"Uzun ince bir yoldayım, gidiyorum gündüz gece..."
Uzun ince bir yolda olmak ve aralıksız gece gündüz yürümek! 
Yada uzun ince bir tünelin ortasında bulunmak ve çıkışa,  yani ışığa doğru yürümek, ama hangi ışığa!
Her iki örnekte de iki seçenek bulunuyor, birinde kapıları farklı mecralara açılan bir büyük han ve iki kapısı karşılıyor insanı, diğerinde ise yine iki seçenek, iki çıkış, iki ışık karşılıyor!  Tünel örneğinden devam edersek; tünelin her iki ucundaki ışıktan biri üzerinize doğru geliyor, gelen nedir ve ne olabilir? ne dersiniz. Pekala öğrendiğinizde ne yaparsınız.
- Ya ışığa doğru koşar yada ışıktan kaçarsınız! Çünkü gelen ışık; ya sizi tünelden çıkarmak için gelen bir araca aittir yada sizi ezip üzerinizden geçmek üzere gelen bir trenin ışığı olabilir.
Bunlardan birini seçmek ve ona doğru koşmak, diğerinden vazgeçmek anlamına gelse de; esas vazgeçtiğiniz sevdikleriniz, sevinçleriniz, refahınız ve geleceğiniz olabileceği gibi, tam tersine mutluluğunuz da olabilir.
Pusulanız var ve teraziniz iyi tartıyorsa; doğru yöne koşar mutluluğu yakalarsınız?
Ya pusulanız bozulmuş, yada birileri bozmuşsa: tünelin ucundaki ışık yani karşıdan gelen ışık muhtemelen trenin ışığıdır. Fark ettiğinizde ise artık çok geçtir. Silindir gibi ezer geçer üzerinizden ve bir daha kendine gelmek mümkün olmaz.
Durum böyleyse seçim yanlış, sonuç vahimdir.

İki seçenek avantaj mıdır?
Seçenek eğer olumsuz bir durumla karşılaşmak olasılığı söz konusuysa iyidir. Zararı minimize edecek yada yararı maksimize edecek arayışa ortam doğurur.
Ve iki seçenekli süreçlerde gri yoktur.
Ya aktır, ya kara.
Ya aydınlıktır, ya karanlık.
Ya doğrudur, ya yanlış.
Ya iyidir, ya kötü.
Ya da şairin dediği gibi; " birinden nur akar, birinden kir."
Tam olarak sonuç bilinse iyiye ve doğruya doğru  adım atılır, yani seçim kolaydır. Çünkü aydınlık, doğru, iyi ve nur; insana huzur sunar, refah getirir, hayata değer ve anlam kazandırır. Dolayısıyla seçim bu yönde olur. Hiçbir akıl; kir akan oluklardan kovanı doldur! demez.  Karanlığın, yanlışın, kötünün peşinden koş, demez!  
Yanlışı doğru kabul etmek!
Karar süreci esas olarak analiz gerektirir. Bu iki şekilde yapılabilir. İlki farkında olarak yada farkında olmaksızın otomatik olarak devreye giren ve herkesin kullandığı yoldur. Bu yöntemde bulunulan koşullarda genellikle bireyin subjektif varlığının etkisiyle sezgiye dayalı analiz yapılarak süreç çalıştırılır, dolayısıyla bu yöntem objektif değerlendirme içermez.
İkinci yöntem ise muhakeme yapmayı zorunlu kılar ve mantıksal analiz gerektirir. Bu analitik yöntem(ler) bireyin doğru kararlar alması için bir sistematik sunar ve bu süreçte sayısal veriler kullanılır. Bu işlem sonucunda alınan kararlar; sezgiye ve duyguya dayalı değildir ve sayısal verilerden hareketle doğru kararlara ulaşılır.
