Dünyanın bir yarısı asr-ı saadeti yaşarken, diğer yarısı bin yıl geriden takip ediyor. Avrupa’nın gelişmiş ülkelerinde balığın mutluluk hormonu salgılamasından, kızıl gezegen Mars’tan sonra uydu yollanan Plüton’un yüzeyinin kızıl buz kütleleriyle kaplı olduğundan bahsediyorlar. Hangi ülkenin insanlarının daha mutlu olduğuyla ilgili araştırmalar yapıyorlar, eğitim sisteminde çağa uygun yeni yöntemleri tartışıyorlar. Kişi başına düşen milli gelir, fakir ülkelerdekinin binlerce katı ve onların çocuklarının gelecekte aç kalma şansları neredeyse yok.
Haritanın Akdeniz’in aşağısında kalan kısmında vahşet yaşanıyor. Dünyanın gelişmiş ülkeleri, kendi ülkelerinde olmayan kan ve gözyaşını burada akıtıyorlar. Bu bölgelerdeki insanlar, batılı tüccarlar ve onların devletleri tarafından on yıllardır korkunç işkencelere maruz bırakılıyor. Kendi ülkelerinde “insan hakları” masalıyla çocuklarına ninniler söylerken, Afrika ve Asya halklarının çocuklarını daha büyümeden öldürüyorlar. Hayatta kalanlar, ya TERÖRİST oluyor ya da MÜLTECİ…
10 Ekim’de Ankara’da korkunç bir terör saldırısı oldu, 97 kişi öldü, 244 yaralı var. Yaralıların bir bölümü ağır, çeşitli uzuvlarını kaybettikleri söyleniyor. Ortadoğu’nun günlük yaşanan terörü bize sirayet etti. 2003’teki ABD işgalinden itibaren Irak’ta her gün patlayan bombalar nedeniyle günde 100, 150 hatta 200 kişi ölüyordu. O bombalar hala Irak’ta patlıyor. Üstelik artık Libya’da, Suriye’de ve bizim ülkemiz Türkiye’de patlıyor. IŞİD’in yaptığı varsayılan bu son katliamdan önceki 2,5 aylık sürede, PKK katliamları sebebiyle 150’ye yakın asker-polis şehit verdik, siviller kayıplar verdik. PKK’nın sokaklara “oyuncak” olarak bıraktığı bombalara dokunan çocukların, gazetecilerin gözleri önünde kolları, bacakları koptu. Kimi çocuklar evlerinin kapısından çıkarken, PKK tarafından sokaklara tuzaklanan bombalara basıp can verdiler. Avrupa bunları görmüyor, duymuyor…
PKK’nın partisi HDP’nin yöneticileri “terörü kınıyoruz” diyemediler. Askerler, polisler ve siviller ölürken de diyemediler, Suruç ve Ankara’daki saldırılardan sonra da diyemediler. Çünkü terörü kınasalar, bu söz terör örgütü PKK’ya da gidecek, bunu biliyorlar.
Öte yandan AKP’li yöneticilerin önce PKK ile masaya oturmaları, ardından Suriye’deki yanlış politikaların bir parçası olmaları nedeniyle türeyen IŞİD belası, bir bumerang gibi geldi ve Türkiye’yi vurdu. Suriye’de PKK’nın kolu PYD ve IŞİD birbirine karşı ABD’nin piyonları olarak savaşıyorlar. İşte bu Suriye’deki terör örgütlerinin Türkiye içine sıçramış uzantıları nedeniyle yaşanan terör saldırılarında, gencecik masum insanlarımızı kaybettik.  Sivilleri kaybettik, öğrencileri kaybettik, çocukları kaybettik.
ABD’nin 12 yıldır Irak’ta tırmandırdığı mezhep savaşlarına, önce Libya ve ardından Suriye işgallerine ve terör örgütlerine verdiği silah desteğine karşı artık bir ülke dur dedi: Rusya. Ekim ayında devlet başkanı Vladimir Putin, Suriye cumhurbaşkanı Esad’a olan desteğini devam ettirerek, IŞİD hedeflerini havadan vurmaya başladı. Ve ilk defa teröre karşı sonuç alınmaya başlandı. Yıllardır terör örgütlerinin eline silah tutuşturan Batılı işgal ittifaklarına inat, teröre karşı kararlı bir devletin başarısının ilk adımlarıdır bunlar. Kuvvetle muhtemel, Rusya çok kısa bir sürede IŞİd ve El Nusra denilen “kafa kesici-ciğer yiyici” vahşi teröristleri bölgeden temizleyerek, hem Suriye’ye hem de Türkiye’ye büyük bir iyilik yapacaktır. Ancak İŞİD ve El Nusra odaklarına katılan ve bunların dışında güya “ılımlı” oldukları iddia edilen teröristlerin Türkiye’ye kaçmalarından endişe ediliyor. Türkiye bir an önce sınırlarını bu teröristlere kapatmalıdır, zira Suriye’nin kuzeyinde ve Irak’ın batısında 15 bin kadar IŞİD militanının varlığından söz ediliyor.
