri kabul ediliyor. Sanki Alparslan’dan önce Anadolu’da hiç Türk yokmuş gibi… Oysaki tarihçiler, Türklerin Anadolu’da bin yıl değil, binlerce yıldır varlıklarını koruduklarını kanıtlamaktadırlar. Bilim insanları tarafından yapılan yeni araştırmalar Türklerin Anadolu’ya ilk olarak M.Ö.7. ve 6. yüzyılda geldiklerini gösteriyor. DYAP (Doğu Anadolu Yüzey Araştırmaları Projesi)’nin proje Başkanı Doç. Dr. Alpaslan Ceylan, “…Atalarımız M.Ö 7. ve 6. yüzyıllardan itibaren geldikleri Anadolu’da kalıcı olmuşlardır.” diyor.

Göktürk Devleti’nin “ilk Türk adını taşıyan devlet” olduğu tezini çürüten, Afyon Kocatepe Üniversitesi öğretim üyelerinden Prof. Dr. Ekrem Memiş’in açıklamaları da aynı doğrultuda: “Anadolu Türklerin ikinci yurdu değildir. Anadolu Türklerin anayurdudur. Anadolu’da bundan 8 bin yıl önce de Türk devletinin varlığı belgelerle kendini gösteriyor. Bu yanlış, öğrencilere öğretiliyor. Elimizdeki metinler M.Ö.2200’lere ait bir olayı anlatıyor. Akat Kralı Mezapotamya’dan gelmiş. Fırat nehrini aşarak Anadolu’ya geçmiş. Anadolu’da o zaman küçük küçük şehir devletleri var. Bu küçük şehir devletlerinden 17’si Hatti Kralı Pampa’nın önderliğinde bir araya gelmişler ve Akat Kralı’na karşı vatanlarını korumak için mücadele etmişler. Bu 17 kraldan biri de çivi yazılı metnin 15. satırında geçen Türki Kralı İlşu-Nail’di. Burada geçen Türki kelimesinin Türk olduğuna şüphe yok. 2 bin yıl da buradan koyduğumuzda 4 bin 250 yıl önce Anadolu’da Türk kavmi olduğu gerçeği karşımıza çıkıyor.” Prof. Memiş, Anadolu’nun en eski sahiplerinden Hurriler’in devamı olan ve milattan önce binlerde yaşayan Türki Krallığı’nın “Türk adını taşıyan ilk devlet” olduğunu vurguluyor.

Dünya tarihini TÜRK ile başlatan Prof Dr. Kâzım Mirşan’da şöyle söylüyor; “Türklerin Anadolu’ya gelmeleri 1071’e değil, M.Ö. 7000 yıllarına kadar gidiyor. Çevresi denizle çevrili Anadolu’yu sürekli besleyen Türk göçleri buraya sıkışmışlar ve Türk varlığını tesis etmişlerdir. Oğuzlar Anadolu’ya geldiklerinde karşılarında aynı dili konuşan pek çok Türk grubu ile karşılaşmış.” Kazım Mirşan ayrıca Türk Tarihinin, M.Ö 16.000’li yıllara dayandığını, Başkurdistan’da Şölgentaş Mağarası’nda 16 bin yıllık Türk damgaları olduğunu iddia ederek bir adım daha ileriye gidiyor ve yazının M.Ö 16.000 yılında Türkler tarafından icat edildiğini, tüm dünya alfabelerinin kökeninin Türk alfabesi olduğunu savunuyor.

Anadolu’nun, esasında binlerce yıllık Türk yurdu olduğunu Mustafa Kemal Atatürk’ün sözlerinden de öğreniyoruz.