Tabii bazı durumlarda farklı niyetlerle bazı gruplar; bireyin ve bireylerin oluşturduğu toplumun kararını etkilemesi olası faktörler üzerinde oynayarak; hatta o etkenler üzerinde hakimiyet kurarak "algı yönetmeye ve toplumu istedikleri yöne doğru sevk etmeye" çalışırlar.
Bu şekilde insan ve toplum; koşullandırmalarla, yönlendirilmiş eğitimlerle ve propagandalarla, hatta baskı, şiddet, şartlanma ve korkuyla "yanlışı doğru kabul etmeye" başlayabilir.  Bu durum esasen insan aklının ve vicdanının rafa kaldırılması durumudur, yani bir akıl tutulması, bir bakıma halüsinasyon halidir.
Bu durum yine “Öğrenilmiş Çaresizlik” veya bizim ifademizle "Öğrenilmiş Teslimiyet" teorisiyle de bir ölçüde açıklanabilir. Öyle ki öğrenilmiş çaresizlik; bireyin kendi varlığının olup bitenler karşısında etkisiz olduğu yargısına teslimiyetle ilgilidir. Yani "bireyin başarısızlığı kanıksayarak ve benimseyerek, ne yapılırsa yapılsın sonucu değiştiremeyeceği tutumunu sabitlemesidir."
Bunun sonucu olarak; bir değişimin ortaya çıkmasına etki de bulunamama tutumu "Nasıl olsa bir etkim olmayacak!" düşüncesiyle mücadeleden vazgeçilmesiyle sonuçlanmaktadır.

Türkiye'nin deneyimleri
Türkiye'nin karar alma süreçleri ve öğrenilmiş teslimiyet konusunda önemli bir deneyimi ve birikimi bulunuyor. Bu durum bulunduğu coğrafyanın sunduğu jeo-politiğin bir yansıması olduğu kadar, Milletimizin Anadolu'yu yurt edinildiği bin yıldan beri kurduğu devletlerin taşıdığı misyona ve kadim medeniyetimizin değerlerine; karşı güçlerin bitmek bilmeyen kabullenmeme ve  saldırılarının da bir sonucu.
Türkiye; tarihi olarak çok eskilere gitse de özellikle birkaç on yıldan beri bir bakıma  çeşitli grupların farklı amaçlarla insanları, toplumun bazı kesimlerini etki altına alma oyunlarına sahne oluyor. Burada kullanılan manupülatif araçların etkisiyle  toplum mantıksal analiz yöntemlerine başvur(a)madan ; bir şekilde  tünelin ortasında kalan insanın seçenekleriyle karşı karşıya kalmasına ve sezgisel  olarak karar almasına yol açıyor.
Bu durumda birey; üzerine gelenin tren olduğunu bilmeden, kurtuluşu olacağını sanarak kendisini ezip geçecek olan tünelin ucundaki yanlış ışığa doğru koşuyor. Hatta bu koşu bazen ne yazık ki; kendi kimliğini kaybedecek, değerlerini resetleyecek hatta formatlayacak oluşumların içinde kendisini bulmasıyla sonuçlanabiliyor. Bu noktada fabrika ayarlarına dönmekse mümkün olamıyor.

7 Haziran; tünelin ucundaki tren miydi?
7 Haziran genel seçimi sonrasındaki olumsuz gelişmeler ülke için istikrarın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha göstermiştir. Ne yazık ki; yasal zeminde politika yapan bazı grupların (partilerin yönetim kadrolarının) istikrarın değerini bil(e)meyen tavırları, bir ölçüde toplumu etkilemiş ve hatta terörü tetikleyerek  istikrarı ve istikrarın nimetlerini öteleyen bir aritmetiğin çalışmasına yol açmıştır.
Özellikle bazı siyasi parti, medya ve sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinin sorumsuz söylem ve girişimleri terörist saldırıların birden bire yükselmesine ve gündemin hızla değişmesine yol açmıştır.
