Son on yıldır her şey çok değişti. 1980’den hemen sonra ordu kahramandı. 1982’deki darbe yönetimi halktan darbe anayasası için % 92 aldığında, bu iki yıllık süreçteki yapılan her icraat vatandaşlar tarafından onaylanmış oldu. Buna işkenceler ve idamlar da dahil. Bunu sadece seçim sürecinde propagandanın yasaklanmış olmasına ve asker korkusuna bağlayamayız. Bizim insanımız genellikle güçlüden yana tavrını koyar, değişen yüzler ve zamanın fazla belirleyici olduğunu düşünmüyorum.
Geçenlerde bir televizyon programında Timur SELÇUK’un konuşmalarını dinledim. Sanat, duyarlılık, ayık olma, siyaset, bilinç gibi kelimeleri çağrıştırdı bende. Uyumayan bir adam. Aklın varacağı mantık neyse onu söylüyor:” 12 Eylül’den sonra halk Ankara’ya yürüseydi idamlar olmazdı. Bugün 90 yaşındaki Kenan Evren’i suçluyorlar. O zamanlar halk neredeydi?” diyen Selçuk, uyuşturucu kaçakçısı PKK’nın Türkiye ayağındaki BDP’si konusunda da benzer tutumunu sürdürüyor. Konu CHP’deki operasyona gelince de “Baykal için timsah gözyaşları dökenler, 24 saat sonra zil takıp oynadılar”diyor.
Zil takıp oynadık, hem de her zaman… Kenan Evren ve arkadaşları darbe yapınca da oynadık, Turgut Özal ANAP’ı yıllarca iktidara taşıyınca da oynadık. AKP üç dönemdir seçilince de oynadık. Kısacası rüzgar kimden yana eserse ona oynadık ve güçlüye karşı inanılmaz bir sevgi besledik.1980’lerin sevilen ama korkulan TSK’sına % 92’yle taptık. Gel zaman git zaman Avrupa Birliği hatırına da olsa işkencelerin asker ve polis ayağını eleştirmeye başladık. 1990’larda artık açıkça eleştirilebiliyordu TSK ama eskisi, yani Kenan Evren’in TSK’sı. Yenisine artık daha olumlu, daha sıcak bakılıyordu. Kötü olan hep eski TSK’lardı zaten, yenileri sevimliydi.
2000’li yılların başında terör birden durmuştu, daha doğrusu kış uykusuna yatmıştı. Şayet o sıralar suni bir takım krizlerle hükümetler devrilmemiş olsaydı, yapılacak en doğru hareket Kandil’e girip bu işi kökünden halletmek olacaktı. 2002’den sonra tek başına iktidara gelen AKP, bu işi bitirecek bir iktidar gücüne sahip olmasına rağmen yürüttüğü yanlış dış politikalarla Avrupa’nın ve ABD’nin oyununa geldi. Zaten Kıbrıs konusunda da benzer hataları yaptı. Verilen her taviz, Türkiye’yi zora soktu. Bir yandan tavizler verilirken, bir yandan da artık TSK’ya karşı cephe almış olan yandaş medya kanalları ve gazeteleriyle beraber AKP iktidarı döneminde yepyeni senaryolar gelişmeye başladı. Devletin kendine bağlı kurumlarından biri olan TSK, her daim yerden yere vurulur olmuştu. Ergenekon adı verilen ve lideri 4 yıldır belirlenemeyen bir örgüte üye olduğu söylenen kişilerin arasında ille de gazeteci, yazar ve ille de asker vardı ve her 3 ayda bir mutlaka yeni tutuklamalar yapılıyordu.
Cumhuriyet gazetesine bomba atan Bedrettin ŞİNAL’ın geçtiğimiz günlerdeki ifadesi şöyle:
“2007 yılında Organize Şube’ye bağlı ekipler beni baskı altına aldılar ve bazı olayları üstlenmemi istediler. Yaşım büyütülerek cezaevine kondum. Daha sonra tahliye edildim. Daha sonra Cumhuriyet gazetesine bomba atmam için bana baskı yapıldı, sivil polisler tarafından molotof kokteyli verildi.13-14 yaşında iki çocuğu da alarak Cumhuriyete molotof kokteyli attım… Veli Küçük, Muzaffer Tekinleri olayın içine sokmamı istediler… Suçum yetim olmak… Sanıkların burada olmasının nedeni, Türkiye Cumhuriyeti içinde örgütlenmiş çetenin üretimidir.”
TSK hem hukuki olarak yıpratılıyor, hem de halkın gözünden düşürülüyordu. Örneğin Yaşar BÜYÜKANIT’ın gece yarısı “e-muhtıra” denilen açıklamasını o gün alkışlayanlar, bugünlerde “Dolmabahçe’de Başbakanla ne konuştu? Emrine de zırhlı ara verildi” eleştiriyorlar. Bunu yapan da AKP karşıtı gruplar ve gazeteler maalesef. AKP yandaşları için zaten 4 yıldır Ergenekon tutuklamalarıyla askerler yerden yere vuruluyor, daha gözaltındayken bile suçlu kabul ediliyor ve darbeci ilan ediliyorlar. Tutuklananların hepsi de henüz yapılmayan bir darbenin, darbecileri…
Kısacası artık şamar oğlanına çevrilen bir TSK var karşımızda ve 29 Temmuzda istifa eden TSK komutanlarını çok iyi anlıyorum. Böylesine vurdumduymaz ve kör bir halk için, yapılması gerekenin en iyisini yaptılar. Askere sınır ötesi harekat iznini kısıtlı bir süre için verebilen ve Kandili yok etme cesaretini gösteremeyen 1983 sonrasının bütün hükümetleri de günah keçisini bulmuş oldu böylece...
Kim sever TSK’yı biliyor musunuz? Çocukken kurşun askerlerle oynayanlar, askere yolladıkları çocuklarını bekleyenler, cenaze töreninde şehitlerini uğurlayanlar… 
Peki kim sevmez TSK’yı? Büyüyünce kurşun askerler yerine parayla oynayanlar, dünya umurunda olmayanlar, PKK’lıların kemiklerini bulmaya çalışanlar, TSK’nın laikliğin bekçisi olmasını istemeyenler, yepyeni derin devletler kurma hevesinde olanlar vesaire…
Bu durumda kapıyı çarpıp giden komutanları artık hiç kimse suçlayamaz. Arkalarında ne halk, ne de hükümet desteği yok iken bu moralle bütün ordu mensuplarının istifa etmediğine şaşıyorum ben ve yeni kurulacak terörle mücadelenin polis ayağına da bakacak olursak, askerlerin düşürüldüğü pozisyonu çok daha iyi anlayabiliriz.