CHP’nin 26 Şubat’taki Kurultayını izlemeye gelen Sosyalist Enternasyonal’in genel sekreteri Louis Ayala’nın, İsa GÖK’e yapılan karate girişimleri karşısında “Madem demokrasi şöleni, konuşmak isteyeni neden konuşturmuyorsunuz?” diye sorması, televizyonlarda gördüklerimiz karşısında sorulacak en masum soru. Gerçekten de çok masumane sormuşlar, çünkü burasının Türkiye olduğunu unutmuşlar.
Aslında tüm o linç girişimlerine rağmen, hiç olmazsa CHP gibi bir partide bu tip isyanlar daha makul karşılansa bile, Türkiye’deki diğer partilerde İsa GÖK’ün yaptıklarının 10’da birini yapsalar sanırım tam bir katliam veya kapı dışarı ve ihraç süreci yaşanır. Örneğin bakınız Ertuğrul GÜNAY’a… AKP’ye geçeli beri çıt çıkmıyor kendisinden. Her defasında SHP-CHP Kurultaylarında papağan gibi, her önüne gelene muhalefet eden adam, “ucube” polemiğinde bile Başbakana ancak sürünerek dokundurabildi. Artık karşımızda AKP’li ve küçük dilini yutmuş bir Kültür Bakanı var örneğin…
CHP Kurultayında yaşananlar ve İsa GÖK’e yaşatılanlarsa, kendisini “sosyal demokrat” olarak tanımlayanlar açısından inanılmaz şeyler. Bir insan, muhalif bir ses olarak Kurultay salonuna tek başına, adeta Donkişotluk yaparak giriyor ve daha girer girmez yuhalanıyor, pet şişe yağmuruna tutuluyor. Kürsüye yaklaşamadan dışarı atılıyor. Sona ikinci kez “polis korumasında” ancak kürsüye yaklaşabiliyor ve Divana dilekçesini vermeye çalışıyor. Bu arada yüzlerce kişi tarafından kürsüye sıkıştırılan GÖK, neredeyse herkesin gözü önünde linç edilme tehlikesiyle karşı karşıya kalıyor. O anda kürsüye gelen KILIÇDAROĞLU’nun bir an için elini İsa GÖK’e uzatıp kürsüye çekeceğini ve ezilmekten kurtaracağını hayal ediyorum ama tam tersine bir şey yapıyor ve “Kurultayın huzurunu kimse bozamaz” diyor. Ve o kalabalık, tek başına ve ancak polis kordonuyla korunan bir insanı yaka paça dışarı sürüklüyor, atıyor.
Peki kim bu İsa GÖK, hatırladınız mı? O bir CHP milletvekili. Ve o insan, Silivri’deki zindanda yatan milletvekili arkadaşlarının hakkını en çok savunan ve serbest bırakılmadıkları için de en son yemin eden ve bu mücadelesinde büyük ölçüde yalnız bırakılan bir adam. Bırakınız Önder SAV gibi Brütüs’leri, onları savunacak değilim. Çünkü onlar, Deniz BAYKAL’ı arkasından bıçaklayıp önce Kemal KILIÇDAROĞLU’nu genel başkanlığa taşıyan ve sonra Ona da düşman olan şahıslardır ve zaten söz konusu bile edilmeye değmeyeceklerdir. Ayrıca o kurultay salonuna gidemeyen ve İsa GÖK’ü yalnız bırakan diğer korkakları da savunacak değilim. Beni düşündüren ve üzen sahneler çok farklı. Her ne olursa olsun, bir insan muhalif görüşlere sahip olarak, başkaları gibi ayrı otellerde açıklama yapmadan ve tek başına dürüstçe o salona giriyor ve bir şeyler anlatmaya çalışıyor. Söyleyeceği şeyler yanlış da olsa, vereceği dilekçe geçersiz de kılınsa, o kişinin kendisine “demokrat” diyen insanlar tarafından vakur bir şekilde dinlenmesi gerekiyor. Söz hakkı verilmese dahi ne demek linç girişimi ve ne demek yuhalamak? Bu CHP ne zaman gerçek anlamda çağdaş olacak ve CHP’liler ne zaman birbirini dinlemeyi öğrenecek?
