1933 seçimlerinde tek başına hükümeti kuramayınca, dönemin cumhurbaşkanı onu başbakan atadı. Bir sonraki seçimlere, sermaye çevresinin desteğiyle ve muhalif yayınları durdurarak girip %44 oy aldı. Hemen ertesi günü parlamentoyu saf dışı bırakarak kabinesi adına “yetki kanunu” çıkardı. Yasama ve yürütmeyi tek elde topladı. 1934’te ordu içindeki 85 muhalif subayı bir gecede öldürterek otoritesini sağlamlaştırdı(uzun bıçaklar operasyonu). Ardından “cumhurbaşkanlığı ve başbakanlık” yetkilerini kendisinde toplayarak “führer” oldu.
Başlangıçta Almanya’nın dış politikada itibarını geri alan uluslararası anlaşmalar yapsa da ilerleyen zaman içinde Adolf Hitler’in kişisel ruh hali 2.Dünya Savaşının zeminini oluşturdu. Avrupa’da 6 milyon Yahudi katledildi, Hitler soykırım tarihine altın harflerle kazındı. Aynı zamanda ressam olan Hitler’in Viyana Güzel Sanatlar Akademisi sınavlarını 2 kere kazanamadığı biliniyor. Zaman içinde yalnızlık ve hayat mücadelesinin, kendisinin kişisel dünyasını büyük bir erozyona uğrattığı da söylenebilir. Yıllar önce okuduğum ve karmaşık ruh yapısının tezahürü olan “Kavgam” kitabını yeniden okuyunca dehşete kapıldım doğrusu. Akıllı bir delinin travmalarını kendi ağzından anlatması açısından birinci elden bir bilgi kaynağı. Bir yandan düşünüyorsunuz, insanlar korkuyla karışık hayranlık besledikleri böyle bir kişiliğin peşinden nasıl gider diye? Diğer yandan insanları buna iten sosyal nedenleri sorguluyorsunuz. Nedir bu: Toplumsal hipnoz mu? Ekonomik çaresizlik mi? Cahillik mi?
Şayet güç ve yetki dediğimiz şey, toplumu yönetenler tarafından realite ve dünyadaki gelişmelerin tersine olarak, birtakım ruhsal hezeyanların devinimine göre kullanılmaya başlarsa, o takdirde halkların savaşa sürüklenmesi kaçınılmaz oluyor. Yüzyıllardır dünyadaki insanlar işte bu hastalıklı adamların nefret söylemleriyle beraber din-mezhep-ırk-etnik köken gerekçeleriyle birbirlerini asıp kesiyorlar. Kendilerine biraz “National Geographic” okumalarını ve binlerce yıl geriye giden insanlık tarihindeki ilk insan türlerini incelemelerini öneririm. O çağlarda ne Aleviler, ne Sünniler veya Hıristiyanlar ve Yahudilerin savaşı vardı. İnsanoğlu bu saçmalıklardan uzak, tabiat şartlarına karşı ayakta kalmaya çabalıyordu. Bugün kimin nereden geldiğinin aslında geriye gidildikçe karmaşık hale gelen gerçeği karşısında, hâlâ bazı toplumları birbirine kırdırıyorlar. Çünkü hiçbir tarih bilinci olmayan cahilleri kışkırtmak, her zaman güçlü olanın işine gelir ve varlık nedenini bunun üstüne inşa eder.
Yeryüzünde artık ülke sınırlarının pratik yaşamda kalkması ve dünya halklarının kaynaşması gerekirken, örneğin Yugoslavya’nın ve Irak’ın parçalanarak yeni devletçiklerin ve sınırların oluşması ne demek? Zengin topraklarının üstünde otururken, açlığa mahkum edilen Afrikalıların ölmesiyle evrensel olarak bütün insanlık kaybetmiyor mu? Oysa ki savaşsız da rekabet ve ticaret yapılabilir. Çin ekonomisi bunu kanıtlıyor. Tüm ambargolara rağmen Küba’daki tıbbi gelişmeler ve okuma-yazma oranındaki yüksek rakamlar insanları düşündürmeli. Dağılan SSCB’nin yeni Rusya’sı da Putin’in yıllardır dikkatle izlediği dış politika nedeniyle hızla toparlandı. Çünkü Çin, Rusya ve Küba gibi ülkelerde yapılan en büyük mücadele cehaletle olmuş, en büyük yatırımlarını da “eğitim” alanında yapmışlardır. Bugün hiçbir “tarih bilinci ve öngörüsü” olmayan insanların Dünyayı nasıl da kaosa, savaşlara ve ölümlere sürüklediklerine şahit oluyoruz. Tarih tekerrürden ibarettir, deseler de umuyorum ki günün birinde insanoğlu bunu tersine çevirmeyi başarır ve deliler yerine aklı başında adamlara itibar edildiği günleri de görebiliriz.