Çocukluğumun kahramanı, Gençliğimin beyaz atlı prensi,
Yetişkinliğimin yol arkadaşı, Güle güle...

Hoşçakal ülkemin aydınlık yüzü,
Onuru, yüz akı, sanatçısı, Atatürkçü düşünürü, çağdaşlık ışığı,
Ve yiğit savaşçısı, Hoşçakal...

Eylül’ün 16’sından beri kim ansa adını, “ağladım-ağladık” diyorlar, “duyunca Tarık Akan’ın ölüm haberini”... Evet, dört gündür Cumhuriyet’in yetiştirdiği en değerli sanatçılarından birine ağlıyor, Türkiye’nin çağdaş insanları. Ve kuduruyor buna, merdiven altlarında Cumhuriyete düşmanlıkla bilenen gerici-yobaz-bataklık fareleri...

Yıl 1993’tü, orada ben de vardım: Taksim’de bir yürüyüş vardı, Rıfat ILGAZ tekerlekli sandalyedeydi. Yıllar önce vatandaşlıktan çıkarılan büyük Türk şairi Nazım HİKMET’e Vatandaşlık hakkının iadesi için yapılan yürüyüşte Tarık AKAN da vardı. O dönem, ben Pendik SHP(CHP) Gençlik Komisyonu başkanıydım. Kendi çapımızda etkinlikler düzenlemeye çalışıyorduk. Taksim’de gördüğüm Tarık AKAN’ın yanına giderek, kendisini Pendik’te düzenleyeceğimiz bir panele konuşmacı olarak çağırmak istediğimizi söyledim. Kendisi, yumuşak bir ses tonuyla ve kibarca gelemeyeceğini söyledi, gerekçesini sorduğumda, yıllar sonra anlayacağım şekilde izah etti: “Ben SHP’den daha soldayım”...

Yıllar sonra 13 Aralık 2012’de Silivri cezaevine, Ulusal Kanal’ın çağrısıyla yapılan büyük yürüyüşte Tarık AKAN da oradaydı ve Silivri zindanlarının demir barikatlarına elleriyle asıldı. Biz de oradaydık; kalabalıkları yararak mahkeme salonunun önündeki barikatlara dayandığımızda, sanatçı arkadaşlarıyla gelen Tarık AKAN tellere asılıyordu, duvarın tepesine çıkan Levent KIRCA ise kalabalığa sesleniyordu. Onlar, Ergenekon ve Balyoz davalarında suçsuz yere hapse atılan insanlar için oradaydılar ve Türk halkının vatansever evlatlarına moral ve güç veriyorlardı. Ama gittiler; gökyüzüne kanatlanıp uçtular. Arka arkaya kaybediyoruz aydınlık sanatçılarımızı; Levent KIRCA geçen yıl gitti, şimdi de Tarık AKAN...

Onların büyük bir çabayla korumaya çalıştığı çağdaş ve laik Türkiye’den her gün biraz daha uzaklaşıyoruz ama gidişleriyle bile güç veriyorlar adeta bizlere. Sanki her şey, bittiği yerden büyük bir güçle yeniden doğacakmış gibi geliyor. Sanki ileride yobaz din adamları kaybolacak ve herkes çağdaş din alimi, rahmetli Yaşar Nuri ÖZTÜRK’ün kitaplarını daha çok okuyacakmış gibi geliyor. Sanki Levent KIRCA’nın tiyatroları ve Tarık AKAN’ın filmleri yasaklanmayacakmış gibi geliyor. Sanki ressam Mehmet AKSOY’un heykelleri yıktırılmayacak gibi geliyor. Aslında Tarık AKAN’ın kızı Özlem’in de söylediği gibi: “Biz Tarık AKAN’ı kaybetmedik, kazandık”. Evet, Türkiye Atatürkçü ve devrimci bir sanatçı kazandı, bizler onlarla büyüdük ve yeşerdik. Ve Rutkay AZİZ konuştu: “Tarık Akan üç kişiye toz kondurmazdı: Mustafa Kemal Atatürk, Nazım Hikmet, İlhan Selçuk”

Sevgili Tarık AKAN; gençliğinde gülen gözlerinle, yetişkinliğinde halkın acılarını yansıtan sosyopolitik filmlerinle anılacaksın sen. Ve 12 Eylül’deki işkenceleri anlatan kitabınla yaşayacaksın: “Anne, Kafamda Bit Var”... Bu ülkeye kazandırdığın üç pırıl pırıl çocuğunla, kendi çabanla açtığın Taş Mektep’teki çocuklarınla ve omuz verdiğin Atatürkçü gençlerle yaşayacaksın...
Yılmaz GÜNEY’in YOL filmindeki Seyit Ali olarak kalacaksın sen; Cannes film festivalinde “en iyi erkek oyuncu” ödülünü alan ve yurt dışına çıkman yasak olduğu için ödülünü almaya gidemeyecek olan büyük sanatçımız olarak kalacaksın sen...

Hoşçakal yakışıklı... Hoşçakal Atatürk’ün sanatçısı... Hoşçakal Tarık AKAN...