Bu memleket, (ANADOLU) dünyanın beklemediği, asla ümit etmediği bir müstesna mevcudiyetin ‘Yüksek tecellisine’ sahne oldu. Bu sahne en aşağı yedi bin senelik öz Türk yurdu ve Türk beşiğidir. …”

Sözün özü Anadolu, Türklerin 949 yıllık değil, binlerce yıllık anavatanıdır…

30 Ağustos Zaferi’nin ikinci yılında Gazi Mustafa Kemal, Dumlupınar’da “Meçhul Asker Abidesi”nin temelini atarken yaptığı konuşmada “… Hiç şüphe etmemelidir ki yeni Türk Devleti’nin, genç Türk Cumhuriyeti’nin temeli burada sağlamlaştırıldı. Ebedî hayatı burada taçlandırıldı. Bu sahada akan Türk kanları, bu gökyüzünde uçan şehit ruhları devlet ve cumhuriyetimizin sonsuz koruyucularıdır... Bu âbide Türk vatanına göz dikeceklere, Türk’ün 30 Ağustos günündeki ateşini, süngüsünü, hücumunu, kudret ve iradesindeki şiddeti hatırlatacaktır.” demiştir. Ne yazık ki bizim devlet erkânı, yıllardır 26 Ağustos’ta Dumlupınar’a değil, Malazgirt’e gitmekte, 1071 Malazgirt Zaferini kutlamaktadır. 30 Ağustos’ta ise ya sudan bahanelerle ortadan yok olmakta ya da kutlamalar birer bahane ile iptal edilmektedir. Bu yıl bahane aramalarına gerek kalmadı; imdatlarına Korona virüs (Kovit-19) yetişti. Salgın bahanesiyle 30 Ağustos kutlamalarına kısıtlama getirildi. Yani, Korona Virüs bile iktidara çalışıyor vesselam…

Ülkede her yer açık. 15 milyon turist gelmesi hedefleniyor; turizm beldeleri yerli yabancı misafirlerini bekliyor. Alışveriş merkezleri açık, sahiller tıklım tıklım, toplu taşıma araçlarında binbir ayaküstünde. Düğün, dernekler gırla gidiyor. Ayasofya’nın açılışında 350 bin insan bir araya geldi. Camilerin tamamı açık, Cuma namazları rahatlıkla kılınabiliyor. Yüzlerde maskeleri görmesek, ülkede hayat normal zannedeceğiz; bir tek anormal olan 65 yaş ve üstü vatandaşlar ile millî bayram kutlamaları. Onlara yasak var…

Elbette Malazgirt Zaferi, Türklerin şanlı tarihinin eşsiz bir zaferidir. Bunu görmezden gelemeyiz, zaten buna hiçbir Türk’ün itirazı da olmaz, olamaz. Ancak, 26 Ağustos’ta başlayıp, 1 Eylül’de İzmir’de Yunan’ı denize dökmekle sonuçlanan, Anadolu’yu bir kez daha Türk yurdu haline getiren Türk’ün bu muhteşem zaferini ve eşsiz başkomutanı Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü, tarihten silmeye çalışmanın iyi niyetle bağdaşmadığı da bir gerçektir.

Malazgirt Zaferi’de bizimdir, İstiklâl Savaşı’da… Selçuklu’da bizimdir, Osmanlı’da, Cumhuriyet’te… Malazgirt’i kutla sonra git Dumlupınar’da Büyük Zafer’i kutla… Bu neyin kavgası ya da ayrışımıdır, anlamak mümkün değil. Ancak, ülkeyi yönetenlerin anlamaları gereken şudur; Baskılarla Mustafa Kemal Atatürk ve Cumhuriyet’in önemsizleştirilmesi, 30 Ağustos’u Malazgirt ile gölgelemeye çalışmak mümkün değildir. Ortada tarihi bir gerçek vardır, o da; İstanbul’un kurtuluşunu da Malazgirt Zaferi’nin yıl dönümünü de kutlayabiliyorsak bunu Mustafa Kemal Atatürk’e ve silah arkadaşlarına borçluyuz. O, 24 saat sosyal medyadan ve ekranlardan küfür edilen Atatürk, bu ülkenin kurucu Cumhurbaşkanı’dır. Bu gerçeği hiçbir baskı ve yasaklama değiştiremez. Mustafa Kemal Atatürk, kalbimizde yaşamaya devam edecektir, bizlerle ve bizden sonra da…

O büyük zaferin kutlu olsun büyük Başkomutan…

O büyük zaferin kutlu olsun Türk Milleti…

O büyük ruhlara selam olsun; mekânları cennet olsun.

Vatan sizlere minnettardır.