ekranlarında yayınlanan Metin Özkan ve Deniz Göçer’in hazırlayıp sunduğu “Ne Var Ne Yok” programının bu haftaki konuğu Çorum Milletvekili TBMM İdare Amiri Salim Uslu oldu. Yaklaşık iki saat süren “Ne var Ne Yok” programında Uslu, Dokunulmazlıkların kaldırılmasından, Okullarda Serbest Kıyafet uygulamasına kadar birçok konuda değerlendirmelerde bulundu.
Çorum Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu dokunulmazlıkların kaldırılması ile ilgili, “Şuanda parlamentoda bulunan bütün siyasi guruplar, parlamento dışındaki siyasetçiler, sivil toplum önderleri, gazeteciler, aydınlar herkes dokunulmazlıkların kalkması gerektiği ya da kaldırılmasının sakıncaları konusundaki görüşlerini dile getiriyorlar. Bu konuda çok farklı düşünceler var. Burada bir anlamda partiye dokunacak ya da parti içerisinde tartışma konusu, ayrışma yaratacak bir durum söz konusu değil. Sadece hukukla, siyasi akıl daha doğruyu bulma çabasında. Hukuk kesinlikle dokunulmazlıkların kaldırılmasını emrediyor. Tabi ki biz yargıç değiliz ama uluslararası mahkemelerin vermiş olduğu kararlar var. 2004 tarihindeki olaydan sonra AİHM Zana kararı var. Çok açık. Yine İspanya da Bask bölgesinin Batasuna Partisiyle ilgili bir kararı var. Orada demokrasiye karşı olan, Zana kararında ise Düşünce Özgürlüğü ile Şiddeti teşvik etmek, şiddet eğiliminde olmak arasındaki farkı ifade ediyor. Hukuki bakımdan herhangi bir sorun gözükmüyor. Her hâlükârda herhangi bir kimse eğer demokrasiye kastetmişse, silahlı terör örgütüne övgü, yardım, yataklık yapmışsa, kamu vicdanını rahatsız eden, demokratik mekanizmaları işlevsiz kılan, insan canına kasteden bir davranış içerisine girmiş ise bunun yasalarımızdaki müeyyidesi bellidir. Bunu görmezden gelmek sadece bu fiil içerisinde olanları yüreklendirmekle kalmaz aynı zamanda insanların hukuka olan güveni de sarsılır. Bazıları ne derse desin, ne yaparsa yapsın, hukuktan yargıdan muaftır gibi bir anlayış ortaya çıkar. Oysa demokratik modern bir toplumda böyle bir dual yapı olmaz. Hukuku öne çıkartanlar hukuki gerekçelerle konuşanlar diyorlar ki; toplumun hukuka, yargıya, devlete olan güveni sarsılır. Çünkü bunlar demokratikleşme adına demokratik açılım adına ne yaparsanız yapın ne kadar toleranslı davranırsanız davranın her seferinde daha da ileri giden davranışlarda, eylemlerde, sözlerde bulunuyorlar. Bir milletvekili de halkı silahlanmaya teşvik eden beyanlarda bulundu. Bunlar toplumun büyük bir bölümünü çok rahatsız ediyor. Burada bir taraftan da bazı arkadaşlar da Sayın Cumhurbaşkanı ile Sayın Başbakanımızın görüşlerinde de bir farklılık varmış gibi ortaya çıkartıyorlar. Burada sadece Ak Partiye hükümete mesaj yok. Aynı zamanda BDP’ye de deniyor ki “siyaset yapıyorsanız demokratik bir sistem içerisinde var olmayı kabul ediyorsanız kendi renklerinizle, görüşlerinizle sistem içerisinde yerinizi alın. Ya Kandil’i tercih edin ya da siyaseti, demokrasiyi tercih edin” bu kadar açık. Bence bunlar lisanı münasip bir hal ile siyasi nezaket ifade edilmiştir. Aslında görüş ayrılıkları yok. Burada görüş ayrılığı aramak yerine şöyle bakmak daha doğru olur. Türkiye 1994 yılları koşullarında değil. Yani Orhan Doğan’ı tepesine çökerek alıp arabaya götürüp zindana tıkmanızın Türkiye’ye ne kazanıp ne kazandırmadığını da hesaba katmak zorundasınız, denmek isteniyor. O zaman işte hukuk aklıyla, devletin aklı ve siyasi akıl orada kaçınılmaz bir tartışma yaşıyor. Burada söylenmesi gereken şey şu Türkiye artık son derece şeffaf bir biçimde sorunları tartışabilmektedir. Tolere edebileceği konularda gereken engin toleransı gösterebilmektedir. Burada aslında sorunun çözümüne en doğrudan katkı vermesi gereken katkı verme konusunda da sorumluluğu olan BDP’dir. BDP kendi adına uygun davranıyor mu, davranmıyor mu? Kandil’le ilişkilerini sürdürmeye devam edecek mi, etmeyecek mi? Murat Karayılan’ın bir beyanı var Suriye’deki muhaliflere -silahı bırakın siyasi sistem içerisinde yeriniz alın- diyor. Şimdi Suriye’deki muhaliflere silahı bırakın siyasi sistem içerisinde yeriniz alın diye tavsiye eden adam bir şekilde BDP’ye de akıl vermiş oluyor. Sizde Türkiye de