Bu durum tek başına iktidar olmaya veya uyumlu bir koalisyon hükümetinin kurulmasına ortam hazırlamadığı gibi istikrar ortamından ülkenin hızla uzaklaşarak adeta kaosa sürüklenme senaryolarının canlanmasına neden olmuştur. 
Görüldüğü gibi seçim sonuçları; subjektif ve kısa vadeli çıkarlarını öne alan bazı kesimler tarafından manipüle edilmiş, tünelin ucundaki ışığın toplumu ezip geçecek bir tren haline getirilmesi üzerinde çalışılması söz konusu olmuştur. Böylece; bir bakıma  toplumun birbirine düşman edilmesi sağlanarak, kamu düzenini bozmak ve ülke bütünlüğünü tehdit edecek şekilde insanlarımızın birbiriyle çarpıştırılması için bir düzenek kurulmuş ve  çalıştırmıştır.
Ancak bu girişimler; hükümet kurma sürecinde ortaya çıkması beklenen kurumlar arasında iletişimin zayıflaması ve yönetim  zafiyeti ile hayat bulabilirdi. Belki de düzenek sahiplerinin  tahmin edemedikleri tam da bu olmuş, kaos davetçileri ve teşvikçilerinin beklentilerinin aksine Devlet yönetiminde zafiyet söz konusu olmamıştı.
Tabii burada geçmiş on yıllardaki deneyimlerinden hareketle ne yapılması gerektiğinin farkında olarak devlet ve millet sağduyulu ve kararlı davranmıştır. Bunun  yanında devletin bu tür senaryolara daha önceden hazırlanmış olmasının da büyük etkisi olduğu ifade edilebilir.  Ve bunun sonucunda;  terör saldırılarının etkisini minimize etmek bir yana terörü tamamen ülke gündeminden kaldırmak gibi bir karalılığın ortaya çıkması söz konusu olmuştur...

Temel paydamız birlik ve kardeşlik

Şüphesiz "sonu görünmeyen yola çıkmak veya tünelin ucunda görünen ışığın kaynağını bilmeden ona doğru koşmak riziko almaktır, bir maceraya girişmektir!"  Bunun doğru bir yöntem olmadığı ise açıktır.
Buna göre her dönemde olduğu gibi bugün de kaos senaryoları karşısında tüm toplumun dikkatli, itidalli olmak, akl-ı selim ve sağduyulu olmak zorunluluğu bulunuyor. Burada kendini her nerede konumlandırmış olursa olsun ayrımsız tüm değerli insanlarımıza önemli görevler düşüyor.
Öyle ki önemli günlerden geçiyor ve önemli sınavlar veriyoruz.  Yanlışın ortağı olmamak ve gelecekte pişmanlık duymamak için; itidalli ve soğukkanlı olmak, aklı selimi ve sağduyuyu öne almak durumundayız.
Aksi halde yukarıda belirtilen nedenlerle yanlışın ve karanlığın aracı olan terör ve terörden beslenenlerin ekmeğine yağ sürmek durumunda kalınabilir.
Tarih boyunca bu ülkenin değerli insanlarının kendi iradeleriyle birbirini karşısına alacak, dostluk ve birliğini zedeleyecek düşmanlıkları olmamıştır. Ancak yine bilindiği gibi; geçmişte çok kez insanımızı çeşitli gerekçelerle ve yapay nedenlerle karşı karşıya getirmek isteyen pek çok girişim de olmuştur. Bugün de dünden farklı değildir. 1980'lerde yaşanılan akıl tutulması toplumsal cinnete dönüşmek üzereyken, hatta bir kaç kentte cinnete dönüşerek toplumumuzda büyük yaralar açmışken, olanları görmezden gelemeyiz ve sonuçlarını  yok sayamayız.
Toplumsal hafızanın canlı tutulması bakımından belki de bu konulara tekrar girmek, özellikle gençlerimizin kaos yıllarında yapılan manipülasyonların doğurduğu  sonuçları kavramalarını sağlamak gerekiyor. Bu amaçla yararlanılmak üzere bugün kitaplar, belgeseller yanında, internetten pek çok bilgi ve belgeye ulaşmak mümkün olabilir.
