Tarih 14 Mayıs 1919’u gösterdiğinde Mustafa Kemal Atatürk, Sadrazam Damat Ferit Paşa’nın Nişantaşı’ndaki evine akşam yemeğine davet edilir. Yemekten sonra Cevat (Çobanlı) Paşa ve Sadrazam’la yeni vazifesi hakkında bir görüşme gerçekleştirir. Vazifesi, Ordu Müfettişi olarak  “Türklerin Rumlara yaptığı baskıyı yerinde incelemek ve önlemek üzere Karadeniz Bölgesi’ne gitmektir.”

Görüldüğü üzere Batılı ülkeler, Türkler ile ilgili yalan haber ve iftira kampanyasını yüz yıl hatta çok daha öncesinde başlatmışlardır. Bu iftira ve yalan haber politikalarını günümüzde de sözde “Ermeni ve Rum soykırımı” olarak sürdürmektedirler. Bunlar yetmezmiş gibi Kürt kökenli vatandaşlar üzerinden “PKK/Kürt” sorunu icat ederek yaklaşık elli yıldır yine sözde bir “Kürt Devleti” vaadiyle binlerce insanımızın katledilmesine neden olmuşlar ve olmaya da devam etmektedirler.  

Yemeğin sonunda sadrazamın yanından ayrılan Atatürk ile Cevat Paşa arasında tarihe geçen şu konuşma gerçekleştirilir:

“Bir şey mi yapacaksın, Kemal?”
“Evet Paşam, bir şey yapacağım!”
“Allah muvaffak etsin!”
“Mutlak muvaffak olacağız!”

15 Mayıs 1919’da İzmir Yunan kuvvetlerince işgal edilir ve bu durum bardağı taşıran son damla olur. Halk ayağa kalkar. Aynı günün akşamında Telgraf Merkezi, Yunan birliklerinin denetimine girerken telgraf memurları şu telgrafı çekerler: “ İzmir Yunanlılar tarafından işgal olundu. Şehirde katliam bütün şiddetiyle devam ediyor. Kan gövdeyi götürüyor. Hamiyetli olan, dinini seven vatan ordusuna imdat etsin.”

İlhak-ı Red Heyet-i Millîyesi’nin telgraf bombardımanı devam etmektedir. Bu telgraflardan yabancı temsilcilikler de nasibini almaktadır. Hatta Amiral Sir Somerset Arthur Gouch Calthorpe kendisine gönderilen yüzlerce telgraf üzerine şöyle der: “Yunan askerinin karaya çıkması Türk halkı üzerinde baştanbaşa şok tesiri yaptı ve Anadolu’nun her tarafına yayıldı. Harp etmek arzusu yeniden kabardı.”

Amiral Calthorpe çok haklıdır. Yüzyıllarca Osmanlı hâkimiyeti altında yaşayan Yunanlıların, Anadolu’yu ve özellikle de İzmir’i işgale kalkışması Türk milletinde âdeta bir infial yaratır. Türk, kim olduğunu hatırlamıştır.  Asırlar öncesine dayanan savaşçı bir kadim milletin esaret bilmez ruhu yeniden dirilmiştir.   

İlhakı Red Heyet-i Millîye komitesinin İzmir’deki çalışmaları ne yazık ki kentin Yunan işgalcilerinin eline geçmesi yüzünden çok kısa sürer. Cemiyet, 16-17 saat sonra, çalışmalarına son vererek, merkezlerini İstanbul’a taşır, üyelerinin bir bölümü de Denizli’ye gider. Bu durum Yıldırım Orduları Müfettişi Cemal Paşa tarafından Havza’da bulunan Dokuzuncu Ordu Müfettişi Mustafa Kemal Paşa’ya bir telgraf ile bildirilir. Telgrafta şu cümleler yer almaktadır:  “…İzmir Müdafaa-i Milliye ve Redd-i İlhak Cemiyeti Denizli’de bulunmaktadır, Efendim.”

İlhak-ı Red Heyet-i Milliyesi Alaşehir Kongresi’nde alınan kararla İzmir Müdafaa-i Hukuk-ı Osmaniye Cemiyeti ile birleşecektir.

Tamamen haksız ve Mondros Mütarekesi’nin ruh ve maksadına aykırı olarak yapılan İzmir’in işgali ile katliamlar ve mukaddesata tecavüzler başlar. Anadolu’nun birçok yerinde halk toplantılar ve protesto gösterileri gerçekleştirir; çeşitli makamlara protesto telgrafları gönderilir.

Ülkenin her yerinde yapılan bu protesto ve mitinglerin en kalabalık ve heyecanlı olanları, İtilâf Devletleri’nin gözleri önünde İstanbul’da yapılanlardır. Bu mitingler resmen olmasa bile fiilen İtilâf Devletleri’nin işgalleri altında bulunan bir yerde, İstanbul’da yapılmaktadır. İzmir’in işgalinin duyulmasıyla birlikte şehirde “millî matem” ilân edilir.  