bunu yapın diyor, herhalde. Suriye de silahı bırak Türkiye de silahı kap diyen bir adamın aklıyla zoru olması lazım. Ya Suriye’ye söylediğin doğrudur ya da Türkiye’de yaptığın doğrudur. Eğer burada BDP’nin siyasi aklı diyorsa ki oradakilere öyle söylüyorsun buradakilere böyle söylüyorsun kusura bakma ben siyasi inisiyatif alıyorum diyebiliyorsa, bu cesareti, erdemliliği gösterebiliyorsa bu seferde Karayılana ve Kandile karşı çıkma cesareti göstermesi lazım. Ama öyle değil bir bakıyorsunuz Karayılan’dan bir mesaj geliyor -biz açlık grevlerinin talimatını verdik- diyor. Herkes bir insanlık yarışına herkes bir demokratlık yarışına girerek akıl veriyor. Açlık grevlerinin ne kadar masum gerekçelerle yapıldığı ideasıyla sahiplenme yarışına giriliyor. Gazete ilanları veriliyor, Başbakan’a çağrılar yapılıyor. Oysa şimdi Karayılan’ın açıklamasından sonra hepsi açığa düştüler. Dün açlık grevi talimatı verenlere çağrı yapma ve söz söyleme cesareti bulamayanlar bugün çıkıp kamuoyuna; biz farkında olmadan Kandil’e alet olmuşuz demeleri gerekiyor. Malum kucaklaşma vakası yaşandı. Nitekim fezlekelerin hazırlanması da bu kucaklaşma olayından sonra itiraflarla hız kazandı. Bir televizyon kanalının muhabirine sizin için çok ilginç bir gezi olacak dendi getirildiler dağa orada onların geleceğini önceden bilenler daha sonra itiraf ettiler. Karşılamada bu sıcak kucaklaşma sahnesi yaşandı. Sanki yeni bir rastlaşma olmuş gibi dağda, vatandaşı rahatsız eden bir pozisyon ve sonra artık bu bir anlamda önceden planlı bir şekilde gerçekleştirilen bu görüşmenin yargıya intikali ile beraber fezleke sürecine gelindi.” dedi.
 
Kılık kıyafet serbestliğinde de olabildiğince de özgürlükçü olmak lazım
Çorum Milletvekili ve TBMM İdare Amiri Salim Uslu “Ne var Ne Yok” programında Okullarda serbest kıyafet giyilmesi konusunda yaptığı açıklamasında “Bu konuda ki tartışmaları geçmişte yapılanlarla çok benzeşir görüyorum. Hatırlarsanız, geçmişte başörtüsü konusu gündeme geldiği zamanda birileri başörtüsüne özgürlük diyor ama özgürlüğe açıkça karşı çıkamayanlarda bu seferde mayo ile okula gelenler olursa ne yapacağız? diye. Bu tür saçma sapan gerekçeler, mazeret üretiyorlardı. Açıkçası bizim tek tip insan yetiştirmek gibi, okulları da tek tip insan yetiştirme gibi projemiz var. Okullarda soran sorgulayan bireysel yeteneklerini özgürce kullanabilen bir nesil yerine, bizim doğrularımızı ve doğmalarımıza inanan bizim yanlışlarımızı, kötülerimizi kabul etmiş ön kabulleri ön retleri olan bir toplum tahayyül - tasavvur etmişiz. Bu tasavvurumuza uygun okulları ne kadar kullanıyoruz diyenler, şimdi demokratik açılımlar devam ettikçe rahatsız oluyorlar. İşte herkesin ana dilde savunma yapmasının önündeki engeller kaldırılıyor. Herkesin kendi ana dili ile ilgili seçmeli ders alabiliyor. Buna rağmen istekler bitmek tükenmek bilmiyor. Birazda silahla desteklenmeye çalışılıyor. Yaşadığımız olay ortada. Kılık kıyafet serbestliğinde de olabildiğincede özgürlükçü olmak lazım. Yani bir kişi liselide olsa ben başımı örtmek istiyorum diyorsa onu talep hakkına, takma hakkına saygı göstermek lazım. Okullardaki önlük sorunu çok çeşitliliği engelleyen ve insanların bu tek tipleşmesini kanıksamasını sağlayan bir yöntemdir. Belki de çocukların yoksulluğu, adaletsizliği, haksızlığı, ezberciliği, yarış atı gibi koşturulmasını sorgulayabilecekleri özgür bir modele doğru gitmenin yolu önce üniformaları terk etmekten başlıyor.” dedi. Ayrıca dün başörtüsüne bez parçası değil mi diyenlerin bu gün siyah önlüğü cumhuriyet değeri gibi takdim etmeleri de çok çelişkili bir akıl tutulmasıdır. Türkiye de ya da gelişmiş ülkelerde bazı okullar kolejler özel üniformalar simgeler kullanmaktadır. Ancak bunlar yoklukta tek tiplikte eşitlemek için değil öğrenciye bir statü kazandırmak amacıyla yapılmaktadır.
Uslu diğer yandan 2013 yılı bütçesi hakkında bilgiler verdi. Sosyal dengeleri ve istikrarı gözeten bir bütçe olduğunu söyledi. Sosyal devlet harcamalarının oransal artışlardaki yükselişlerine dikkat çeken uslu, artık sosyal devlet vatandaşın gündelik hayatında kendini daha fazla hissettirmektedir.” dedi.