Gençlerimizin şahsen konuyu merak etmelerini ve objektif bir bakışla araştırmalarını, bugün yapılmak istenenlerin geçmişteki tekrarlarını fark etmelerini ve " Evet,  aynı senaryo bu!" diye bağırmalarını isterim.
Doğal olarak, bugün tam anlamıyla gençlerimizden geçmişteki koşulları ve olanları, iç güvenlik sorununu, sıkı yönetimi ve demokrasi dışı bir otoritenin getirdiği sorunları kavramalarını ve anlamalarını bekleyemeyiz. Yine kendini ifade etmenin mümkün olmadığı, eğitimin, hayatın, ümitlerin, özgürlüklerin ikinci plana atıldığı bir atmosferi tasavvur etmelerini de bekleyemeyiz. Ama her halükarda yakın tarihi bilen ve yaşamış aile büyüklerinin deneyimlerini de dikkate alarak belirli ölçüde düşünce sahibi olmalarını bekleyebiliriz.
Esas olarak bunu; manipüle edilemeyecek bir kuşak ve kuşaklar oluşturmak için ülkemizin geleceğini sağlam temeller üzerinde yükseltmek için;  istemek ve gerçekleştirmek durumundayız.
Unutmamak gerekiyor ki, yanlış kararlar ve sonrasında ortaya çıkan pişmanlıklar; irrasyonel değerlendirme yapanların ve maceraperestlerin yaşamak olduğu sonlardır. Böyle bir son; bizim gibi kadim kültürü ve değerleri olan bir devlete ve bu devleti oluşturan değerli insanlarına geçmişte yakışmamıştır, bugün de yakışmaz!...
Sonuç itibariyle "doğru analiz yöntemleri kullanılmadan sonu görülmeyen yola çıkmak maceradır. Bazı insanlarımızın farkında olarak yada olmayarak yada bulunduğu koşullar nedeniyle destek verdiği, kaosu davet eden ve bundan medet uman siyasi akımlara ve partilere; izledikleri siyasetin halkın ve ülkenin çıkarlarını korumadığını ve kendilerini bu bakımdan temsil etmediklerini bugün daha güçlü şekilde ifade etmeleri gereklidir.
Bugün bu güzel ülkede yaşamanın ne büyük bir nimet olduğunu anlamak için çevre ülkelere bakmak yeterlidir. Hata yapmamıza ortam hazırlayanlara karşı, hata yapmayarak bugün ve gelecekte de teröre karşı tek yumruk olmak en güzel cevap olacaktır.  Bu yine bir bakıma insanımızın kara alma sürecinde “mantıksal analiz yöntemlerini kullanmak ve öğrenilmiş çaresizlik zincirini kırmak anlamına da gelecektir.
Özetle; çevre ülkelerde yaşanan iç savaşlar ve karışıklıklar ve ülke içinde yaşanan terörün etkilerinin farkında olarak birlik ve kardeşlik paydasında buluşmak, insanımızı yükseltecek ve yüceltecektir. Bu bakımdan temel sorumluluğumuzun ülkemizi ve insanlarımızı ayrımsız en yüksek gelişmişlik düzeyine ve en iyi yaşam koşullarına ulaştırmak için durmadan samimiyetle çalışmak olduğu düşüncesi hep canlı tutulmalıdır. Bu hedefi unutmadan, özellikle bu günlerde itidalli ve sağduyulu davranmak olmazsa olmaz bir gerekliliktir. Esasen sezgiye dayalı karar alma alışkanlıkları terk edilerek, bunun yerine mantıksal analiz yöntemlerini benimseyerek karar alma sürecinin çalıştırılması halinde; üzerimize çekilmeye çalışılan kara bulutları dağıtmak ve aydınlık geleceği birlikte kurmak çok daha kolay başarılacaktır.