Atatürk, Ordu Müfettişliği gereği Anadolu’ya hareket etmeden önce bir dizi veda ziyareti gerçekleştirir. Bu ziyaretlerinin arasında en önemlisi İsmet (İnönü) Bey’i Süleymaniye’deki evinde ziyaretidir. İsmet Paşa’ya şu talimatı verir:  “… Ben yerleşinceye kadar sen de bana yardım edeceksin ve iş başladığı vakit yanıma geleceksin!”

İzmir işgal edilirken Atatürk, 16 Mayıs 1919 günü akşamüzeri Bandırma Vapuru ile İstanbul’dan ayrılır; kurtuluşun fitilini Anadolu’dan ateşleyecektir. Düşman zırhlıları arasından geçerek İstanbul’u terk ederken, güvertede arkadaşlarına şöyle konuşur: Bunlar işte böyle yalnız demire, çeliğe, silah kuvvetlerine dayanırlar. Bildikleri şey yalnız madde! Bunlar hürriyet uğruna ölmeye karar verenlerin kuvvetini anlayamazlar. Biz, Anadolu’ya ne silah ne cephane götürüyoruz; biz ideali ve imanı götürüyoruz!”

19 Mayıs 1919 sabahı Samsun’a ayak basar. Askerî bando eşliğinde halk tarafından sevgi ile karşılanır. Aynı gün İstanbul, Fatih Parkı’nda yapılan mitingde, katılanların çoğunun göğsünde siyah kenarlı “İzmir kalbimizdir” etiketi bulunmaktadır.

Atatürk’ün Samsun’a çıktığının ertesi günü yani 20 Mayıs 1919’da Sait Molla, İngilizlerle iş birliği yaparak ve de Osmanlı’daki makamını ve nüfuzunu kullanarak İngiliz Muhipleri Cemiyeti’ni kurar. Günümüz deyimiyle; zamanlama manidardır!

Sait Molla (1880-1930) Şura-yı Devlet (Danıştay) üyeliği ve Adliye Nezareti Müsteşarlığı yapmış; İngiliz büyük elçiliğinden ayda 300 lira maaşa bağlanmış tescilli bir İngiliz ajanı olarak bilinmektedir. Kurduğu cemiyetin amacı, “biricik kurtuluş yolumuz, Anadolu’da İngiliz manda ve himayesinin gerekliliğini savunarak, bunu gerçekleştirmeye çalışmaktır…” diye açıklanmaktadır. İngiliz Muhipler Cemiyeti’ni her ne kadar Sait Molla kursa da cemiyetin üç büyük yöneticisi İngiliz’dir. Bunlardan birisi de Papaz Robert Frew isimli kişidir.

Mustafa Kemal Paşa, 20 Mayıs’ta Samsun’dan Sadrazam Damat Ferit Paşa’ya bir telgraf çeker ve “İzmir’in Yunan askerleri tarafından işgali hadisesi yakından temasta bulunduğum milleti ve orduyu tasavvur ve tasvir edilemeyecek derecede üzmüştür. Ne millet ve ne ordu, mevcudiyetine karşı yapılan bu haksız tecavüzü kabul etmeyecektir.” der. Ardından da 21 Mayıs 1919’da Erzurum’da 15. Kolordu Komutanı Kâzım Karabekir Paşa’ya bir telgraf gönderir. Atatürk telgrafında duyduğu üzüntüyü şu cümlelerle ifade etmektedir: “Umumi durumumuzun almakta olduğu vahim şekilden pek elemli ve müteessirim. Millet ve memlekete borçlu olduğumuz en son vicdanî vazifeyi yakından müşterek çalışma ile en iyi yerine getirmek mümkün olacağı kanaatiyle bu son memuriyeti kabul ettim. Bir an evvel zât-ı âlinize kavuşmak arzusundayım.”

22 Mayıs 1919 tarihinde ise Sadaret’e bir rapor göndererek şöyle der: “… Millet yekvücut olup hâkimiyet esasını, Türklük duygusunu hedef kabul etmiştir. Artık yaydan çıkan ok’un geri dönüşü yoktur! Bağımsızlık mücadelesinin meşalesi Samsun’da yakılmıştır.”

Evet, bağımsızlığın ok’u kınından çıkmıştır artık! Bunun gerisi yoktur! Millî mücadele başlamıştır. Atatürk, Ankara’da bulunan 20. Kolordu Komutanı Ali Fuat Paşa’ya Samsun’a geldiğini, kendisiyle daha sıkı temasta bulunmak istediğini ve İzmir bölgesine dair alabileceği bilgiden haberdar edilmesini bildiren bir telgraf gönderir. 25 Mayıs 1919 öğleden sonra da otomobille Samsun’dan Havza’ya hareket eder.

Ertesi gün Havza ileri gelenlerinin kendisini ziyareti esnasında söyledikleri Millî Mücadele’nin âdeta bir yol haritasıdır. Şöyle der: “Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız, memleketi kurtaracağız! Bizi öldürmek değil, canlı mezara atmak istiyorlar. Şimdi çukurun kenarındayız. Son bir cüret belki bizi kurtarabilir; zaten başka türlü de dönüş imkânı yoktur.”

 Devam edecek…