Bu arada PYD denilen terörist örgüt, Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından, etnik temizlik yaptığı gerekçesiyle suçlu bulundu. Türkmen ve Arap köylerindeki sivilleri öldürerek, köyleri boşaltarak ve yakarak bölge halkını göçe zorladıkları için “savaş suçlusu” oldular. İki yüzlü Batılıların PKK’lı teröristlerin de kendi halkı üzerinde yıllardır neler yaptıklarını öğrenmeleri zaman alacaktır. Türkiye’nin doğusunda Abdullah Öcalan’ın emriyle halka korku salmak için, 1984’ten sonra  Kürtlerin yaşadığı köyleri basıp bebekleri dahi öldürdüklerini, geldiğimiz noktada ise kalaşnikofu halkın kafasına dayayıp HDP için oy topladıklarını, işadamlarından tehditle ve şantajla para topladıklarını, Avrupa uyuşturucu ticaretinin büyük bölümünü elinde tuttuklarını öğrenecekler elbet…
Her türlü terörü kınıyoruz, lanetliyoruz, kökünün kurutulmasını destekliyoruz. Bunu söyleyemeyen iki yüzlü ve örtülü teröristlerin peşinden değil, gerçekten Barışın peşinden gitmelidir insanlık. Dünya’nın gelişmiş ülkeleri Bilim ve Teknoloji alanında yarışırlarken, geri kalmış ülkelerin yaşadığı ekonomik sıkıntılar yetmiyormuş gibi, bir de insanlar birbirlerini öldürüyorlar. İç savaş yaşayan ülkelerin mağdur insanları, Türkiye üzerinden Avrupa ülkelerine kaçmaya çalışıyorlar. Bu ülkeler sınırlı sayıda göçmen alırken, bizim ülkemiz iki milyonu aşkın mülteciyle büyük zorluklar yaşıyor. Bu kişilerin ancak onda biri mülteci kamplarında kalırken, büyük çoğunluğu sokaklarda dileniyor ya da düşük ücretli işlerde köle gibi çalışıyorlar.
Geçtiğimiz cumartesinin adı, Kanlı Cumartesi idi. Ankara Garının önünde, Türkiye’nin her köşesinden gelmiş, sivil toplum örgütlerinin Barış için yapacakları yürüyüş kana bulandı. İki intihar bombacısı diyorlar, IŞİD diyorlar, dış merkezli diyorlar. Ne derlerse desinler; eğer Atatürk’ün “Yurtta Barış, Dünya’da Barış” düsturundan saptıysan, mezhep siyasetine ya da etnik köken siyasetine bulaştıysan ve sonucun nereye varacağını kestiremiyorsan, bunun faturası hepimize çıkacaktır.
Dün Levent Kırca’yı kaybettik. Kanser hastalığına yenik düşen bu dev sanatçı, bundan bir süre önceki röportajında: “Neden ben? demek bencillik. 18 yaşındaki çocuk şehit düşüyor, küçücük çocuklar kanser oluyor” demişti. Atatürk Türkiye’sinde olmasının bilinci ve hayatın kendisine verdiği manevi doygunlukla veda etti. Vedasında: “Daha güzel bir dünyada görüşmek ümidiyle. Atatürk’le kalın, Cumhuriyet’le kalın, hoşçakalın” dedi.
Sen de hoşça kal… Bizleri gülümseten, düşündüren, giderken de ağlatan büyük usta. Ben seni hep 13 Aralık 2012’de Silivri mahkemesinin bahçe duvarına tırmandığında gördüğüm o halinle, haksız tutuklamalara karşı slogan atarken hatırlayacağım. Atatürkçü Türkiye’ye sahip çıkarken yaptığın haykırışlarla hatırlayacağım. Daha güzel bir dünya için, hayatımıza renk kattığın için teşekkür ederiz.