Anadolu’nun bitmek bilmeyen kaderidir. Gözyaşıdır, genç yaşta toprağa giren vücuttur, özlemdir, vicdandır ve bunların yoğurduğu ruhtur…
Daha ne kadar? Ne kadar sürecek bu ölümler, bu terör ve savaşlar? O bizlerin dünyası değildir artık. Hele yaşarken ölen anne-babaların dünyası hiç değildir. Tanımlar mısın o dünyayı: Seçim, Referandum ve sırıtarak televizyonlarda dolaşan politikacı kellelerin dünyası…
Vicdanlar kanıyor artık duyarsızlıktan. Ve her yana siniyor artık bu ekşimiş, kokuşmuş suratların dayanılmaz gölgeleri...
Tiksinti veren hep aynı konuşmalar, sahte suratlar, bitmek bilmeyen tartışmalar. İnsanın, uzaya kendini bir roketle fırlatası geliyor…
Bu ülke bunları hak edecek ne yaptı? Bu gariban köylü? Elleri nasırlı gülmeyen nineler, dedeler ve gelecekten umudunu kesmiş gençler…
Bir umudu olmuştu insanların, yıl 1923’tü. Ortak sevinçleri, kederleri vardı. Ortak savaşları olmuştu; memleketi düşmandan kurtarmaktı. Sonrasında; tarlasını sürebilmekti, hasadını yapabilmekti. Köyde askerden sonra düğün yapabilmekti. Şehirde iş bulabilmek, iki göz odada çocuklarını büyütebilmekti. Siyah-beyaz TRT’de ailece film izleyebilmekti, tüm memleket yılbaşına beraber Zeki MÜREN dinleyerek girebilmekti. Komşun hasta olunca çorba pişirmek, yazın beraberce pikniğe veya denize gidebilmekti. Yani basit ama mutlu edendi. Yani siyah-beyaz gülümseten anılardı. Yani her şey, hırsızların birlik-bütünlüğümüzü çaldığı ana kadar olandı…
Ve sonunda delirtmeye çalıştıkları vatandaştan… Ve her yıl önüne sandık koyarak “haydi yine beni seç” dedikleri vatandaştan… Ve kesesinden milyonlarca Türk Lirası seçim harcaması yaptıkları vatandaştan… Günün birinde ya tokadı yiyecekler ya da sopayı…
Bu defa vicdanlar susmayacak artık! Suriye topraklarında şehit olan Mehmetçik dikilecek karşılarına… Teröre kurban giden Türk Gençleri dikilecek karşılarına… Gözü yaşlı, başı dik anneler dikilecek karşılarına!
Milletvekili çocukları, imtiyazlı sınıfların çocukları, torpillilerin beslemeleri askerden kaçarken… İşçinin-köylünün toprağa giren evlatları dikilecek karşılarına! Ne olur susma vicdan, bağır bağırabildiğin kadar! Bu son şansın, son çığlığın olacak belki de…