Kurultay’da söz alan eski milletvekillerinden Sabri EGÜL’ün konuşması benim tüylerimi diken diken etti ama o da yuhalamaktan kurtulamadı. 1970’li yıllarda benzer bir tablonun Ecevit-İnönü çekişmesinde yaşandığını, ancak ECEVİT’in linç edilmeye çalışılan bir muhalife sahip çıktığını ve “Ona atılan yumruk, bana atılmıştır” dediğini anlatan ERGÜL, İsa GÖK’e yapılanları eleştirdi. Ayrıca kesin bir hükme bağlanmayan ve Parti Meclisinin kararına bırakılan “önseçim” aldatmacasına değinen Sabri Ergül, 2008 yılındaki “padişah yetkilerinin” devam ettiğini ve önseçimin zorunlu hale getirilmesi gerektiğini söyledi.
Yaşananlara bakınca, Deniz BAYKAL’ın böylesi bir Kurultaya gitmeyerek iki tarafla da görüntü vermemesi yerinde oldu, diye düşünüyorum. Onun durumu ve kendisine yapılanlar farklıydı. Ayrıca Kurultaya gitse bir türlü, muhaliflerle görüntülense bir başka türlü olacaktı ve yine hizipçilikle suçlanacaktı. Hayatı boyunca bu şekilde suçlanan bir insanın tüm yaşananlardan sonra oraya gitmemesi anlayışla karşılanmalıdır. Aslında BAYKAL’ın ya da diğerlerinin KILIÇDAROĞLU’nun şahsıyla da ilgili bir sorunlarının olduğunu düşünmüyorum. Ben de Kılıçdaroğlu’nun kişisel olarak dürüst bir insan olduğunu ancak Deniz Baykal’ın istifasından sonra itelenerek getirildiği genel başkanlık koltuğunu dolduramadığını ve CHP’yi bir eksen kaymasına götürdüğünü düşünüyorum. Eminim ki İsa GÖK’ün de temelde bu yönde endişeleri ve genel merkezde, yeni bir statükocu yapının oluşmasından duyduğu rahatsızlıklar vardı. Kısacası Kılıçdaroğlu’nun koltuğunu yeterince dolduramadığını ve liderlik vasıflarının olmadığını ben de düşünüyorum. Fakat kendisini oraya iteleyerek taşıyan Önder SAV gibi bukalemunların, öncesinde tahta oturttukları krallarını, şimdilerde indirmeye çalışmaya haklarının olmadığını düşünüyorum. Çünkü hiç kimse onların oyuncağı değildir ve yaptıysan bir hata, sonucuna da katlanacaksın.
Sonuç olarak İsa GÖK gibi içi dışı bir insanları, karabataklardan ayrı tutuyorum ve bu insanların CHP için ancak bir zenginlik olduğunu düşünüyorum. Bana kalırsa CHP’lilere tarihten inciler göndermek yerinde olacaktır:”Tanrım beni dostlarımdan koru. Düşmanımı zaten tanıyorum.” sözü mesela. Bu sözün bir başka versiyonu da Hallacı Mansur tarafından idam sehpasında söylenmiştir:”Bizi düşmanın attığı taş değil, dostun attığı gül yaralar.” Tüm bu özlü sözler Kemal Kılıçdaroğlu’na lazım olabilir. İleride kim bilir, şu anda yanında olup ta kendisine omuz verenler, tarihte her daim olabileceği gibi kendisini alaşağı edebilirler.
O günler geldiğinde İsa GÖK gibi tek başına 30 bin kişilik salona karşı dik durabilen adamları mum ışığında arayabilirler. Şimdilerde bir kahraman arıyorsak eğer, kim daha kahraman bakalım:
-Kurultay salonunda “kabul edenler, etmeyenler” sorusuna, bir saniyede el kaldırıp indirenler mi?..
-Yüzlerce kişi birlik olup, tek bir adamı linç etmeye çalışan kalabalıklar mı? O kalabalıklara destek verip milletvekilinin hayatını tehlikeye atan genel başkan mı?..
-Yoksa yel değirmenlerine karşı savaşan Donkişot mu? Yoksa İsa GÖK mü?..