Bir markette çalıyordu Erol Evgin’in klasikleşen güzel şarkısı: Aldım başımı gidiyorum…
Şaka değil, beyin göçünün habercisidir yaşadıklarımız. Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Çağdaş Türkiyesi’nin 16 Nisan 2017’de yıkıldığı tarihtir. Türk Halkı’nın verdiği oyların bir bölümünün çalınıp “mühürsüz oy” skandalıyla dipsiz kuyuya atıldığı gündür o. Hırsızlığın yeni bir boyut kazandığı zamandır, oy kullanmanın anlamını yitirdiği gündür.
Muhalifler konuşup duruyor. UMUTSUZLUK nicedir ayıp sayılıyor, “bize yakışmaz” deniyor ama… Suç değildir aslında, insanca bir histir, çaresizliktir, çıkmaz sokaktır… Kaybeden Muhalifler Ordusu, insanca duyguları bile ayıplayınca, vatandaşlar içleri kan ağlayarak derin bir sessizliğe gömüldüler. Oysa “umut” ne kadar insanî bir duyguysa, “umutsuzluk” da öyledir işte. Ve duyguları yargılayamaz onlar, kendilerini aydın sanan dolap beygirleri…
O dolap beygirleri ki yıllarca insanları eskimiş sandık hesabına göre oyaladılar. İktidarı sandıkla, uysallıkla devireceklerini sandılar. Ve insanlar kanunlara uydular, saygıyla oylarını kullandılar. Ancak karşılarındaki iktidar gücü acımasızdı, saygısızdı. Cehaletten besleniyor, halkın dinî duygularını sürekli istismar ediyor, devlet imkanlarını kendisi için harcıyor, aydınlığın üstüne kara bir bulut gibi çöküyordu. Yetersizlik içindeki muhalefet, her salı TBMM’de konuşarak mangalda kül bırakmıyor, böylelikle zamanı geçiştiriyordu.
Ancak iktidar olamasalar da “milletvekili maaşları” güzeldi. Televizyonlardan iktidara sayıp sövmek, sonra da resmî törenlerde hiçbir sorun yokmuş gibi yan yana sırıtarak durmak sıradan insanların asla anlayamayacağı bir davranıştı.
Evet, umutsuzluğun insana yakışmayacağını söyledi muhalifler yıllarca ve UMUTSUZLAR’ı seçim sandıklarına taşıdılar. Oysa ki korkak MUHALİFLER’in tek bildikleri bol keseden konuşmak, sonra da zamanı gelince kravatlarını bağlayıp sandığa gitmekti. Çıkan sonuçtan utanmadan ve istifa etmeden yıllarca benzer durumları bu şekilde geçiştirdiler. Halkı asla hissetmediler, anlamadılar. Bu yüzdendir ki 2013’teki GEZİ Olaylarının çıkışını idrak edemedi muhalefet; çünkü olmayan muhalefetin yerini doldurmuştu barışçı protestolarla başlayan çağdaş-çevreci-genç halk hareketi…
6 Mayıs 1972’de idam edilen Deniz GEMİŞ ve arkadaşlarını da anlayamaz onlar. İdam edilmeseydi, hayatta olsaydı, şimdi liderimiz DENİZ’di… Anti-Amerikancıydı Deniz GEZMİŞ; bugün yaşasaydı önce etnik köken milliyetçiliği yapan ABD’nin kucağındaki PKK yandaşları ve şovenist HDP’lilerin, hatta en bilinenlerinden Ertuğrul KÜRKÇÜ’nün suratına tükürürdü. Ardından, 1 Mayıs’ta Türk Bayrağı taşımayan, eskinin kafası karışık solcusu-sözde sendikacı-aslen üstü örtülü PKK sempatizanlarının üstüne yürür, yumruğunu indirirdi. Yıllarca dönek-kaypak-yetersiz insanların elinde oyuncak olan solu parçaladılar ve emperyalizmin bölücülük planında boğuldu solculuk…
Sonuçta Fidel CASTRO’nun dediği gibi: “PKK, ABD’nin petrol bekçisidir” ama solculuk-sosyalizm kavramlarını hayatı boyunca 10 adet slogan ezberlemekten ibaret sayanlar, 40 yıl öncesinde garip bir şekilde ve ilerlemeden asılı kalmıştır adeta…
İşte bu bölünmüşlükten faydalanan dinci-gerici-şeriatçı gruplar güçlenerek büyüdüler. Ve kaybetseler de koltuklarını bırakmayacaklar asla; Referandum sonuçlarında HAYIR’ın kazanmasına rağmen EVET’in iktidar olması gibi. Desteğini tamamen yitirmeden önce bir baskın seçim bile yapabilir iktidar ama ne fayda. Ucube bir BAŞKANLIK Sistemi ve Parti Devleti’ne çoktan geçildi bile. Artık sandığa gidilsin veya gidilmesin bütün seçimleri kazanacaktır iktidar, muhalefet ise çaresizlik ve acz içinde olanları izleyecektir.
İlerleyen zamana yenilmiştir muhalefet. Oysa Atatürk’ün bize bıraktığı en büyük argüman Bilim’dir ve bu da gelişmeye açık olmak demektir. Bu yüzdendir ki GEZİ GENÇLİĞİ ellerinde bilgisayar, akıllı telefon ve tabletleriyle hiç beklenmedik bir şekilde başkaldırdı 2013’te. İşte bu yüzden 1980’lerin asosyal gençliği olmakla suçlanan bizler, yani GEZİ gençlerinin anne-babaları, çocuklarımızın bu barışçı ve çağdaş çıkışlarını destekledik. Ve işte bu yüzden çağdaş-laik Türkiye’nin mimarı ATATÜRK ve bağımsızlığımızın sembolü Türk Bayraklarıyla yürüdük. Bugün itibariyle kendimizi umutsuz hissediyor olabiliriz. Hatta daha da beteri, kahroluyoruz aslında, içimiz kan ağlıyor. Ancak bizden daha beteri, tam anlamıyla ölmüş ve tarihe karışmış olan MUHALEFET partileridir. Bu ülke bu muhalif papağanlardan tamamen kurtulmadıkça iflah olmayacaktır. İnsanları UMUTSUZLUĞA sürükleyenler de bizzat kendileridir.
Bizler yaşadıkça, “Yaşa Mustafa Kemal Paşa!” diye haykıracağız. Çünkü biliyoruz ki Atatürk ilkelerinin olmadığı Türkiye, asla çağdaş-bilimsel-laik olmayacaktır. Bu da hepimizin zaten yaşarken ölmesi anlamına gelecektir…